Çölaşan Vak’ası… (5)

Sabah hiç kimse durumun farkında değildi.
Nasılsa köşe yazarları saat 15.00’e kadar yazılarını yazarlar, sonra İstanbul’la bir sorun olup olmadığını sorarlar ve iş biterdi. Her zaman Istanbul’a aramazlardı ama hani usulden bir yoklarlardı.
Eğer saat 15.00 olmuş, yazarın yazısı İstanbul’daki sorumlu editöre ulaşmamışsa panik kaçınılmaz olurdu. Hele hele Emin gibi birinin yazısı geçmemişse.
Istanbul uygulanan sansürden sonra yaşanan sessizliğe pek anlam verememişti.
Emin bir gece önce hiç kimseye ulaşamamıştı ama ertesi gün de tek bir haber çıkmamıştı kendisinden.
En çok korkan, ürken Ertuğrul Özkök olmalıydı. Bu derin sessizliği çözmek için Ertuğrul ve bazı editörler bir kaç koldan Emin’in aranmasını istemişlerdi.
Tabii, Ankara’da Sedat Ergin çok güç anlar yaşayacağını hiç tahmin etmiyordu. Nasılsa Emin’i koyduğum yerde bulurum diye düşünüyordu ama beklendiği gibi çıkmadı tahminler.
Emin’in evdeki telefonlar kaput.
Çölaşan cep telefonu kullanmaz. Ordan ulaşmanın hiç şansı yok.
Evin kapısında koruma polisleri birinci duvar.
Ama “Bir de biz deneyelim” diye Sedat Ergin’in çaldığı ev kapısı yine duvar.
Eşi Tansel hanım kocasının nerde olduğunu biliyor ama “bilmiyor”
Emin, o uzun gün kayıpları oynuyor.
Tabii ertesi gün köşesinde bir anons “Yazısı yetişmediğinden dolayı…”
“Yersen rafta dolma var” diye bir laf vardır pek severim, aynen öyle.
Yemezler ama okuyucu ne yapsın?
Bütün gün aramalardan ve gazete baskıya girdikten sonra telefonlarını açan Emin gerekli ve yeteri kadar tepkiyi verdiğine inanmaktadır.
Ama sadece bununla mı kalınacak?
Sanırım ertesi gün Ertuğrul Özkök Genel Yayın Müdürü şapkasıyla Ankara’ya gelecek ve Emin’in gönlünü almaya çalışacaktır.
Nedeni o günlerde Aydın Doğan’ın hükümetle çözeceği, çözmesi gereken önemli girişimleri vardır, suyu gerçerken at değiştirip basın dünyasında “velvele” yaratmak iyi olmazdı da ondan. Yoksa Emin’in karakaşına, yeşil gözüne Özkök bayılmıyordu açıkcası.
Çünkü Ertuğrul Özkök’ün bir diğer  TUSİAD ,yani işveren şapkası o günlerde devrededir. Patron adına hareket etmek zorundadır.
Patronun ve gazetenin bu gelişmeden “yara almadan” çıkması önemlidir Özkök’e göre.
Ama ertesi gün Hilton’daki Özkök-Ergin-Çölaşan öğle yemeği dahi, bu acımasız sansürü Çölaşan’a unutturmayacaktır.
Ve aylar sonra…
Bir gün…
O dönemde, gazete içinde Ertuğrul’un sonradan yazar olarak kadroya kattıklarından birini, Çölaşan hiç ama hiç sevmemektedir.
Nasıl sevsin ki?
Bir kere aynı kamptan, yani ayni görüşten değiller.
İkincisi yeni yazar “Çiller yalakası” olarak Emin’in gözünde küçücük biridir.
Üçüncüsü Ertuğrul Özkök’ün yeni gözdesi bu yazar, kendisinden başka kimseyi sevmediği gibi Emin’i de sevmemektedir.
Yani kalp kalbe karşı bir tablo.
Hürriyet’teki yazarlar tüm haberleri ve bir sonraki gün çıkacak köşe yazılarını önceden okuma hakkına sahiptirler.
Yani Emin isterse Oktay Ekşi’nin, ya da Bekir Coşkun’un yazısını onların haberi olmadan okuyabilmektedir.
Tabii ki Oktay Ekşi de isterse Emin’in bir gün sonra yayınlacak yazısına göz atabilir.
Bir gün Emin’e bir haber uçurulur gazete içinden:
“O mahut yazar varya, sistemi aç ve yarınki yazısını oku”
Emin güvendiği adamından gelen uyarı üzerine sisteme girer, Ertuğrul’un gzöedesi yazarın yazısınu bulur ve okur.
Tabii Emin’in o an yüzündeki ifadeyi görmek mümkün değildir.
Ben tahmin edeyim hemen: Bir sigara yakıyordu. Kapı açıkca “Emine hanım bana acele bir kahve yap” diye bağırıyordur.
Kahve geldikten sonra da sinirleri hale gerilidir. Ama zamanın geçmesi lazımdır onun için.
Bir saat sonra gazeteler baskıya verileceği an gelmiştir. Emin Istanbul’dan Özkök’ü telefondan arar.
“Bak Ertuğrul, bu arkadaşın yazısı yarın gazetede yayınlanırsa ben bu gazetede yokum.”
Var mı böyle bir sansür türü dünyada?
Var…
(devam edecek)

 

 


 

1623410cookie-checkÇölaşan Vak’ası… (5)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.