Küresel güçlerin saldırı merkezindeki İran

Ortadoğu’nun küresel kapitalist sisteme dâhil edilmesini hedefleyen stratejinin başarılı olmasının en önemli halkası İran’ın da bu sürece dâhil edilmesidir. İran’ın coğrafik konumu, politik etki gücü ve ekonomik-enerji yatakları bakımından Avrasya ve Ortadoğu’nun merkezi ülkesi olması bakımından bütün ülkeler içerisinde ön plana çıkan bir özelliğe sahiptir. Bu bakımdan Ortadoğu’ya yönelik stratejinin başarılı olmasının en önemli halkası İran’ın yönelik küresel politikaların başarılı olmasıyla doğrudan ilişkilidir.
İran, binlerce yıldır, bölge ilişkilerinde stratejik önemini koruyarak bugüne kadar varlığını sürdüren ve bütün politik dengelerde ciddi bir etkide bulunan belki de tek ülkedir. İran’a yönelik ekonomik-politik baskılar en üst noktaya çıkartılmakta ve hatta askeri seçeneğin masada olduğuna dair somut önermeleri sunulmaktadır.
İran’ın nükleer silahlı gücü beklenilenin düzeyin de olmadığını bilinmesine rağmen, saldırılara bir gerekçe yapıldığı artık herkesin gördüğü bir durum. Suriye’ye yönelik çok yönlü saldırı hazırlıklarının yapıldığı bu günlerde, İran’ın da hedef tahtasına oturtulmasına yönelik uluslar arası zemin oluşturuluyor.
Ancak İran, Ortadoğu’nun başta ülkelerine benzemeyecek kadar çok farklı özelliklere sahiptir. Küresel kapitalist sistemin sahipleri, İran dizayın edilmeden Ortadoğu’da başarılı olma şanslarının çok zayıf olduğun farkındadırlar. Bu bakımdan uzun yıllardan beri İran içte ve dışta kuşatma politikasını uygulayarak en azında İran bölgesel gücünü kırmanın yollarını aramaktadırlar,
Bu bakımdan İran’ın tarihsel önemini kavramak ve bilince çıkartmak, küresel sistemin izlediği stratejiyi anlamak bakımdan da gereklidir.

İran’ın Tarihsel Durumu

İran tarihi, aynı zamanda Asya, Afrika ve Ortadoğu bölgesinin en eski ortak tarihsel bütünlüğü olarak tanımlanabilir. Eratosthenes’in yaklaşık olarak M.Ö. 200’de yaptığı bir haritada bugünkü İran platosunu Ariana (Aryânâ) olarak tanımlar. İran platosu aynı zamanda, M.Ö. dördüncü yüzyılda , Mezopotamya bölgesine en yakın yerde ortaya çıkan uygarlıkların antik kültürlerin ve yerleşim yerleri olduğu tahmin edilmektedir.
Kürtler, Ermeniler gibi bölgenin yerleşik haklarında olan Porto-İranlılar da, M.Ö. birinci yüzyılda, Medler, Farslar, Baktrialılar, ve Partlar bölgesinin nüfusunu oluşturmaktaydılar. Bu bakımdan Asya-Afrika-Ortadoğu bölgesini oluşturan Mezopotamya ile Orta Asya’ya kadar uzanan İran platosu, tarihsel dönemin en önemli stratejik yeri olarak varlığını bugüne kadar korumuş bir bölgedir.
Bölgesel gücünü geçmiş tarihsel değerlerinden ve kültüründen alan Perslerin önemli bir ayrıt edici özelliği de Kürtler gibi Zerdüştçülük inancına sahip bir halk olmasıydı. M.Ö. bininci yüzyıldan beri varlığından söz edilen Zerdüştçülüğün kutsal kitabı Avesta, Fars halkının kutsal kitabı olarak benimsendi. Zerdüştçülük, 7. yüzyıla kadar varlığı devam eden Ahameniş İmparatorluğunun ve daha sonraki İran İmparatorluklarının resmî dini Zerdüştçülüktü.
Persler ile Kürtler arasında tarihsel ittifak M.Ö. 625 yıllara kadar dayanır. M.Ö. 625- M.S 330 yılları arasında Büyük Kiros Medler ve Perslerden Ahameniş İmparatorluğu arasındaki ittifak, bölgenin iki halkı arasında sosyal, kültürel ve politik ilişkilerin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Daha sona, M.Ö 3.yüzyılda imparatorluk kuran Partlar olarak tanımlanan Farslılar, daha sonra Sasani ve Pers imparatorlukları olarak varlıklarını devam ettirdiler. Böylelikle Kürtlerle olan ittifakı bozuldu ve Mezopotamya bölgesinin işgalinde önemli bir rol oynadılar. Ayrıca Azerbaycan’ın büyük bir bölümünü de işgal ederek bugünkü İran sınırlarına dahil ettiler. İran olarak tanımlanan bölge, hemen her tarihsel sürecin stratejik merkezi oldu. Pakistan ve Hindistan’a kadar olan bölgeyi işgal eden Romalılar, Ortadoğu’ya kadar gelen Bizanslar, hiçbir dönem Perslerin ülkesini işgal edemediler. İran, tarih öncesinden bugüne kadar bütün stratejik çatışmaların ve rekabetin merkezi olarak varlığını sürdürmüştür.

