Likya’nın ‘tavan arası’nda…

Geçtiğimiz haftalarda birkaç kez Elmalı’yı ziyaret ettim. Bu ziyaretler, hem haber ve araştırma hem de Elmalı’da çok sevdiğim dostlarımı görmek amaçlıydı. En son ziyarette Likya aşığı dostum Ressam ve fotoğraf sanatçısı Aydın Çukurova ve Mimar eşi Ebru’yla birlikteydik Elmalı yollarında.

Bu defa başta Elmalı’nın Gölova (Müğren) köyündeki 2500 yıllık Likya mezar anıtını ve bölgedeki birçok tarihi kalıntıyı görecek olmamızın heyecanı var. Hele de bölgeyi ömrünce karış karış arşınlamış olan Elmalılı Arkeolog Ünsal Özçakır gibi bir bilgeyle gezecek olmak ayrı bir heyecan. Sivas katliamında yitirdiğimiz 37 candan biri olan Şair Uğur Kaynar’ın kardeşi Soner Kaynar da bize eşlik ediyor bu gezide. Soner de ‘eş durumundan’ dolayı birkaç yıldır Elmalı’da sürdürüyor yaşamını. Kendince “yerleşik yabancılık bizimkisi” diyor. Ancak ağabeyi gibi şair olan Soner, Elmalı’nın dingin yaşamına çoktan alışmış. Bir de şu ekonomik kriz insanın belini bükmese… “Yandığımız yetmedi mi, daha ne kadar yanacağız?” diyor Soner, içinden geçtiğimiz günlere isyan edercesine.

Önce, Elmalı’nın ünlü “Dua Yokuşu”na varıyoruz. Ünsal Özçakır ve Soner Kaynar bizi yolun kenarındaki kahvede bekliyorlar. Kahvelerimizi içerken Ünsal amcanın o pırıltılı hafızasının kıvrımlarından çıkardığı Elmalı anılarını dinliyoruz bir yandan. Süha Arın’ın Likya belgeselleri çekmek için bölgeye yaptığı ziyaretleri, birlikte yaptıkları Likya gezilerini anlatıyor Ünsal Özçakır. Göreceğimiz yer bir hayli fazla, gecikmeden yola koyuluyoruz…

KUTU GİBİ MÜĞREN EVLERİ

İlk durağımız Elmalı’ya 12 kilometre uzaklıktaki Müğren köyü. Bugünkü adı Gölova olan köy, geleneksel sivil mimarinin güzel örneklerini barındıran evleriyle dikkat çekiyor. Hele o kutu gibi tahıl ambarları. Anadolu’nun mütevazı yaşamı burada hayat bulmuş sanki. Dört metrekarelik bu ambarların üstüne iliştirilen kibrit kutusu gibi konutlarda kim bilir kaç kuşak yetişti? Bu günün 180 metrekarelik konforuna sığamayan kentli konformistleri düşünmeden edemiyor insan.

BİLİMLE SÖYLENCENİN ZAMAN TÜNELİNDE

Müğren’in asıl ünü dillere destan üzümleri. Bölgede “Müğren üzümü” olarak ün salmış. Bu mevsime üzüm pek kalmasa da muhteşem güzellikteki Müğren evlerinin avlularından sarkan son salkımlara yetişiyoruz birer ikişer. Ancak bizim Müğren’de olma nedenimiz 2500 yıllık olduğu öne sürülen Likyalılardan kalma mezar anıtını görmek ve bu yapıyla ilgili hikâyeleri dinlemek. Çünkü Elmalı ovası öyle bir coğrafya ki, neyin gerçek, neyin hikâye olduğunu ayırt etmek gerçekten çok güç. Bilimle söylencenin iç içe geçtiği bir zaman tüneli buralar.

BUGÜNÜN FARSLISI ARIYOR!

