Kızmak mı anlamak mı?

Dünyada ya da ülkenizde olan biten birçok şey kafanıza yatmıyorsa, benden size dost önerisi, hemen terslenip çıkmayın, hemen birilerini suçlayıp rahatlamaya kalkmayın. Öfkelerimiz daha çok anlamadığımız şeylerle ilgilidir ve gerçeği anlamamızı engeller. Birilerine geri damgasını vurup çıkarsanız, birilerini aptallıkla suçlayıp köşenize çekilirseniz kendi adınıza da toplum adına da çok bir şey elde edemezsiniz. Bizim işimiz gerçek nedenlere inmek olmalıdır. Nedenlere inmek zordur. Görünür nedenlere ya da yakın nedenlere ulaştığımızda işin özüne ulaşmış olmuyoruz. Asıl nedenlere ulaşmak sağlam bir kültür birikimini ve buna göre bilinçli insan çabasını gerektirir. Böyle bir çabayı gerçekleştirebilmemizi sağlayacak güçlü bir eğitimden geçtik mi? Geçtik diyebilmek çok zor. Aldığımız okul eğitimi bize temel nedenlere inme gücünü ya da yatkınlığını kazandırmış olabilir mi? Ucundan kıyısından biraz toplumbilim, yanından köşesinden biraz tarih, yalan yanlış biraz felsefe bize böylesi bir öze inme kolaylığını veremezdi.
Her alandaki zayıflıklarımızın ya da yetersizliklerimizin hatta ahlaki tutarsızlıklarımızın büyük ölçüde kötü eğitilmiş olmamızdan kaynaklandığını görmek istemiyoruz. Kültür düzeyimiz aşağılara indikçe eksik yanlarımızı öne çıkarıyoruz ve görme gücümüzü iyiden iyiye yitiriyoruz. O durumda yaşamımızı kaba ölçüler içinde ve tam bir gelişigüzellikte sürdürmek kalıyor bize. O durumda yaşadığımız nice olumsuzluğu, toplumsal düzeyde ve kişisel düzeyde ardı ardına yaşadığımız birçok sıkıntıyı ve açmazı yazgının ya da şanssızlığın oyunu olarak görüp rahatlıyoruz. En büyük ve en çirkin kolaylığımız kendimizi suçlamamız gereken yerde başkalarını suçlamamızdır. Daha da ileriye giderek Felek diye adlandırdığımız düşsel imgenin olmayan etkisini varsayıp bütün bir varlığı suçlayabiliyoruz. Dünyanın her yerinde kendine yenilmiş insan tipleri kol geziyor. Gerçekliğin gözlerine çekinmeden bakabilme yürekliliğini gösterecek insan kolay bulunur bir şey değil. Uçurumlardan kaçalım derken uçurumlara düşüyoruz: boşlukta bitmek tükenmek bilmeyen bir akış bu.
Bu akışta yalnız başkalarına değil kendimize de yalanlar söylüyoruz. Ya doğrunun ne olduğunu bilmediğimiz için yapıyoruz bunu ya da ahlaksızca küçük şeyler elde edebilmek için yapıyoruz. Plutarkhos yalanı kölelerin işi diye görüyordu. Burada köleyi elbette daha geniş anlamında almamız gerekir. Kendi kendisinin kölesi olmuş insanlar kocaman bir yalan okyanusunda yüzerler. Ne inançlarının ne bilgilerinin sağlam bir temeli vardır. Yalan yalanı çeker yalan yalanı doğurur. Bir yalanı bir yalanla örtmeye kalkarız. Bu arada doğrularımız da yalanlarımızın arasında yitip gider. Az emekle ya da hiç emek vermeden ayakta durabilme hesaplarımızın bizi nerelere sürükleyebileceğini çok zaman düşünmeyiz. Böylece en azından kendimiz için kolaylaştırmak istediğimiz dünya aşılması güç engeller dünyası olup çıkıyor. Bir zaman sonra dönüşsüz yollara girdiğimizi görüp üzülüyoruz.
Bir şeyler iyiden iyiye ters mi gidiyor? O durumda birilerini suçlayıp rahatlamak en kolayıdır. Suçlu dediklerimiz belli ölçülerde suçlu olabilirler. Ama daha yakından bakarsak suçun daha yaygın ve daha köklü bir yapısı olduğunu görürüz. Bizi suçlu kılan şeyler hem bazı yaptıklarımızdır hem bazı yapmadıklarımızdır. Korkup yapmamışızdır, tembelliğimizden yapmamışızdır, bana ne deyip yapmamışızdır, yetersizliğimizden yapmamışızdır, nasıl olsa başkaları yapar hesabıyla yapmamışızdır, yaparsam bizimkiler beni dışlar diye yapmamışızdır, aykırı adam durumuna düşmemek için yapmamışızdır, yapılacak şey değil deyip yapmamışızdır… Bir de yaptıklarımız vardır. Doğru değil ama şu koşullarda gerekiyor diye yapmışızdır, yakınlarımızı hoşnut etmek niyetine yapmışızdır, yapmazsam birileri beni engeller korkusuyla yapmışızdır, biraz daha güzel ya da biraz daha olanaklı bir yaşam uğruna yapmışızdır, birilerinin gerisinde kalmamak için yapmışızdır, tutkularımızın tutsağı olup yapmışızdır…
Ne ölçüde bize ters düşerse düşsün, her insanlık durumunu temeldeki nedenlerine inerek iyi anlamak zorundayız. Nedenleri iyi araştırmak zorundayız. Ancak o durumda kendimizi ve başkalarını doğru kavrayabiliriz. Yoksa siz beni suçlarsınız ben sizi suçlarım. O koşulda açık açık konuşamayız. Sıkıntı büyüdükçe büyür. Asıl sorun kendimizi ve dünyayı doğru anlayacak yetkinliğe ulaşmış olmak sorunudur. Bu noktada eğitimimizden gelen ve aşılmaz gibi duran engeller var. Gündelik yaşamın dalgasız sularında akıp gidenler kendilerini de dünyayı da kavrayabilecek düzeyi tutturamazlar. Zor koşullarda en akıllılarımızda bile aptallığa benzer bir şeyler ortaya çıkmıyor mu?

644590cookie-checkKızmak mı anlamak mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.