Kürt sorununun çözüm süreci ve Aleviler

Kürt meselesinin çözümüne ilişkin başlayan süreç sadece Türkiye’nin iç kamuoyunda değil aynı zamanda bölge ve uluslar arası ilişkilerde de ciddi oranda tartışılıyor. 21 Mart 2013’de, PKK lider Öcalan’ın kaleme aldığı söylenen ve Amed’de yapılan Newroz etkinliğinde okunan deklarasyonun politik yansımaları tahmin edilenden çok daha fazla etkileri oldu.

Kürt Alevilerine Yönelik Psikolojik Savaş

Öcalan’ın açıklaması aynı zamanda Türkiye’de sosyolojik bir gerçeği olan ve yaklaşık 15 milyon nüfusa sahip olduğu tahmin edilen Aleviler içinde bir tartışma yarattı. Sistem özellikle Alevilere yönelik çok yönlü politikaları devreye soktu. Özellikle CHP eksenli yürütülen kampanyanın amacı: Kürt kökenli Aleviler ile Kürt Hareketi arasındaki bağlar zayıflatarak sisteme entegre etmektir. Bunun için Kürt kökenli Aleviler içerisinde kuşkular yayarak bir güven sorunu yaratmak istiyor. Özellikle Kürt Hareketinin toplumsal tabının önemli bir dayanağı olan ‘Şafi Kürt’ olgusunu çok yoğun olarak işliyor. Tarihin hemen her döneminde katliamlar yaşayan Alevilere yönelik izlenen psikolojik savaşta ‘inanç-mezhep’ olgusunun ön plana çıkartılmasının esas nedeni Kürtlerin farklı inanç grupları arasındaki çatışmayı körüklemektir. Esas proje budur. Kürtleri birbiriyle çatıştırmak, özellikle Kürt kökenli Alevileri CHP’ye, Sünni kökenli Kürtleri AKP, Cemaat ve Hizbullah’a yönlendirmektir. Böylelikle Kürt Hareketinin toplumsal tabanının zayıflatılması hesaplanıyor. Politik hareketin gücü toplumsal tabanından gelir, bu alandaki gerileme onun politik ilişkilerini de çok ciddi oranda etkiler. Bu uluslar arası siyasal ilişkilerin zorunlu bir kuralıdır. Bu bakımdan, Kürt sorunun çözümü üzerinde yürütülen tartışmaların merkezinde Sünni/Şafi-Alevi güvensizliğinin oturtulmaya çalışılması çok bilinçli bir politikanın sonucudur. Bu aynı zamanda bir devlet konseptidir.

Kürt sorunun çözümü süreci olarak adlandırılan böylesi bir dönemde, söz konusu bu psikolojik savaş politikaların devreye konulmasının arka planı, Kürt Hareketinin toplumsal gücünü zayıflatmak ve zaman içinde etkisizleştirerek sürecin öznesi olmaktan çıkarmaktır.

Sosyolojik-Politik Tarihsel İlişkilerin Bir Parçası olarak Aleviler

Bu yazının konusu Alevilik tarihi, felsefesi ve sosyolojisi üzerinde durmak değil. Aksine, bugün içinde geçtiğimiz süreçte Alevilerin genel politik tutumuna ilişkin genel bir yaklaşımı ele almaktır. Ancak sorunun kavranması bakımından birkaç noktanın altını çizmekten yarar var.

Birincisi, Anadolu ve Mezopotamya’da Alevilik sosyolojik bir toplumsal grup olarak ele alınabilir. Sosyal yönü çok daha fazla ön plana çıkan ve bu nedenle politik sorunlarla yakın bağları olan bir toplumsal gruptur. Teolojinin konusu içerisinde klasik bir dini veya mezhep grubu olarak ele alınamaz. Yaşadığı coğrafya’da egemen sistemlerle hemen her zaman çatışmalı olan ve bu özelliği nedeniyle daha çok ezilenler grubunda yer alan bir toplumsal tabakadır. Yaşadığı coğrafyanın toplumsal-tarihsel özelliklerini içine alarak kendisine göre bir sosyal yaşam tarzı oluşturan Aleviler aynı zamanda tarihsel süreç içinde güçlü felsefik bir kültürel yapı oluşturmuşlar. Bölgenin tarihsel geçmişine ve kültürel birikimine bakıldığında Alevi yaşam felsefesinin ne kadar güçlü olduğu görülür. Yüzlerce yıllardır devletsiz bir toplum olarak birçok kez katliamlardan geçirilmiş olmalarına rağmen bugüne kadar yaşamlarını sürdürebilmiş olmaları, onların çok güçlü sosyal-felsefi ve kültürel bir mirasa sahip olmalarıdır.