Ünsal amca ( biz ona böyle sesleniyoruz), benim “Likya’nın tavan arası” benzetmesi yaptığım Elmalı bölgesi için “burası yeryüzündeki birkaç ruhsal enerji noktasından biridir. Tibet gibi” diyor. Müğren’in hemen kıyısından başlayan antik yoldan tepeye doğru yürümeye başladığımızda çalan telefonuma baktığımda Ünsal amcanın bu sözünü anımsıyorum. Telefondaki ses, Almanya’da yaşayan İranlı dostum Rahim Fathi Baran’a ait. Uzun süredir haberleşmediğimiz Rahim’in sesi, tepeye varır varmaz kesiliyor. Ünsal amcaya, Perslerden kaldığını öne sürdüğü bu yapıyı görür görmez İranlı dostumuzun aramasının bir işaret olup olmadığını soruyorum, gülüyor…

Ve Müğren köyüne hâkim tepenin tam ortasındayız. Elmalı ovasının tam ortasında. Biraz sonra Ünsal amcanın anlatacaklarıyla da tarihin tam ortasına düşeceğiz.

ŞABAN, LİKYA’DA ASKERDE!

Tepenin tam ortasında, alınlıklı muhteşem bir yapı duruyor. Doğuya bakan bir kapısı, batı yönünde de küçük bir penceresi var yapının. Dış cephesi sağlam görünmesine karşın içine girdiğimizde gördüğümüz manzara insanı ürkütüyor. Yapının hem dış yüzeyi hem de içi tarih vandalizminin kurbanı olmuş durumda. Şaban, Ayşe, Apo, Ali, Fatma… Kimi asker, kimi köylü. Eline boya alan, şafağını, aşkını, meramını 2500 yıllık yapının duvarına kazımış. Bıçakla, çiviyle, çekiçle, keserle çizilmiş. Daha da kötüsü yapının zemini yıllar önce define avcıları tarafından paramparça edilmiş. Aydın Çukurova bol bol fotoğraf ve video kaydı yaparak bu tahribatı belgelerken, eşi Ebru da Ünsal amcanın anlattıklarına kulak veriyor heyecanla.

İnsan, dünyanın bu en şaşılası coğrafyada her an paradokslarla karşı karşıya kalıyor. Ünsal amca bu yapıyla ilgili başından geçen bir olayı anlatıyor ve tarih yağmacılığıyla, dünyanın en masum koruma duygusunun nasıl aynı coğrafyada bir araya geldiğine şaşırıyorsunuz.

MAHKEMEDE STEL VAR!

Ünsal amca Arkeolog olduğu için Elmalı bölgesinde sıklıkla yaşanan define ve tarihi eser kaçakçılığı yüzünden ortaya çıkan adli olaylarda “bilirkişi” olarak çağrılan biri. “Yine bir gün Elmalı Ağır Ceza Mahkemesinden çağırdılar” diye başlıyor anlatmaya… “Mahkemeye gittim, oturup bekliyorum. Yanımda da Müğren’den yaşlıca bir köylü oturuyor. İçinden de dualar okuyor, mahkemeye doğru üflüyor… Mahkeme henüz başlamadı. Bu daha ilk duruşma. Ben sanığın bu köylü olduğunu anladım. ‘Ne yapıyorsun, nerelisin, şöyle böyle’ gibi sorular sordum. ‘Ya sorma arkedeş’ dedi. ‘Su deposunu imece usulü yaparken, kazı sırasında şöyle bir taş çıktı’ diye anlatmaya başladı başına gelenleri. Taş dediği bir adak steli. Eee dedim. ‘ulan arkedeş taş o kadar güzeldi ki kıyamadım, evde ona uygun bir niş vardı götürüp oraya koydum’ dedi…

