Lafla vapurlar yürümez

Ortak yaşam alanımızla ilgili kararlar bir şirket yöneticisinin iki dudağının arasından çıkan sözlere bağlı olabilir mi?

Deniz Otobüsleri Genel Müdürü Ahmet Paksoy müjde veriyor: “İstanbullular böyle bir geleneği sürdürmek istiyorlar. Yine cam bardağa döneceğiz.” (Yönetimin el değiştirmesinden sonra cam bardaklar kaldırılmış. Plastik bardağa geçilmiş.) “İstanbul deyince akla vapurlar geliyor. Kaldırılmaları söz konusu değil. Pırıl pırıl hale getireceğiz ama görüntüyü yok etmeyeceğiz. Bu görüntü İstanbul demek, değiştirmeyi aklımızdan bile geçirmeyiz.” Peki düne kadar hiç durmadan çalışan İstanbul’un en güzel vapuru, Fenerbahçe nerede? Haliç’te yapılmış olan Suadiye, Maltepe, Sedefadası, Bostancı gibi vapurlar nerede? İngiliz yapımı Kuzguncuk, Kanlıca, Ataköy nerede? Nerede bu İstanbul’un en güzel vapurları? (Dikkatinizi çekerim ‘vapur’ sözcüğü fransızcadan geliyor ama dünyada bizden başka kullanan yok!) Yoksa Haliç’te çürümeye mi terk edildiler?

İstanbul’un en güzel vapurlarını hizmetten çeken, küçüklerinden bazılarını da karayolu ile Van’a gönderen ve onların yerine kendi kafasına göre deniz otobüsleri ısmarladığını söyleyen genel müdür, tepki gelince birden bire ağız değiştiriyor. Aklından geçenler şunlar olmalı: “En iyisi işi oldu bittiye getirmek. Nasıl olsa ortadan kaybolan vapurları kimse fark etmedi. Yeni deniz otobüsleri geldiğinde kimsenin söyleyebilecek sözü kalmaz. Üstelik yeni deniz otobüsleri nasıl satın alınıyor, nasıl seçiliyor bunları da kimsenin bilmesi söz konusu değil.” 

Kent yönetimi ile şirket yönetimi birbirine karışmamalı…

Esas olarak kent yönetiminin vapurları (Şehir Hatları İşletmesi’ni) devralmasına diyecek bir şey yok. Kent yönetiminin Ankara’dan yönetilen bir kuruluşa göre daha iyi hizmet üreteceğini, kentin metropoliten ulaşım sistemine dahil edeceğini düşünebiliriz. Fakat bu devralma işinde bir tanımsızlık var.

Paksoy’un başında bulunduğu kuruluş, hizmet üreticisi bir şirket. Bir şirket kamusal ulaşım sistemini yönetebilecek bir yetkiye ve vizyona sahip olamaz. Bu işin bir şirketin amaçlarını aştığı çok açık. Deniz otobüsleri şirketi yöneticisi doğal olarak olaya kendi penceresinden bakıyor: Önce “vapurları değiştireceğiz” diyor. Tepkileri görünce, “görüntüyü koruyacağız” diyor. (Bu Galata Köprüsü’nü, kentin en önemli simgesini yokederken Bedrettin Dalan’in sözlerine benziyor: “Aslına uygun olarak muhafaza ediyoruz” demişti, o da.) Asıl sorun bizim ortak yaşam alanımızla ilgili kararların bir şirket yöneticisinin iki dudağının arasında olması.

Bugün “görüntüyü koruyorum” derken, yarın öbür gün bacalardaki çift çıpalı amblemi, iskele binalarını da değiştirmeye, İstanbul’un en güzel vapurlarını hurdaya atmaya kalkabilir. Bize ‘hoşgörü’ ile tahammül eden, ama sorunu kendi bildiğine ‘tercüme eden’ bir yaklaşım söz konusu. Bu yüzden bu işin ortak kararları ilgilendirdiğini göstermek, bilgi paylaşma, yönetime katılma hakkını talep etmek zorundayız.

Şüphesiz yeni tasarımlar geliştirilebilir, yeni araçlar elbette ki satın alınabilir ancak yönetimin tepeden inmeci olmaması ilk koşul. Sonuçta vapurların yerini tutacak başka bir araç yok. Deniz otobüslerine belki yenilerini ekleyebilirler. Ancak ana hatlarda İstanbulluları deniz otobüsleriyle taşıyamazlar. İstanbul’un vapurları, İstanbul’un metrosudur. Bu kentin topografik yapısına uygun bir metropoliten ulaşım sistemi 19.yüzyılda geliştirilmiş ve bu sistem yakın zamanlara kadar hizmet vermiş. İstanbul hep dünyanın en güzel, en hızlı, en kaliteli vapurlarına sahip olmuş…

