Kırklı yıllar ve iki şairin dramı

Yeniden gösterime giren bir film. “KELEBEĞİN RÜYASI.” Yılmaz Erdoğan’ın filmlerinde izlenen çizgiden farklı bir film. Uzun bir araştırma yaptığı, gönül verdiği, emek verdiği bir çalışma. Bazı bölümlerinin değiştirilmesiyle gösterim de. Ayrıca, 2014 Oscar’ına, Türkiye’den en iyi yabancı film dalında aday olarak seçilmesi nedeniyle, yeniden seyirci ile buluşuyor.

Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur. 20’li yaşlarda iki genç şair. Bütün yaşamları şiir. Postadan gelen dergileri, heyecanla açarlar, gönderdikleri şiirler yayımlanmış mı diye merakla ve özlemle. Muzaffer’i Kıvanç Tatlıtuğ, Rüştü’yü ise Mert Fırat günümüze taşıyorlar.

Yeni kuşağın değil şiirlerini, ismini bile bilmediği iki genç şair, şiirleri, yaşamları, hülyaları ve dramları ile, yaşamlarında düşünemeyecekleri bir şekil de gündemdeler. 50 yaş kuşağının ise belki isim olarak bildiği, şair kimlikleri konusunda bilgi sahibi oldukları ama, şiirlerini okumak bir yana ulaşamadıkları bu şairleri, onlar da büyük oranda şimdi keşfediyor.

Muzaffer, telgraf direklerinde, Rüştü ise maden ocaklarında yer üstünde katip olarak çalışmaktadır. Ama bütün dünyaları, yaşamları şiirdir. 40’lı yılların başı. Yoksulluk alabildiğine artmış. Kömür madenlerinde çalışmak zorunlu olarak yasal hale gelmiş. Çalışma koşulları ağır. İkinci Dünya Savaşının ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. İki gencin şiir dolu dünyasının arka planında, bu kent, Kömür madeni, işçiler ve çalışma koşulları da dönemin ortamını yansıtacak şekilde, son derece başarılı olarak verilmektedir.

Zonguldak’ın doğası, yeşilin değişik tonları ile denizin birlikte şarkısı, bir tablo özeni ile kamera tarafından yansıtılıyor.

Cumhuriyet’in ilk yılları, Osmanlı’den sonra, yeni bir Türkiye’nin ve kuşağın oluşması için Halkevleri’nin çalışmaları. Dans kurslarından, tiyatro çalışmalarına, tenis turnuvası düzenlemeden, Cumhuriyet balolarına, yeni yapılanma. Ancak, dar bir çevre de kalan bu çalışmaları, geliştirmeyip engelleyenleri bir yana bırakıp gözardı ederek, şimdi eleştirmek kolay, ancak günümüzde bunların bile yapılmayıp, yerini nelerin aldığını düşünmek ise insana bir başka hüzün veriyor.

Bu iki şairin yaşamında üçüncü bir kişi, o sıralarda Zonguldak’da öğretmen olan bir şair. Hocaları bu şair Behcet Necatigil’dir. Bu rolü de, Yılmaz Erdoğan günümüze taşıyor. Sanırım sağlığında Behcet Necatigil’i hiç görmemiş ve tanımamıştır. 1967 yılında onu tanıma olanağını bulmuş ve onurunu yaşamıştım. Eğitim Enstitülerine girme hakkını yazılı da kazanmıştım. Mülakatımı da o yapmıştı. Mülakat değil, edebiyat üzerine adeta bir sohbet olmuştu. Onun naif kişiliği, tevazusu ve de adeta sessiz sakin bir konuşma şekli ile sohbetini bu gün bile, en ince detaylarına kadar anımsıyorum. Behcet Necatigil’i günümüze taşırken, bir iki sahnede rol tam oturmamışsa da, o sakinliğini ve naifliğini güzel bir şekilde yansıtıldığını da belirtmek isterim.

Bu iki genç, dönemin ölümcül hastalığı Verem’e yakalanmıştır. Bu şiir dolu günlerinde yaşamlarına, Belediye Başkanı’nın kente gelen genç kızı girmiştir. Bu rolü de, Belçim Bilgin günümüze getiriyor. İkisi de aşık. Şiirler yazıyorlar. Temiz bir sevgi, karşıya ulaşamayan bir sevgi. Birlikte Zonguldak günleri, acısı ve tatlısı. Maden ocağına iniş ve gelişen olaylar zinciri.

Behçet Necatigil’in katkısı ile önce Rüştü, sonra da Muzaffer, Heybeliada Sanatoryum’una yatma olanağını ya da ayrıcalığını yaşarlar. Behçet Necatigil’in yaşamının bu yönü ise ne yazık ki bilinmezdi. Film ile yeniden yaşanıyor. Bu süreçte, iki genç şairin, büyük özlemleri de gerçekleşir. Dönemin önemli, günümüzde de yayınını sürdüren, edebiyat dergisi, VARLIK da, ikisinin de birlik de, şiirleri yayımlanır. Sanatoryum da, Rüştü’nün aşık olduğu kızın (Farah Zeynep Abdullah) çıkması ile onlarda oradan ayrılırlar. Rüştü evlenir. Rüştü’nün önce eşinin, sonra kendisinin ölümle sonuçlanan kısa evliliği. Rüştü Onur, daha 22 yaşındadır. Üç dört sene sonra da, Muzaffer ölür.

Yaşamlarının baharında, daha ilk gençlik yıllarını bile yaşayamayan, yaşamları taşra da şiir olan bu iki genç şairin dramları, günümüzde beyaz perde de. Muzaffer Tayyip Uslu’nun şiir kitabı, “Şimdilik”, 1945 deki baskısı, tıpkı basımı bazı ekleme ve yayımlanmamış şiirleri ile Yapı Kredi Bankası Yayınları tarafından, yeniden yayımlandı ve ikinci baskısını bile yaptı.

Rüştü Onur’un şiirleri, mektuplar ve notlarla kitabı da, geçtiğimiz günler de, Kaynak Yayınları arasında yer aldı. İki genç şair, dramları ve şiirleri ile yeni okuyucularıyla buluşuyor. Unutuldukları bir süreçte yeniden yaşam buluyorlar.

Bir film ve yeniden yaşam bulan şiirler. Ve iki genç şair, Muzaffer Tayyip Uslu ile Rüştü Onur. Yeni genç nesil de böylece onları tanıyor, şiirlerine dönüyor. Şiirleri ile yeniden yaşıyorlar. Ne güzel bir söz, “ŞAİRLER ÖLMEZ”

Sağ olasın Yılmaz Erdoğan. Düşüncene, saygına, emeğine teşekkürler.

_____________

Ankara. 28 Ekim 2013. Pazartesi. [email protected]

1555450cookie-checkKırklı yıllar ve iki şairin dramı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.