Aradan 15-20 yıl geçiyor, bu köylünün bir hasmı ‘bu adam antika kaçakçısıdır’ diye jandarmaya ihbar ediyor. Köylünün evini jandarma basıyor, tutup götürüyorlar…
Sanıyorum 1989 yılıydı. Bu köylü mahkeme koridorunda ‘beni ağır cezada yargılamaya başladılar. Meğer bunlar kanunen yasakmış, ben okuma yazma bilmem kanunu ne bileyim’ diye hayıflanıyor. Dualar okuyor kendi kendine…

Duruşma başladı. Mahkeme heyetine ‘steli görebilir miyim?’ dedim. Gidip getirdiler. Müthiş bir stel. Ve bu tapınağı tasvir ediyor. Üzerinde bir rahip olan Magus kabartması var, yüzü örtülü ve eldivenli. Domuz kabartması ve ve Magus’un elinde domuzu kurban eden Akinake denilen bıçak var. Bu stel şimdi Antalya Arkeoloji Müzesinde olması gerekiyor… Tapınağın alınlıklarındaki akroterleri de bu stelde görmüştüm…”

VİCDAN MESELESİ

Ünsal amca köylünün durumuna bakıp, duruşma hâkimine “Bu köylünün kanunu bilmemesi suç ama iyi niyet diye de bir şey var. Yirmi yıl önce imece usulü çalışırken bulmuşlar. Bu adam bunu kırmaya kıyamamış. Götürmüş evine koymuş. Devletin, ‘yurttaşım sen bu eseri korumuşsun. Al şu mükâfatı’ diyerek köylüyü ödüllendirmesi lazım. Biz ne yapıyoruz, yaka paça tutup getiriyoruz Elmalı Ağı Ceza’da yargılıyoruz. Ben yapamam bu bilirkişiliği. Vicdanım elvermez” diyor ve kendisine yazılan bilirkişilik ücretini de almayacağını belirterek bu talebinin tutanaklara geçirilmesini istiyor.

“Hâkimler saydılar, döktüler, bilmem ne maddesi şöyledir böyledir… Onlar konuşuyorlar köylüyle biz de dikiliyoruz… Sonuç, 14 gün ceza, iyi halinden dolayı cezanın talikine… Derken köylü, ‘abe benim yol param da yok. Senin hakkını nasıl öderim’ diyor. Ne hakkı olsun, sen vatandaşlık görevini yapmışsın, ben de aynını yaptım” diye anlatıyor Ünsal amca, başından geçenleri.

BİLİM, ‘LİKYA MEZAR ANITI’ DİYOR

Elmalı dönüşünde Müğren köyündeki bu etkileyici yapının bu günkü harap halini haberleştirmek için yaptığım girişimde, yapının bilimsel niteliği hakkında uzmanların bilgisine başvurdum. Akdeniz Üniversitesi’nden Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sencer Şahin, klasik Likya dönemine tarihlediği ve “mezar anıtı” olarak nitelendirdiği yapıyla ilgili geçmişte incelemeler yapıldığını ancak bu bölgeyle ilgili yapılan çalışmaların henüz yeterli boyutta olmadığını söylüyor. Prof. Şahin’in bilimsel katkısı ve değerlendirmeleri ışığında yaptığımız haberle bu yapının daha iyi korunması gerektiğini kamuoyuna duyurduk.

Ancak söz konusu stele ulaşamadığımız için haberde yer veremediğimiz Elmalılı Arkeolog Ünsal Özçakır’ın anlattığı öyküyü de bu şekilde paylaşmak istedim. Başta da vurguladığım gibi, sonuçta Anadolu’nun birçok köşesi gibi Elmalı coğrafyası da efsaneyle gerçeğin, bilimle söylencenin iç içe geçtiği o kesintisiz akışın bir parçası değil mi?

İLGİLİ HABER VE FOTOĞRAFLAR İÇİN: 2500 yıllık Likya mezar anıtı ilgi bekliyor!

__________________

* Yusuf Yavuz- [email protected]

1195930cookie-checkLikya’nın ‘tavan arası’nda…
Önceki haberSana ne lazım?
Sonraki haberİçinden savaş geçen hayatlar
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.