İran’ın Sosyal Yapısı
İran farklı sosyal-etnik grupları içerisinde barındırmaktadır. Nüfusunun %46’sını Farslar, %33’ünü Azeriler, %7’sini Kürtler,6%’ini Gilekler ve Mazendaranlılar, %3’ünü Araplar, %2’sini Lurlar, %2’sini Beluciler, %2’sini Türkmenler ve %1’ini Kaşkay Türkleri ve diğer etnik gruplar oluşturuyor.
Bugünkü İran devleti, farklı etnik grupların işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş bulunuyor. Bu nedenle işgalci bir güç konumundadır. İranlıları temsil eden nüfus genel nüfusun ancak yüzde 46’sını oluşturması ve hatta diğer etnik grupların genel toplamıyla kıyaslandığında azınlıkta olması, iç politik dengeleri hassaslaştırmaktadır. Örneğin Azeriler çok önemli bir toplumsal gücü oluştururken, Kürtler yüzde 7’lik bir nüfusla İran’ın iç politik dengelerinde ciddi oranda etkide bulunan bir kesimi oluşturuyor.
Bu bakımdan Gilekler. Mazendaralılar, Lurlar, Beluciler gibi etnik grupların, güçlü Fars kültürü içerisinde varlıklarını koruyarak bugüne kadar sürdürmüş olmaları, İran’ın kendi iç politik dengeleriyle doğrudan ilişkilidir.
Sosyolojik olarak dikkat çeken bir başka önemli nokta da İran’ın farklı dinsel grupları kendi içerisinde barındırmış olmasıdır. Örneğin İran nüfusunun dini yapısının %90’unu Şii Müslümanlar, %’8’ini Sünni Müslümanlar, kalan %2’sini ise Bahailer, Sâbiîler, Hindular, Yezidiler, Ahli-Hak, Zerdüştçüler, Yahudiler ve Hıristiyanlar oluşturuyor. Ayrıca İran’da Ortodoks Gürcüler ve Ermeniler (İsfahan), Zerdüştler (Yezd), Bahailer, Hindu, Keldani ve Sâbiîlik gibi dinsel gruplar da varlıklarını sürdürüyorlar. Farslıların tarihsel politikalarının bir özelliği olsa gerek ki, mevcut dini azınlıkları yok etmek yerine onlarla birlikte bir arada yaşamayı esas almış olası, çok küçük dini grupların varlıklarını sürdürmesinde önemli bir faktördür.
İran’ın İdari Yapısı
İran tarihsel olarak ele alındığında, Ortadoğu dünyası içerisinde toplumsal siyasal bilincinin en çok geliştiği halkları bağrında toplayan bir özelliğe sahiptir. Farklı toplumsal grupları bağrında toplaması nedeniyle denge politikalarını doğrudan asimilasyon-şiddetle yok etmek biçiminde değil, toplumsal grupların varlıklarını korumasına izin vererek devam ettirmiş. Bu politikayı bölge coğrafyasında başarılı bir şekilde uygulayan İran’ın yönetimsel yapısı da Ortadoğu’nun diğer ülkelerinden farklılık gösterir.
Ülkenin yönetimsel yapısı: eyalet veya şehiristan olarak tanımlanan 30 bölgeye ayrılmış. Tahran Eyaleti, Doğu ve Batı Azerbaycan Eyaleti, Kürdistan Eyaleti, Kum Eyaleti, Luristan ve Huzistan Eyaleti, Sistan ve Belucistan Eyaleti, Kuzey, Güney ve Razavi Horasan Eyaleti, Fars Eyaleti gibi eyaletler merkezden atanan valiler tarafından yönetilmektedirler.
Ülke çapında devlet yapısında Dinsel Önder (Veli Fakih) önemli bir işleve sahiptir. Hem toplumun manevi yapısı hem de devlet yönetimi bakımından önemli yetkilere sahiptir. İkinci sırada Cumhurbaşkanı geliyor. Ayrıca Başbakan ve Bakanlar Kurulundan başka, 270 üyeli Parlâmento (Meclis-i Şûra-yı İslâm), 88 üyeli Uzmanlar Kurulu, 6 üyeli Koruyucular Kurulu (Şûra-yı Nigâhban), ve Yüce Mahkeme vardır.
İran’ın Jeo-Stratejik önemi
İran hem Ortadoğu, hem de Güneybatı Asya ülkesi olarak tanımlanır. Güneyde Basra ve Umman Körfezi, kuzeyde ise Hazar Denizi ile çevrilidir. Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Pakistan, Afganistan ve Türkmenistan ile kara sınırına sahiptir.
İran, 1 648 000 km²’lik yüzölçümü ile dünyanın 18.büyük ülkesidir. İngiltere, Fransa,İspanya ve Almanya yüzölçümü toplamlarına eşittir. Kuzey-batıda Azerbaycan ile 432 km, Ermenistan ile 35 km, Kuzeyde Hazar Denizi;Kuzey-doğuda Türkmenistan ile 992 km, Doğuda Pakistan 909 km ve Afganistan ile 936 km ve Batı’da Türkiye ile 499 km, Irak ile 1,458 km ve son olarak Güneyde Basra Körfezi ve Umman Körfezi ile sınırlara sahiptir.
Bir ülkenin sınırlarının çok geniş olması sadece kendi başına bir anlam ifade etmez, aynı zamanda komşu olduğu ülkelerin stratejik konumu da önemlidir. İran’ın ayrıt edici özelliği budur. Bu bakımdan İran jeo-grafik yapısı ile çok önemli stratejik öneme sahiptir. Bunu birkaç noktada somutlaştırmak mümkündür. Birincisi İran’ın ABD bakımından çok önemli olan Pakistan ve Afganistan ile komşu olup bu ülkelerdeki Şii nüfusu üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir. İkincisi Türkmenistan ile komşuluk ilişkisi, Avrasya merkezine açılan kapı olması nedeniyle stratejik önemini arttırmaktadır. Üçüncüsü Azerbaycan ile komşu olması Kafkasya’ya yönelik izlenen politikalar bakımından da İran kilit konumda bulunuyor. Dördüncüsü, stratejik öneme sahip olan Hazar deniziyle olan bağlantısıdır. Hazar Denizi hem Rusya ve diğer Avrasya ülkeleriyle olan ilişkiler, hem de Hazar havzasında çok geniş petrol ve doğal gaz gibi petrol yataklarının bulunması bakımından önemlidir.
İran’ın Ekonomik Gücü Ve Enerji Yataklarının Stratejik Merkezi