İkincisi Aleviler bir tek sosyal grup olarak ele alınamazlar. Aleviler, sosyo-politik grupların bir bütününü içinde kapsar. Bu bakımdan işçi kökenli bir alevi olabileceği gibi burjuva bir alevi de olabilir. Diğer toplumlarda olduğu gibi ekonomik-politik pozisyonlar onların sınıfsal karakterini belirler. Karşıt sınıflar arasındaki ilişki, bazı küçük farklılıklara rağmen dünyanın her hangi bir yerinde neyse, Alevilerde de aynıdır. Tek bir sosyal kategori olarak görme yöndeki çabaların hiç sosyo-politik değeri yoktur.

Üçüncüsü, Aleviler sosyal bir grup olarak politik yaşamın içindedirler. Ama tek başına ideolojik bir çizgi oluşturmazlar. Böylesi bir durum, ne sosyal, ne de ekonomik ve politik olarak mümkündür. Bu bakımdan Alevilik eksenli bir ideolojik çizgi oluşturulmaz. İdeolojik olarak milliyetçiliği savunan bir alevi olabileceği gibi sosyalizmi savunan bir alevi de olabilir. Bunu belirleyen olgu, kişinin dünyaya bakış açısı ve dünyayı yorumlama tarzıdır.

Dördüncüsü, Aleviler, tek başına ulus veya etnik grup özelliği taşımazlar. Her farklı sosyolojik etnik gruptan insanlar Alevi olabilir. Bu bakımdan Alevileri etnik-sosyolojik gruplardan ayrı bir katman olarak ele almak doğru olmadığı gibi böylesi tezler sosyal bilimlerin gerçekliğine de uymaz. Bu bakımdan Kürt, Türk, Arnavut, Fars, Bulgar, Arap Ermeni gibi farklı etnik-sosyal gruplar içerisinde yer alabilecek olan Alevilerin toplumsal-politik ve kültürel sorunları da aynı değildir. Örneğin Kürt ve Türk kökenli Alevileri veya Sünni grupları ele alalım. Türk kökenli Alevilerin dil sorunu yok. Kendi dillerinde eğitim yapabiliyor. Kültürlerini belli bir düzeyde yaşayabiliyor. Devletle doğrudan dil, eğitim, kültür gibi alanlarda çok önemli bir sorunlar bakımından çatışmalı bir durumlar yok. Ancak Alevi olmalarından dolayı inançlarını yaşama sorunları var. Türk-Sünni kesimlerinin ise bu ikisi de yok. Sınıfsal çelişki ve çatışmaları konumuzun dışında tutuyorum.

Kürt-Sünni kesimlerinin ise dini inançlarını yaşamada esasen ciddi bir sorunu yok. Ama dil, kültür, eğitim hakları yasaklanmış, inkâr edilmiş. Bunun için katliamlardan geçirilmiş. Türk ve Kürt Sünnileri arasında dinsel bazda bir yakınlık olabilir, ama farklı ulusal gruplar olarak kendilerini var eden değerlerin yaşatılması bakımından tam bir eşitsizlik söz konudur.

Diğer bir kategori grup ise Kürt-Alevileridir. Bunlar ise inanç, kültür, dil, eğitim gibi onları var eden bütün toplumsal ve politik haklardan yoksundurlar. Bu bakımdan Kürt-Alevileri mevcut ayrışma içerisinde en çok ezilen, baskı gören toplumsal grup olarak ön plana çıkıyor.

