Ölüm korkusu

İnsanlar yaşamlarını ölüm korkularıyla karartıyorlar, ömürlerini öldüm ölüyorum diye sürdürüyorlar. Birçok kişinin ölüm dendiğinde sapsarı kesildiğini gördüm. Çocuk yaşlarımda ölümle ilgili neler düşürdüğümü anımsamıyorum ama gençliğimden beri ölümü dünyamın dışına atmış olduğumu söyleyebilirim. Her erken ölüm acıdır, her vakitli ölüm bir iyiliktir. Vakitli ve dingin ölümler doğanın bizlere eşsiz armağanıdır. Güzel yaşayanlar güzel ölür diye düşünürüm. Bu inancım doğaya olan bağlılığımdan geliyor. İnsanın yasaları doğanın yasaları üzerine kurulmuştur. Geçmişte doğaya uygun yaşam formülünü ortaya atan filozoflar ölüm korkusunu aşmışlardı. Felsefe ve ölüm birbirine düşmandır, onlar dünya yıkılsa bir araya gelemezler. Felsefenin olduğu yerde ölüm bir söylentiden başka bir şey değildir. M.Ö. I. yüzyılda Horatius “Ölüm kaçanı kovalar” demişti. Ölümden kaçan ya da kaçtığını sanan çok insan var. Yaşamla sorunlu kişiler ölümün ellerine kolay düşerler. Ölmeyi bilmek gerekir. Yaşamak bir sanatsa ölmek de bir sanattır. Yaşamayı bilmek ve ölmeyi bilmek: bilgeliğin zorunlu koşuludur bu. Ölümden korkanların başında benciller gelir, onlar ölümü göze alamazlar, zaten ölümün ne olduğunu da doğru dürüst kavrayamazlar. Benciller almayı bilirler vermeyi bilmezler, en değerli şeyleri saydıkları canlarını vermeyi hele hiç istemezler: canlarını kıyı bucak saklarlar, bu yüzden yaşamın tadına varamazlar. Canlarını koruyamayacaklarını, onu ölümün elinden kurtarmayacaklarını bilirler. Bir bencilin gözünde ölüm doğanın kötü bir oyunudur, gerçek bir haksızlıktır, tam anlamında bir adaletsizliktir. Bencille ölümü konuşmaya kalkarsanız nasıl bir tepkiyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.

Yaşam soyluluğu gerektirir. Ölümü yenmiş insan soylu insandır. Soyluluğun baronlukla kontlukla şövalyelikle bir ilgisi yoktur. Soyluluk ruh yüceliğidir, gerçek büyüklüktür, hiçleşmeyle yani ben’ini öldürmekle gelen olgunluktur, bir “melamet” özlemidir. Dünyadan vazgeçiş gibi görülen bir yücelik katıdır. Orada bütün bir insanlığın bilincine varırız ya da ruhuna gireriz, bütün bir insanlık da bizde kendini bulur. Yalanların boşlukların sinsiliklerin bittiği, küçük hesapların son bulduğu bir yer vardır, orası soyluluk katıdır. Oradan bütün bir dünya görünür, oradan bütün insanı gözlemlersiniz, orada bütün bir insanlığa kavuşursunuz. Soyluluk katında ölüm anlamını yitirmiştir. Soyluluk dediğimiz şey felsefenin insana sağladığı görüden başka bir şey değildir ve soylu olmak erdemli olmaktan başka bir anlama gelmez.“Tek kişi yüz bin kişiye bedeldir soyluysa” diyordu Herakleitos. Soyluluk öncelikle bir insan olma insana adanma ülküsüdür.

Ölümle aramızda ille bir bağ olacaksa o bağ dostluk bağı olmalıdır. Ölümle konuşup görüşebilmeliyiz. Yaşamdan ölüme gözünü kırpmadan bakabilen kişi gerçek dinginliği bulacaktır. Ölümün buna göre gerçek bir eğitici olduğu kesindir. Yalansız dolansız bir yaşamın penceresinden ölümün görkemini gözlemlemek bize huzur verecek, yalnız ölüm korkusunu değil her türlü korkuyu yenmemize yardım edecektir. En azından ölüm bize şunları söyleyecektir:“Bayağılıklardan uzak durun, sevmeyi bilmeyen sevgililerden, savaşmayı bilmeyen savaşçılardan, yalnız kendine inanan inançlılardan kaçın. Soyluların katında olsun yeriniz. Kirlenmişlerle olmayın. Bilgelik yürekliliktir, yalnız yürekliler yaşama ve ölme hakkını tam olarak elde edebilirler.” Yüz yıl koyun gibi domuz gibi tilki gibi yaşayacağıma bir gün aslan gibi yaşarım demektir bu. Seneca şöyle diyordu: “Yüreklilik yıldızlara korkuysa ölüme götürür.” Arkanızda beyaz bir geçmiş bırakabiliyorsanız ölümden ne diye korkasınız? Bir gün artık yalnızca başkalarında yaşar duruma geleceksiniz. İnsanlığa kattıklarınız sizi ölümsüz kılacak.

İnsanlar yaşamayı bilmedikleri için ölmeyi de beceremiyorlar. Dünyayı kendi küçücük pencerelerinden gözlemlemeye kalkanlar, bu gözlemden eli boş döndüklerini düşünmeyip bütün bir dünyanın sezgisine eksiksiz varmış olduklarını sananlar, bir yandan aldatırken bir yandan aldananlar ölümden bucak bucak kaçacaklardır. Yarım yamalak bir şeyler öğrenip kendilerini üst düzeyde bilge sananları ölümden korktukları için eleştirebilir miyiz? Dolapçı sevgiliye, yalanlardan kuleler kuran dosta, kendinden öte bir dünya tanımayan arkadaşa, gözünü senden ayırmayan komşuya, güçsüzü ezmek için fırsat kollayan yetkiliye ölümden korkma diyebilir miyiz? Karnını kebapçıda doyurduktan sonra eve gelip bulgur pilavından iki çatal alan babaya, felsefe bilmeyen filozofa, şiirden anlamayan şaire ölümü anlatabilir miyiz? Onlar yaşamayı bilmedikleri için ölümü de bilmiyorlar ve ölüm sözünü duydukları zaman tir tir titriyor kaçacak yer arıyorlar. Onlar ölmekten hep korkacaklar.

645810cookie-checkÖlüm korkusu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.