İran ekonomisi tarımsal ve enerji yataklarına dayanmaktadır. İran’ın GSMH’ının % 10,76 Tarım, % 41,51 Sanayi, % 47,73 Kamu Servisinden oluşmaktadır.
Ülke ekonomisinin çok yönlü gelişmesi devam eden İran, bölgesel bir güç olma noktasında önemli adımlar atmaktadır.
“Endüstri işliklerinin sayısı (632’si kamusal) 18.283. İşletilen madenler (473’ü kamusal) 3.873. İran yeraltı petrol kaynakları açısından dünya sıralamasında beşinci, yeraltı gaz kaynaklarında (Rusya’dan sonra) ikincidir. Ham petrol üretimi (2006) yılda l milyar 632 milyon varil. İşleyen arıtım yeri sayısı 9. Zengin gaz üretimi (2006) günlük 485 milyon metre küp. 2006 sonu olarak ülkede elektrik üretimi saatte 193.270 milyon kw. İşleyen barajlar (182’si büyük) 502. Yapım aşamasında (10 milyar metre küplük su oylumlu) baraj 88. Baraj yapımında Çin’den ve Türkiye’den sonra üçüncü. Konutlarda tüketilen elektrik %34, endüstride tüketilen %32,4. Elektrik üretiminde termik birimlerin payı %89,7, hidro-elektriğin payı %10,3.”
Dünya ekonomisinin bugünkü işleyiş biçimi dikkate alındığında petrol ve doğal gaz hala stratejik bir öneme sahiptir. İran üzerinde dünya gündemini meşgul eden sorunlardan biri de, bu ülkedeki enerji kaynaklarının varlığıdır. Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık olarak yüzde 8,6’si yani 11,3 milyar varili bugünkü İran sınırları içerisinde bulunması onun stratejik önemini çok daha fazla arttırmaktadır. Aynı şekilde doğal gaz rezervleri bakımından da dünyanın önde gelen devletlerinden biridir. 2008 Yılı sonu rezerv 43,30 (trilyon m3), olun dünya ortalamasının yüzde 20,4’üdür. Bugün İran’ın günlük petrol üretimi 2,6-2,9 milyon varil arasında değişmektedir.