Aynı ulusal kökenden olmaları nedeniyle Kürt-Aleviler ile Kürt-Sünnilerinin devlet karşısındaki konumlanışları esasen aynıdır. Bu bakımdan aralarındaki bağ stratejiktir. Türk-Alevileri ile Kürt-Alevileri arasında inançları bakımından ortak bir buluşma noktası var. İnançlarının inkar edilmesi onları buluşturan ortak bir noktadır. Bu bakımdan Kürt kökenli Aleviler, mevcut pozisyonlarının farkında olmazsalar da, Kürtler ile Türkler arasında sosyolojik düzeyde ortak bir köprü oluşturmaktadır.

Kendi kültürünü ve dilini özgürce konuşan, ana dilde eğitimini yapan Türk Alevileri, kendisi gibi inançları nedeniyle baskı gören Kürt-Alevilerinin yanında olduğu zaman Aleviliğin felsefesini, kültürünü yaşatabilir. Türk-Alevileri, Kürt-Alevilerinin politik ve sosyal haklarını savunmadığı sürece, tarihsel bir rol oynayamaz. Bir başka ifadeyle inançları nedeniyle ezilen Türk kökenli Aleviler, Kürt kökenli Alevilerin varlığını kabul etmesi ve onların sadece inançları için değil bütün politik hakları için mücadele etmelidir. Bu olmadığı sürece yüz yıllardır devletsiz yaşamış bir topluluk olarak kendi tarihsel rollerini oynayamazlar.

Selçuklulardan Kemalist Sisteme Kadar ki Tarihsel Süreçte Aleviler Katledildi

Selçuklulardan ve Osmanlılardan beri Alevilere yönelik saldırılar ve katliamlar Kemalist rejimde kesintisizce devam etti. 1512 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı Müftü El Hamza, Alevilerin öldürülmesiyle ilgili bir fetvada şunları yor: “Fetva verdik ki; adı geçen toplum –Kızılbaşlar- kafir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine razı ve yardımcı olursa, onlarda kafir ve dinsizdirler. bunları öldürüp toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır…” Bu fetvadan sonra 40 bin Alevi’nin katledildiği biliyor.

Yavuz Selim’in Alevileri öldürme politikası Kemalistler tarafından da sürdürüldü. Örneğin Mülkiye Müfetişi Hamdi Bey’in 1926’da hazırladığı rapor’da şunlar söyleniyor; “Dersim, Hükümet-i Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kat-i bir ameliye yapmak gerekir…” Önerisi ise; “Görecekleri tazyik üzerine dağlara çekilecek müsellah halkı da kara ve hava kuvvetleri ile tazyik etmek” gerektiğini söylüyor. Daha 1926’da yapılan bu değerlendirmeye göre hazırlıklarına başlayan CHP’lileşen devletin Umumi Müfetiş İbrahim Tali Bey’in 1930’da hazırladığı raporda bu hazırlıklar çok daha bir netlik kazanıyor; “Elaziz’de bir bomba tayyare filosu bulundurularak, mühim vak’alar yapan veya hükümetin teblikatına muhalefet eden aşiret köylerini müessir bir surette bombalamak, zirat ve hayvanlarını imha etmek ve rahatça ikamelerine mani olmak…” için gerekli askeri hazırlıkları yapılmasını öneriyor. Dersim Jenosidinden 60 bine yakın Kürt-Alevi insanı katledildi.

Tarihe bakıldığında 1512’de Yavuz Selim ve Şeyhülislamı Müftü El Hamza’nın Alevilere yönelik politikası neyse, 1938 Dersim Jenosidi Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’ın da politikaları aynıdır. Yakın tarihimize bakmaktığımız da Maraş Katliamının yapıldığı sırada CHP Hükümetti, Sisvas Madımak Oteli yakılıp 34 Aydının katledilmesinde SHP, hükümet ortağıydı. Bu bakımdan CHP ile başlayan tarihsel süreç Aleviler için bir katliamlar tarihidir.