Bugün kent yönetimi metropoliten ulaşım sisteminde tek söz sahibi olmayı hedeflerken, deniz ulaşımında da İstanbulluları oldubittilere getirmeyecek kadar yol yöntem bilerek hareket etmeli. Örneğin deniz ulaşımı İstanbul’da trafiği rahatlatacağı düşünülüyorsa, sübvanse edilebilir. (Bu önemli, çünkü vergiler bunun için toplanıyor.) Vapurlar konusu aynı zamanda demokratikleşme ve kamu politikası konusu. Ulaşımın basit bir teknik konu olarak görülmemesi, bir kamu politikası ile yönetilmesi için en önemli araç ise planlama. Bu nedenle planlama faaliyetinin bir takım uzmanların ve çıkar gruplarının görüşleri olarak biçimlenmemesi gerekli.

Kent yönetimi dar bir perspektife sıkıştırarak, kendisiyle sarmaş dolaş olan çıkar gruplarıyla, hizmet üreticilerin ile karar üretmemeli. Şu anda bir tarafta İstanbul’un metropoliten planları hazırlanıyor. Diğer tarafta ise adım adım, kimsenin haberi olmadan deniz ulaşımı ile ilgili kararlar alınıyor, uygulamaya konuyor. İnsanların yaşam alanını biçimlendiren kararlar alınıyor ve bunu kamuya mal edecek kuruluşlar, profesyoneller devre dışı bırakılıyor.

Bu işte yöntemsel bir tanımsızlık var. Bu kenti, ortak yaşam alanımızı yaşanmaz hale getiren, güzelliklerini yok eden bu. ‘Sivil toplum’ deyince yalnızca çıkar gruplarını esas alan bir yaklaşım söz konusu. Bağımsız profesyonellere, STK’lara yer yok.

NE YAPMALI?

Metropoliten planlama artık tepeden inmeci yöntemlerle yapılmamalı, kentin amaçlarını belirleyebilecek katılımcı yöntemlerle geliştirilmeli. Deniz ulaşımının yönetimi bir şirkete verilmemeli. Şirketler hizmet üretebilirler. Ancak halk adına kamusal nitelikli kararlar üretemezler.

Deniz otobüsleri yöneticisi de kent adına bir takım kararlar almayı kendi yetkisinde görmemeli, bu kararları kendi başına almamalı. Kararlar başka ölçekte alınmalı, şirketlerden yalnızca hizmet üretmeleri istenmeli. Metropoliten planı hazırlayan görevliler kendi görüşlerini ya da kişisel tercihlerini açıklamak yerine kararların meşru biçimde alınmasını sağlamalı.

Bağımsız kurumların, profesyonellerin metropoliten ulaşım yönetimini desteklemesi ve araştırmaları ile halkı bilgilendirmesi sağlanmalı. Şehir Hatları İşletmesi adı, amblemi korunmalı. İskele binaları terminal, falan olmamalı. Kaliteli vapurlar kesinlikle hurdaya gitmemeli. Paşabahçe, Fenerbahçe, (hatta kadir bilmezlikle atılan Dolmabahçe) gibi mükemmel olanlar özelllikle anıt gibi korunmalı ve kullanılmalı. Bence yeni vapurlara acil ihtiyaç yok.

Şu anda kullanım dışı bırakılan dünyanın en kaliteli kent içi ulaşım araçları tıpkı başka şehirlerde yapıldığı gibi bakımlı tutularak kullanılırsa, ihtiyacı karşılar. Bu çözüm hem çevreci, hem yerel emeği ve istihdam kapasitesini geliştiren bir uygulama olur. Tersaneler, bakım onarım yerleri nasıl işletilecek, kullanılacak, buralarda neler olacak bütün bunlar demokratik bir şekilde kararlaştırılmalı.

Tersaneyi belediyenin hizmet birimi olarak kullanması (belediyede çalışan bir yönetici tersanede kendilerine bir yer hazırlanacağını ve oraya taşınacaklarını söyledi) ya da kafasına göre spor kulüplerine vermesi, bir köşeyi de kendi yöneteceği bir müze yapması bir cinayet!

Bugüne kadar vapurların isimleri konusunda bile sessiz kaldık. Şirketi Hayriye’den beri vapurlara deniz kenarındaki semtlerin ismi veriliyordu, vapurlara. Kalamış, Altınkum, Kalender, Kuzguncuk gibi. Sonra şehitler, devlet büyükleri falan… Bu isimler akılda bile kalmıyor. İlk önce semantik bir kirlenme yaşandı. İsimler kente dair olacağına, resmiyetçilik siyasal popülizmle daha da ağır bastı. Bu gelenek devam etmeli.

Bunları istersek otobüs şirketi yöneticisinin tahakkümünden kurtuluruz.

Korhan Gümüş / [email protected]

1633660cookie-checkLafla vapurlar yürümez

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.