Ortadoğu’nun küresel işgalinin petrolle olan ilişkisini açıklarken söz konusu ettiğimiz noktaya özel bir vurgu yapan D. Harvey, enerji yataklarının güvenli bir şekilde denetim altına alınması için İran’ın da ‘askeri olarak kontrol altına alınması’ gerektiğini belirtmektedir.

21.yüzyılın dikkat çeken iki Asya ülkesi, Çin’in ve Hindistan’ın hızla gelişen sanayileri nedeniyle petrole oldukça ihtiyaç duymaktadırlar. Özellikle Çin ile İran arasındaki ekonomik ilişkiler bu bakımdan oldukça önemli bir yer tutuyor. İran’ın en büyük müşterilerinden biri Çin’dir.

Özellikle petrol ve doğal gaz üretim merkezlerinin uluslararası rekabete konu olması, 21.yy savaşlarının bu bölgelerde yoğunlaşması, küresel kapitalist güçlerin, hem içte hem de uluslararası alandaki ekonomik gelişmeleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu özelliği nedenle küresel kapitalist sisteminin merkezinde olmaya devam edecektir.

Bu ayrıt edici özelliği nedeniyle de, uluslar arası dengelerde çok daha güçlü bir konumda olmasına yol açmakta ve Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve hatta Almanya gibi ülkeler, uluslar arası ilişkilerde İran’a destek sunmaktadırlar. Bu nedenle dünya küresel kapitalist ülkeleriyle olan zorunlu ekonomik bağları nedeniyle özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde korunmakta, İran aleyhine yönelik her karar Rusya ve Çin’in vetosuyla karşılaşmaktadır.

Bölge İlişkilerinde İran’ın Artan Askeri Gücü
İran askeri olarak bölgenin en güçlü ülkelerden biri olarak bilinmektedir. İran askeri gücü dört ordudan oluşmaktadır. Toplam asker sayısı (görevde 520.000 ve yedek 350.000 olmak üzere) toplam 870.000 civarındadır.
“Karada 32 tümen, 87 tugay, 1.700 tank, 3.000 top, 403 savaş uçağı, 123 taşıma uçağı, 560 helikopter. 29 ağır SAM (yüzeyden havaya füze) bataryası ve 85 hafif SAM bataryası bulunuyor. 29 savaş gemisi, 110 keşif teknesi, karada 4 zırhlı ve 6 mek. tümeni, yüksek nitelikli ve hizmette 422 T-72 S/M1 tankı var. İran’ın kendi Zülfikâr tankları yapıyor. Zırhlı asker taşıyıcı (APC) 620, zırhlı savaşan araç (IFV) 713, keşif aracı 1.570. 13 kara hava alanı, 19 deniz üssü ve tüm hava alanlarında saldırılara karşı sığınaklar var. Yalnız kıyı savunması için 30 batarya ve 400 füze sahibidir.”
İran özellikle füze savunma sistemleri ve nükleer santraller kurma noktasında çok önemli bir mesafe katletmiş durumda. İran’ın elinde bulunan konvansiyonel/balistik füze sistemlerinin 1000-1500 km menzile sahip olduğu biliniyor.
İran’ın bölgesel ilişkilerde artan ekonomik ve politik gücüne paralel olarak askeri gücünü de artırması, uluslar arası ilişkilerin en önemli sorunlarından biri olarak görülmektedir.
Silah ticareti, çok yönlü ilişkileri ve etkileşimleri zorunlu olarak beraberinde getirmektedir. Silah alımları özellikle söz konusu olan ülkenin ekonomik yapısı üzerinde çok ciddi etkilerde bulunmaktadır. Silah alan ülke ile satan ülke arasında bir ilişki, sadece silah ticaretini oluşturmuyor. Aynı zamanda hem ekonomik, hem de politik ilişkilerde çok önemli bir etki yaratmaktadır. Ayrıca, alıcı konumda olan ülkenin iç politik durumu üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır.

