Kur riskinden kur zararına sürükleniş

2000 yılında yapılan ve sadakatle uygulamaya koyulan IMF-Derviş programı, gerek kuru baskılayarak enflasyon denetimine katkıda bulunduğu için siyasileri, gerekse girdi maliyetini baskılayarak kârlara katkıda bulunduğu için burjuvaziyi tatmin ederek, sermaye-siyaset işbirliğinin raylarını günümüze kadar döşedi. Günümüze gelene dek sermaye çevreleri için “kur riski” o denli korkulu rüya idi ki, siyasi manevraları görmezden gelen burjuvazi kurlarda bir kıpırdanış olabilir korkusu ile devamlı olarak toplumu gerileştirici siyaseti destekledi. Dünya siyaset ve ekonomi konjonktürünün giderek ısındığı ortamda Türkiye’nin Ortadoğu ve İslâm dünyasının liderliğine soyunma hırsını algılayamayan burjuvazi, emperyalizmin fırsat kollayıcı taktiğini de öngöremedi. Ne var ki, bu rüya şöyle veya böyle bitecekti. Aslında bu bir rüya da değildi. Gafillerce algılanamadan siyaseten uygulanan bu program, Türkiye’de sanayi yapısını montaja dönüştürücü, uluslararası serseri fonlara ve yatırımcı firmalara uygun ve denetimli yatırım ve tüketim piyasası oluşturucu uzun vadeli bir emperyalist proje idi.

Projenin gafillerce öngörülmedik sonuna doğru yaklaşılırken gerçekleşen kur yükselişleri karşısında benzin fiyatına gelen zamlar gibi göze batan olumsuzluklar aslında işin keyfe keder bölümüdür. Asıl sorun, ağırlıklı olarak montaja dayalı sanayi yapısının girdi tedarik maliyeti ve nakit gereksinimi için yurt dışı kredi kullanımı sonucu oluşan açık pozisyonu yanında, halkımızın kısmen gelir yetersizliği kısmen de aşırı tüketim hırsına bağlı borçlanmaları nedeniyle üzerimize çöken karanlık bir gecenin başlamış olmasıdır.

Ülke kaderini belirleyecek seçime yaklaşılırken, ekonomide yaşanan olumsuzluklara makyaj niyetiyle açıklanan teşvik programı ve son KDV yasa değişikliği parite sorununu çözecek gibi gözükmemektedir. Teşviklerin geri bıraktırılmış bölgeler lehine ya da ekonomide öncü rol üsteleneceği düşünülen ileri teknoloji alanları itibariyle değil de firma olarak verilmesi, pakette ekonomiden çok siyasi endişenin önde olduğu kanaatinin uyanmasına neden olmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bundan böyle eleman alımından teşvik uygulamalarına dek hemen her alanda sadakat ehliyetin ya da objektif amacın önüne geçecektir. Bu proje özgür siyasi seçim ilkesine olduğu kadar, etkin piyasa işleyişine de aykırıdır. Birincisi, demokrasi açısından yaşamsal önemi haiz önümüzdeki seçimlerde söz konusu güçlü firmaların manen borçlu olduklarını hissettikleri siyasal kadroya yaklaşımlarını kestirmek zor olmasa gerek. Teşvik yönteminin ekonomik etkinlik açısından oluşturabileceği tahribat ise, siyasetle bu denli kuvvetli bağ oluşturmuş önemli sanayi kuruluşlarının, piyasa üzerinde haksız baskı kurarak, fiyatlar, üretim alanı ve biçimi vb gibi birçok konuda rekabeti önleyici ve sektörel gelişmeleri geriletici etki yapabilme olasılığıdır. Teşvik uygulamasının kamusal fon kullanımı niteliği taşıyor olması, uygulama sonuçlarının bir tür denetime tabi tutulmasını gerekli kılar. Ekonomik teşviklerin sonucunun siyasi teşvik olarak görülüp algılanması, ekonomi alanında etkinsizlik oluşturma yanında, siyaset alanında da demokrasiyi (burjuva demokrasisi de olsa!) katletme anlamına gelir.

Tüm teşviklere rağmen önlenemeyen kur yükselişlerinin firmaları ve yaklaşık 450 milyar dolar borçla genelde Türkiye’yi sürüklemesi, salt ekonomiyi değil, aynı zamanda ve özellikle de siyaset sıkıştırır. Bir ülkede halkın algılaması başat kesimin algılaması ve programına göre şekillendiğinden, halkın yaygın genel algılama körlüğünde, zor koşullara sürüklenen ulusal firmalar tedricen ortaklık ya da el değiştirme şeklinde yabancılaşabilir. Bu gelişme siyasal erkin ekonomik ve toplumsal işlevlerinde ciddi değişikliğe yol açar. Uluslararası sermayenin küresel düzlemde sınırlandırılamaz hareketlerinin çevresel ekonomilerde sömürü baskısını yükseltmesi, devletlerin işlevlerinde demokrasi alanından baskılama ve şiddete dayalı anti-demokratik alanlara yönelişe, bu bağlamda yönetim biçimi, hukuk sistemi, eğitim, basın vb alanlarda gerekli uyumlaştırıcı değişikliklere yol açar.

Görece kaynak bolluğu dönemlerinde algılanamayan mukadder sonucun giderek somutlaşan görüntüsü algılamamıza yansırken vakit çok ilerlemiş olabilir. Bir zamanlar siyasetin ve burjuvazinin yollarını birleştirip sürecin halk yararına olduğu görüntüsü veren siyaset, çok farklı olayların da etkisiyle hiç beklenmedik dönemde tersine dönüp kur zararı oluşturduğunda ülke ekonomisi ve siyaseti emperyalist güçlerin denetimine geçebilir. Bir zamanlar özelleştirmeler aleyhine Danıştay’da dava açılıp, ülke ve halkımız çıkarına kararlar istihsal edilebilirken, bugün bu yolların işletilemez konuma getirilmesi iyi okunması gereken bir süreçtir.
Kur yükselişini lütfen tümü ile dış gelişmelere bağlamayalım. Bu kadar teşvik yerine, ülke kaderini siyasi kaderin önüne alma fedakârlığı gösterilip, siyaset normalleştirilmiş olsa idi, böylesi ağır maliyetlere katlanmaya gerek kalmadan çok daha olumlu sonuçlar alınabilirdi.

2178110cookie-checkKur riskinden kur zararına sürükleniş

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.