Özellikle Kürt Alevilerinin yoğunlukta olduğu bölgelerde jenoside varan katliamların yapılmış olması bir devlet politikasıdır. Bu politik halen devam edilyor. Kürt Alevilerin hem fiziksel hem de kültüre ve hizinsel olarak tasfiye edilmesi için uygulanan politikaların merkez alanı dikkat edilirse, Erzincan, Dersim, Elazığ, Malatya, Maraş Adıyaman, Gaziantep hattının olması da bir tesadüf değilir. Bu şehirler Kürdistan ile Türkiye arasında geçiş bölgesidir. Devlet, Kürt Alevilerinin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgeler üzerinde uygulamaya koyduğu asimilasyon politikası önemli oranda başarılı oldu. Bu konu başlı başına bir araştırmayı gerektiriyor. Burada dikkat çekilmesi gereken esas nokta, Kürdistan’ın geçiş bölgesi olarak görülen söz konusu ettiğimiz hat, Türkleştirme politikasının çok kapsamlı uygulandığı bölge olarak ön plana çıktı. Alevilerin eğitime önem vermelerini devlek çok iyi kullandı. Alevi bölglerinde okuma yazma oranının nerdeyse yüzde yüz civarında olmasının yarattığı çok önemli pozitif yanları olsa da, aynı zamanda Kürt Alevilerinde ulusal bilincin zayıflamasına, kendisini ötekileştirmesine, hatta zihinsel olarak Türkleşmesine yol açtı ve çocuklarda Kürtçe konuşma oranının hızla düştü. Bugün Kürt Alevi çocuklarının çok önemli bir kısmının Kürtçeyi çok az anlamaları, devletin izlemiş olduğu Türkleştirme-asimilasyon politikasıyla doğrudan ilişkilidir.

Bütün mevcut gerçeklere rağmen Kürt kökenli Alevilerin, halen devlet partisi olmakla övünen CHP’ye yönelmiş olmalarının politik nedenlerini açığa çıkartmak oldukça önemlidir. Dersim jenositi devlet partisi CHP tarafından yapılmış olmasına rağmen, Dersim’de devlet partisinin halen önemli bir güç olmasının sosyo-politik arka planının çok yönlü araştırılmasına ihtiyaç var. Sayıları yaklaşık olarak 3,5-4 milyonu bulan Kürt kökenli Alevilerin, kendisini yüzyıllardır katleden rejimlerden veya devletlerden politik bağlarını kesinlikle koparmalıdırlar.

Kürt Hareketinin Barış Süreci Ve Alevilerdeki Yansıması

Devlet Partisi olmakla övünün CHP’nin özellikle Kürt Alevilerine yönelik izlediği psikolojik saldırının esası, Kürtlerde oluşan ‘ulusal’ kimlik duygusunu kırmaktır. Bunu da Kürtlerin farklı sosyal ve dinsel grupları arasındaki çelişkileri derinleştirerek, dahası bugün önemli oranda kırılmış mezhepsel ilişkileri yeniden ön plana çıkartarak yapmaya çalışıyor.
Bunun en somut örneği, PKK Lideri Öcalan’ın Amed Newroz’unda yayınlanan yazılı konuşmasında “bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” vurgusuna yönelik geliştirdikleri topyekun bir kampanyanın örgütlendirilmiş olmasıdır. Öcalan’ın konuşma metnine yönelik eleştirimi yapmış, özellikle söz konusu vurgunun dışında sayıları 15 milyona yakın olan Alevilere yönelik bir çağrının olması gerekirdi. Bu görüşümü halen koruyorum. Aleviler, bu topraklarda en çok katliamlara uğrayan kesimdir. Doğal olarak, özgürlük için mücadele eden bir hareketten beklentisi farklıdır. Türk Alevilerinin dahi Kürt Hareketinden beklentileri var. Sonuçta inançsal boyutta ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Özellikle AKP ve Cemaatin Alevilere yönelik izledikleri politika, Alevilerden çok açık bir korku ve tedirginliğe dönüşmüş bulunuyor. Bu bakımdan Kürt Hareketinden açık ve gizli bir sahiplenme beklentisi var. Newroz bildirgesinde, İslam Birliğine vurgunun yapılıp, Alevilere yönelik bir açıklamanın olmaması, Alevilerden hem bir kırılganlığa hem de içgüdüsel bir güvensizliğe dahası tedirginliğe yol açtı. Bu duygunun oluşması da çok doğal. Daha sonraki heyet görüşmelerinde Öcalan’ın yapmış olduğu açıklama da bu kaygıları gidermeye yönelikti.