Silahlanmanın yarattığı önemli bir başka sonuçta, silah satın alan ülkeler, satın aldıkları savaş araçlarının karşılığını ödeyebilmek için, GSMH’dan önemli bir pay ayırmak zorunda kalmaktadırlar.

Ortadoğu ülkeleri içerisinde askeri harcamaları yüksek olan ülkelerden biri de İran’dır. 1975-1999 yılları arasında askeri harcaması yaklaşık 160 milyar, 2000-2010 yılları arasındaki askeri harcaması ise yaklaşık olarak 74 milyar dolardır. İran’da kişi başına düşen askeri harcama 2005’de 89 dolar, 2010’de 135 dolar olarak gerçekleşmiş. Ayrıca asker başına yapılan askeri harcama ise 8,333 dolardır. Örneğin İran’da askeri harcamaların Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’ya oranı 2000 yılında yüzde 8,6, 2005 yılında yüzde 8,5 ve 2010 yılında yüzde 10,3 olarak belirlenmiş. Körfez ülkeleri ortalaması ise yüzde 14,3 civarındadır. Ayrıca İran’ın askeri harcamaların toplam hükümet harcamalarına oranı yüzde 27 civarındadır. Böylece, diğer körfez ülkelerinde olduğu gibi İran’da da kamu hizmetleri dışındaki GSYH’nın önemli bir kısmı uluslararası sermayenin merkezlerine doğru akmaktadır.

Ortadoğu ülkeleri nükleer üretim için yüksek teknolojiye sahip olmaları gerektiğini biliyorlar. Yüksek teknoloji gerektiren sanayi ürünlerini de uluslar üstü şirketler aracılığıyla gelişmiş kapitalist ülkelerde satın almaktadırlar. Bu dolaşım sistemi tamamen ilgili devletlerin bilgisi ve denetiminde olmaktadır. İran’ın nükleer silah denemelerine karşı çıkan AB ve ADB, aynı zamanda nükleer teknolojiyi milyarca dolar karşılığında İran’a sattılar. Bugün İran’da aktif durumda olan 5 nükleer santralini kuranlar Alman, Fransız ve hatta İngiliz ve ABD şirketleriydi. Bugün ise bu işlevi Rusya ve Çin görüyor.

Sonuç

ABD eski Savunma Bakanı Rumsfeld: “Bu savaş Afganistan’da bitmeyecek. Yayılarak, değişen şiddette olmak üzere birçok başka devleti içine alacak. ABD ordusunun birden fazla noktada aynı anda kullanılmasını gerektirebilir ve giderek daha çok medeniyet¬ler savaşına benzeyecek” derken, stratejik hedef ülkenin İran olduğuna özel bir vurgu yapıyordu. Bir bakıma işgallerle kuşatma hareketini yürüten ABD önderliğindeki emperyalist ordular, İran’ın ele geçirilmesiyle Avrasya üzerinde tam bir hakimiyet sağlayacaklarının farkındaydılar.

İran gibi güçlü bir tarihe sahip olan ve bütün tarihleri boyunca uluslar arası ilişkilerde başarıyla çıkmış politikalar uygulayan bir ülkenin denetim altına alınmasının kolay olmadığının da hemen herkes farkındadır. Hele dış müdahale ile bunun çok çok zor olduğunu bilenlerin başında ABD ve İngiltere geliyor,

İran’ı önce kuşatarak yalnızlaştırma politikası izleyen küresel sistem güçleri başarılı olmak için bütün gücünü kullanmaktadırlar. Bu bakımdan önce Suriye gibi İran’a yakın duran devletlerin yönetimsel yapılarının tasfiye edilmesi, Türkiye gibi ülkelere aktif destek vererek İran karşısında güçlü olmasını sağlayarak yalnızlaştırma politikasında sonuç almaya çalışmaktadırlar.

