Laiklik Üzerine

Ahmet Hakan’ın Hürriyet’te yayınlanan* İştar Gözaydın‘la din üzerine sohbetinde laiklik konusunda ilginç vurgular yer aldı. Gözaydın’a göre Osmanlı düzeni laikti. Cumhuriyet rejimi ise, Padişahın atadığı şeyhülislam yerine Diyanet İşleri başkanlığını kurarak, Osmanlıda yerleşik olan laiklik anlayışını sürdürmekle yetindi. Gözaydın, sürekliliği daha da gerilerden başlatarak, Bizans’ın da aynı laik geleneğin bir parçası olduğunu söylüyor. Sosyal yapıların uzun-dönem niteliğini belirtmek açısından, en azından Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçişin sürekliliğini vurgulamak açısından sanırım yerinde bir tespit. Ancak bu sürekliliğe damgasını vurduğu iddia edilen laikliğin ne tür bir laiklik olduğu üzerinde biraz düşünmek gerekiyor. Gözaydın, laikliği devletin din ve dini kurumlar üzerindeki kontrolü olarak tanımlıyor. Laikliğin bu tanımından kalkarak, laiklik konusunda Bizans’tan Osmanlıya, Osmanlıdan da Cumhuriyete bir süreklilik tespiti yapmakta bir sakınca bulmuyor. Ne var ki bu laikliğin çok sınırlı ve tarihsel olmayan bir tanımı.

Politik bir ilke olarak laiklik Fransız Devriminin bir ürünüdür. Radikal Fransız cumhuriyetçileri, Katolik kilisesini devlet işlerinden uzaklaştırmayı, ruhban sınıfın gücünü sınırlamayı, dinin ideolojik egemenlik konumuna son vererek onun yerine alternatif olabilecek sivil bir etik ve ideoloji geliştirmeyi amaçlıyorlardı. Laiklik, Napolyon’un Papalıkça aforoz edilmesini de içeren, Katolik kilisesi ile inişli çıkışlı bir didişme sonucunda Fransa da 1905’te yasal bir nitelik kazanıyor. Kilise ile Devletin Ayrılması Yasası ile devletin dinler karşısında kesin tarafsızlığı kabul edilecek, her çeşit dini faaliyetin özgürlüğü teminat altına alınacaktır. Bu şekliyle laiklik, sekülarizm ilkesiyle örtüşür.

Sekülarizm, kökleri Batı Hıristiyan geleneğine dayanan, başlarında kilisenin kendi içindeki dünyevi ve dinsel işbölümünü açıklamak üzere kullanılmış bir kavram olmaktan giderek, devletin meşruluğunu dine dayandırmaması ve farklı dinler arasında taraf tutmaması gerektiği anlamını kazanır. Seküler ilkenin siyasal bir ifadesi Amerikan Devrimi sonucunda ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletlerinin Anayasası’nın birinci maddesinde yer alır. ‘Devletin dini bir kuruma ilişkin veya serbest ibadeti yasaklayan, ya da ifade özgürlüğünü kısıtlayan herhangi bir yasa yapmasını engelleyen’ bu madde sekülarizmin modern dünyadaki ilk somut siyasal tanımı. Fransa’da 1905’te yasallaştığı biçimiyle laiklik ilkesi ile Amerikan anayasasındaki sekülarizm kavramı arasındaki benzerlik açıktır.

Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te gördüğümüz ise çok farklı bir durum. Padişahın örfi hukuk alanında kanun koyma yetkisinin olması nedeniyle Osmanlının seküler ya da laik olduğu sık sık belirtilir. Ancak bu kanunlar rejimin sadece bir öğesidir: devlet dininin ve egemen toplum ideolojisinin İslam olduğu, şeriat yasalarının uygulandığı, ‘organik’ aydınları ulema olan bir yönetim sisteminde seküler kanunların varlığı belirleyici olmaktan uzaktır – Osmanlı’nın laik olduğundan ziyade, olsa olsa laik öğeler içerdiğinden söz edilebilir.
Cumhuriyet de bu yapıyı olduğu gibi devraldı. Teşkilat-ı –Esasiye Kanun’unda yer alan ‘Devletin dini İslam’dır’ maddesi 1924 Anayasası’nda da 1928’e kadar yürürlükte kalmıştır. Cumhuriyet, devletin din üzerinde tam bir denetiminin olduğu Sünni, ya da Sünni-Hanefi devleti olarak kuruldu ve günümüze kadar aynen bu şekliyle devam etmektedir. Laiklik ilkesinin 1937’de Cumhuriyet anayasasına girmesinin fiili duruma bir etkisi olmamıştır.

Osmanlı ya da Cumhuriyet rejimlerinin laiklik ya da sekülarizm ilkesi ile bağdaştırılması mümkün değildir. Osmanlıyı laik olarak tanımlamak belki muhafazakâr kesimler gözünde laikliği şirin göstermeye yarayabilir. Gözaydın’ın da desteklediği bir Alevi Diyanet’i projesi ise devletin Alevi kesimler üzerindeki denetimini güçlendirmesine olanak sağlayabilir, ama laiklik prensibini derinleştirmek gibi herhangi bir işlevi olmaz.

Sekülarizmi, ve aynı anlama gelmek üzere laiklik prensibini, özüne sadık kalarak savunmak gerekir. Tek bir devlet içinde olsun, ya da bir bölgesel devletler federasyonunda olsun, farklı dini inançları olan ya da dini inançları olmayan insanların, birlikte eşit ve karşılıklı güvene dayalı bir şekilde yaşayabilmelerinin olmazsa olmaz bir ön şartı devletlerin dinleri bir siyasi manevra ve kontrol mekanizması olarak ele almalarının engellenmesinden geçiyor. Aydınlanma Çağı’nın bu mirasına sahip çıkalım!

_________________

* Ahmet Hakan’la Çarşamba Sohbetleri, Hürriyet (28 Ocak 2015)

Dario Navaro
Londra 15 Şubat 2015

1081320cookie-checkLaiklik Üzerine

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.