Ancak mesele bunun çok ötesinde bir noktaya getirildi. Tamamen Kürt Hareketine yönelik bir saldırıya dönüştürüldü. Kürtler arasında dinsel çatışmanın körüklenmesine doğru yönlendirildi. Çok açık olarak ifade etmek gerekir ki, ‘PKK’nin Alevileri ötekileştirdiği söylemi’ izlenen psikolojik savaş yöntemidir. Her şeyden önce PKK ideolojik-politik bir hareket olarak, ezilen halkları temsil etti. Aleviliğe yaklaşımı da bu perspektifledir. Örneğin Öcalan’ın ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı eserinde “… Kürt Aleviliği de Zerdeştilikten sonra en güçlü Kürt Kültür direnişçiliğidir… Buna karşılık ovaya yakın Güney Kürtlerinde gelişen Sünni İslam’ı en gerici ve işbirlikçi karakterde gelişmiştir…” PKK’de dinsel, mezhepsel bir ayrım olmaz, hatta ulusal bir yarım olmaz. PKK içinde savaşın çok fraklı etnik ve dinsel kimliğe sahip gerillalar var. PKK politik olarak bu tür eğilimleri kırmış bir harekettir. Örneğin, Diyarbakır’da veya başka bir Kürt ilinde milletvekili seçilen insanların etnik veya dinsel kimliklerine kimse bakmaz. Önemli olan mücadele içindeki konumlanışlarıdır. Bu somut durum tersine Aleviler içinde bütünlüklü olarak aşılması gereken bir sorun olarak duruyor.

PKK, devletin özellikle Kürt Alevilerine yönelik uyguladığı asimilasyon politikasının kırılmasında önemli bir rol oynadı. Bu gerçeğin bilinmesinde yarar var. Kürt Hareketinin bugün gelmiş olduğu politik düzey, sadece Kürtler için değil aynı zamanda Alevilerin toplumsal taleplerinin meşrulaştırılmasını sağladı. Alevilerin inanç kimliklerini çok açık olarak ifade etmelerinde Kürtlerin verdiği özgürlük mücadelesinin çok önemli bir etkisi olduğunu herkesin bildiği bir realitedir.

Ayrıca yaklaşık olarak 3,5-4 milyon Alevi Kürt’tür. Bu bakımdan PKK, ‘Kürtler için barış istiyor, Aleviler sürecin dışında bıraktı’ gibi bir yaklaşımın hiçbir geçerliliği yoktur. Tersine, Kürt Hareketinin gelişme eğilimi bütünlüklü ele alındığında Alevilerin kazanımlarına önemli bir katkı sunmuştur. Devlet partisi CHP’nin en büyük kaygısı budur. Çünkü Kürdistan’da kendisine oy deposu olarak gördüğü Kürt Alevilerinin yönelimi değişmeye başlayınca güç kaybetmeye başladı. Bunun farkında olduğu için Aleviler için psikolojik savaş politikalarını yoğunlaştırdı.

BDP’nin Alevi sorunu çok daha kapsalı işlemesi, Kürt sorunu gibi bir düzeyde sahiplenmesi oldukça önemlidir. Bu konuda bir kısım sorunların olduğunu belirtmek gerek. Gerekli ilgi ve duyarlılığın arttırılması, Alevilerin inançsal bazdaki taleplerinin sahiplenilerek, çözüm sürecinin bir parçası haline getirilmesi demokratikleşme sürecine önemli bir katkı sunacaktır. Çözüm sürecinin ikinci aşamasında BDP, Alevi kurumlarıyla bir araya gelerek, taleplerin çok daha somutlaştırılmasını sağlayarak çözüm sürecinin bir parçası haline getirmelidir.

Aleviler Kendi Sorunlarına Sahip Çıkmalıdır.

Kürt sorunun çözümüne ilişkin atılan adamlar, Aleviler cephesinde önemli tartışmalara yol açtı. Ancak Aleviler sürecin aktif politik öznesi olma konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bu sorunların aşılması için yapılması gereken birkaç noktayı özetlemekten yarar var.