Kapitalist küreselleşme stratejisi, doğal olarak talana ve yağmaya dayanmaktadır. Ortadoğu’da talanın uzun vadeli başarılı olmasının yolu İran’a yönelik hareketin başarılı olması, onlar bakımından son derece önemlidir.

Barnet “Üçüncüsü, enerjinin akışı için Ortadoğu’da ve Orta Asya’da güvenliğin sağlanması gerekir… Ancak bu yolun, Basra Körfezi’nde başladığına dair çok az şüphem var” derken İran’ın elinde bulunan Hürmüz Boğazı’nın denetimi sağlanmadan, küresel sistem bakımından Ortadoğu’nun güvencede olmayacağını ABD’nin bütün askeri ve politik stratejisyenleri tarafından bilinmektedir.

Bugün İran’a karşı oluşturulan çok yönlü baskılar, İran’ın bölgeden artan etkinliğini kırmak ve ‘çevreleme stratejiyle’ içten çökertmektir. Planlanan budur. Ancak bugünkü bölgesel dengeler bu planın pek tutmayacağını ortaya koyuyor. Bunun birçok nedeni sıralanabilir. Birincisi, İran’ın bölge politikasının merkezinde Şiilik bulunuyor. Bu politika bölge ilişkilerinde önemli bir etki yaratıyor. Örneğin Birleşmiş Milletler kararıyla ABD önderliğinde işgal edilen Afganistan’da önemli bir Şii nüfusu olup İran’ın etkisindedir. Küresel güçlerin işgal merkezi olan Irak da, hükümeti belirleyecek kadar çok önemli bir etki gücü olduğu artık ABD tarafından da kabul görüyor. Pakistan’da % 20 Şii nüfusunun bulunması politik dengelerde önemli bir halkayı oluşturmaktadır. Ayrıca Bahriyen gibi körfez ülkelerinde Şii nüfusunun% 60 civarında olası, hatta Suudi Arabistan’da ciddiye alınır Şii nüfusu bulunuyor, Azerbaycan nüfusunun önemli bir kısmı Şii kökenli olması İran’ın bölgesel politik gücü bakımından önemli bir avantaj oluşturmaktadır.

İkinci önemli nokta ise Rusya ve Çin ile olan ekonomik-politik bağlardır. İran, uluslar arası alanda güçlü kılan en önemli faktör, gelişmekte olan bu iki ülkenin aktif politik desteğidir. Bir bakıma BM Güvenlik Konseyi’nin İran aleyhine almak istedikleri kararların bu iki ülke tarafından sürekli veto edilmesi, İran’ın gücünü arttırmaktadır. Tersten Rusya ve Çin için İran da stratejiktir çünkü Ortadoğu denkleminde kendileri için önemli bir avantaj oluşturmaktadır.

Bir başka faktör de, İran’ın elinde iki stratejik silah bulunuyor: Petrol ve Doğal Gaz. Küresel sermaye için azami karın en yüksek olduğu stratejik bir sektördür. İran her ikisi içinde önemli bir merkezde durduğu gibi aynı zamanda enerji yataklarının taşınması bakımından da coğrafik olarak önemli bir yerde olması, önemin arttırmaktadır.

İran’ın bir başka önemli özelliği bölgesel ilişkilerde pragmatisttir. Anlık dengelere göre politikalar devreye koyabilmektedir. Dün düşman olanla, yarın kolayca çok yakın ilişki kurabilir. Örneğin PKK ile açık bir çatışmaya girmesine rağmen, bölgesel ilişkiler nedeniyle bu kez tersten, bir anlaşma imzaladılar.

Bu bakımdan İran’ın tarihsel devlet geleneği, kültürel zenginliği, toplumsal ilişkileri nedeniyle, küresel kapitalist güçlerin İran’a yönelik bir askeri hamle içerisine girmesini oldukça zorlaştırmaktadır. Böylesi bir durumda İran’ın vereceği karşı hamle, Ortadoğu’nun bütün dengelerini alt üst edecektir.

[email protected]

1607530cookie-checkKüresel güçlerin saldırı merkezindeki İran

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.