Korkuyorum, öyleyse varım

Bilmeyenler için konuyu özetleyelim, bir meslektaşımız, kendi facebook sayfasında paylaştığı bir cümleden ötürü işinden atıldı. Bu olay sektörün hukuksuzluğunu bir kez daha ortaya koyan örnek bir olay olduğundan incelenmeye değer. Meslektaşımızın yazdığı cümle “hakaret midir, suç mudur” meselesi mesleki açıdan tartışılmaya değer bir meseledir. Ancak “Zor oyunu bozar”: “Huzur Sokağı” dizisinin yapımcısı Set Film’in arkadaşımızı işten çıkarması bu meselenin tartışılması olanağını da ortadan kaldırmıştır. Bu aşamada birilerinin çıkıp “ama senarist de öyle şeyler yazmamalıydı, dememeliydi” yaklaşımları mevcut hukuksuzluğu onaylamak anlamına gelir. SENDER bu konudaki tavrını net bir şekilde ortaya koymuş, meslektaşımızdan yana taraf olmuştur. Doğru olan da budur.

Bence tartışmamız gereken, “bir yapım şirketi, böyle bir durumla karşılaştığında senaristin işine son verebilir mi, böyle bir hakkı var mı?”. Kesinlikle olmaması gerekir. Bu açıkça hukuksuzluktur. Yapım şirketi SET Film, fiilini hukuka dayandırma gereği bile duymuyor. Böyle bir olay oldu ve senaristi içten çıkardık şeklinde açıklama yapıyor. Bu durumda şu soruyu sormak istiyorum. Senarist arkadaşımız aynı cümleyi Gezi Parkı olayları sürecinden bir yıl önce yazmış olsaydı bu olay böyle sonuçlanır mıydı? Muhtemelen gündeme bile gelmezdi. Hal böyleyse durum daha vahim demektir. Çünkü ilkelerin, prensiplerin değil, ilişkilerin hukuku oluşturduğunu kabul etmiş oluruz. Demokratik bir ülkede böyle bir şey söz konusu olamaz, olmamalıdır. Yapım şirketinin ve yayıncı kanalın mahalle baskısı nedeniyle meslektaşımızı işten çıkardığını tahmin etmek zor değil. Bu hukuksuz ortam bu gün senaristin canını yakıyorsa yarın mutlaka sektörün diğer bileşenlerinin de (yapımcı ve yayıncı kuruluşlar dahil) canını yakar ve yakmaktadır. O nedenle meslektaşımızın başına gelen bu olayı kendi başımıza gelmiş gibi görmeli ona göre tavır almalıyız: İtiraz etmeliyiz. “Ama senarist de sorumlu davranmalı, Huzur Sokağı gibi bir dizi de yazıyorsa dikkatli olmalıydı, hakaret etmemeliydi” gibi yaklaşımlar, meslektaşımız işinden çıkarılmış olduğundan atıl kaldı. SET film, olay gündeme geldiğinde “hukuki süreci bekleyeceğiz” veya “senaristin istifa etmesini talep ettik” benzeri bir açıklama yapmış olsaydı o zaman bizler de konuyu meslek etiği, meslek hukuku çerçevesinde tartışır bir prensip geliştirebilirdik. Hepimize geçmiş olsun.

Peki ya “geçmiş olsun” demekle geçecek mi? Sektör bileşenlerini kaygılandıran soru bu? Bu olay bir cadı avı mı? Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle oyuncu, yönetmen vb başka arkadaşlarımızın da mağdur edildiklerini biliyoruz, duyuyoruz. Oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın başına gelenler malum. Münferit bir olay da değil. Hükümet, Gezi Parkı olaylarını hükümete karşı tertiplenen büyük bir planın parçası olarak değerlendirdi. Bu görüşünü hakim medya aracılığıyla kendisine oy veren kitlelere ulaştırma gayretinde oldu. Şimdi ise suç olarak gördüğü bu olayın suçlularını cezalandırma aşamasına geçildi. Cezalandırma aşamasında da hükümet hukuki yoldan çok siyasal araçlarını kullanıyor. Medya yoluyla insanları itibarsızlaştırıyor, yalnızlaştırıyor. İş ve ekmek vermemekle tehdit ediyor. Popüler kişiler üzerinden toplum cezalandırılarak hizaya sokulmaya çalışılıyor. Meslektaşımıza ve Alabora’ya yapılan baskıyı böyle değerlendirmek gerek: “Büyük bir oyunun bir parçası”.

Dizi sektörü aktörlerinin Gezi Parkı Direnişi’nde aktif rol almaları, eylemlerin kitleselleşmesinde ve meşruiyet kazanmasında çok önemli bir etken oldu. Türkiye’nin her yerinden binlerce insan eylemlerde dizilerde izledikleri, özdeşim kurdukları oyuncuları görmekten büyük heyecan duydu ve harekete geçti. Bu, Türkiye televizyon tarihi açısından çok değerli bir vakadır. Destan yazıldı. Sanatçılarımız haktan ve hukuktan yana tavır alarak destan yazdılar. Başbakan ne yazık ki bu süreci yanlış anladı ve sürece dahil olan sanatçıları kendi bildiği yöntemlerle cezalandırarak yanlışa devam ediyor. Medya üzerinden toplum mühendisliği yapma girişimleri daha önce işe yaramadığı gibi bence yine işe yaramayacak. Hükümet otoriter tavrıyla, kurum olarak medyayı kontrol altına almayı başarmış olsa dahi medyayı yaşatan aydınları, sanatçıları kontrol altına alamaz. Sanatçı iktidara boyun eğmez. Çünkü sanatçılar, aydınlar “istikrara” değil, topluma karşı sorumludur. Medya işverenleri durumdan vazife çıkararak sanatçılara baskı uygulamakla, işten çıkarmakla, en başta gelişmekte olan sektörümüze ve demokrasimize ayıp etmektedirler. Hükümeti yanlış yaptığında eleştirmek medyanın temel görevidir. Başbakanın ve ona oy verenlerin gönlünü hoş etmek için “hukuksuz” yolla bir senaristi işten çıkarmak korku rejimini güçlendirir. Meslektaşımın sosyal medyada yazdığı cümleden ötürü işinden çıkarıldığı haberini aldığımda “eyvah” dedim. Kim bilir başka kimlerin rızkı çalınmakta, geleceğiyle oynanmakta diye kaygılandım. Bir senarist hem de “Huzur Sokağı”nın senaristlerinden olan senarist, öyle bir cümleyle duygularını ifade ediyorsa bu cümlenin hakaret olarak değil feryat olarak yorumlanması icap ederdi. Hakkaniyet, adalet bunu gerektirirdi. Bir çocuk annesi genç bir kadını gazete sayfalarından hedef göstermek, kadının onurunu rencide edecek yayınlar yapmak, suç olduğu gibi “delikanlılığa” da yakışmaz. Büyük bir insafsızlıktır.

Biz senaristler mesleğimiz icabı “kahraman” ı iyi tanırız: Kahraman= fedakar’dır. Kahraman yalan söylemez, korkutmaz, tehdit etmez, şantaj yapmaz, merhametlidir, adaletlidir, mazlumdan yanadır. Meslektaşımız, halka kahraman olarak gösterilen birisine “yalancısın” diye haykırmışsa işine ve topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmiştir. Onu işten çıkaranlar ise “kral çıplak” diyen çocuğu tokatlayan kralın muhafızlarıdır.

764320cookie-checkKorkuyorum, öyleyse varım

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.