Birincisi, Aleviler, cumhuriyetten bu yana devlet partisi olarak Alevilere yönelik gerçekleştirilen katliamlardan doğrudan sorumlu olan CHP ile olan politik bağını koparmalıdırlar. Hiçbir zaman laik olmamış tersine katliamcı cumhuriyet devletine verdikleri desteği artık kesmelidirler.

İkincisi, Aleviler ezilen ve yok sayılan sosyal bir grup olarak, egemenlerin yanında değil ezilenlerin yanında olmalıdırlar. Alevilerin inançsal bazdaki demokratik talepleri Kürtlerin talepleriyle birbirini tamamlar niteliktedir. Bu bakımdan Aleviler, Kürtlerle ve ezilen ilerici demokratik/devrimci güçlerle birlikte çok önemli demokratik çözüm merkez yaratabilirler.

Üçüncüsü, Alevilerin farklı kesimlerini temsil eden yüzlerce dernek bulunuyor. Bunlar kendi aralarında sorunları ve çatışmayı bir kenara bırakıp merkezi bir örgütlenmeyi yaratmak için somut adımlar atmalıdırlar. Merkezi örgütlü güç olmadan başarı ve güven oluşmaz.
Dördüncüsü, Bugün AKP’ye ve Cemaate destek sunan Alevi kökenli politikacı ve kurumların teşhir edilmesi, onların Alevi toplumu ve kurumlarıyla ile hiçbir bağının olmadığı çok açık olarak deklare edilmelidir,

Beşincisi, Alevi haklarının anayasal güvenceye kavuşturmak için demokratik taleplerini gündemleştirmeli ve kamuoyuna yansıtmalıdırlar. Bunun için zaman geçirilmeden hem Türkiye’den hem de Avrupa’dan komisyonlar oluşturulması ve Alevilerin talepleri tartışılarak somutlaştırılmadır. Londra Cem Evinin bu konuda başlattığı bir eylemlilik süreci, başka Alevi kurumlar tarafından ne desteklendi ne de ulusal ve uluslar arası bir eyleme dönüştürüldü. Merkezi örgütsüzlüğe en somut örneklerden biri olarak karşımızda duruyor.

Beşincisi, Yaklaşık olarak 15 milyon Alevi’den bahsediliyor. Ancak Alevilerin sosyal, kültürel ve politik taleplerinin kamuoyunun ve devletin gündemine sokulması için çok büyük kitlesel gösteriler yapılmıyor. Kendiliğindencilik çok boyutlu devam ediyor. Kürtleri eleştiren Aleviler, neden Kürtlerin bu mücadeleci geleneğini örnek almazlar. Kürtler Amed’de 1. 5 milyon kişi toplayabiliyor. İstanbul’da yaşayan Alevi kökenlilerin sayısı 3 milyondan fazla olduğu söyleniyor. Peki, neden bu kitle harekete geçirilmiyor. Neden yüz binleri kapsayan eylemler yapılmıyor. ‘Biz ötekileştiriliyoruz’ diye feryat koparmak yerine, kitlesel gücünü ortaya koyarak sorunun öznesi olmaya çalış. Alevilerin bu potansiyeli var mı? Var. Peki, neden eyleme geçirilmiyor. Çünkü Alevi kitlesi, kendisini yok eden devlet partisinin peşine takılmış durumda. Bundan kurtulması öz gücün harekete geçirmesi şart.
Artık gerçeğin görülmesi gerekir. Aleviler kendi toplumsal gücünü sokaklara yansıtmazsa, taleplerin demokratik mücadele içinde yüz binlerin sesi olarak kamuoyuna duyurmazsa sürecin dışında kalır.

Devletten ve onların partilerinden Alevilere hiçbir yarar gelmedi. Bundan sonra da gelmez. Aleviler Kürtlerle ve toplumun demokratik muhalif kesimleriyle birlikte kendi sorunlarını toplumun gündemine taşımalıdırlar. Böylelikle politik sürecin öznesi olurlar.

Kazanmak Alevilerin kendi ellerinde.

____________________

[email protected]

1608100cookie-checkKürt sorununun çözüm süreci ve Aleviler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.