Ölmeye yaşayanlar – İçimin konukları

          “Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan
          Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
          Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
          Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
          Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim.”
                                                            Ahmet Telli


Ölümü hep ensemizde duyarız. Hep arkamızdan geldiği için, bize yetişemeyecekmiş gibi, ondan hep bir adım önde duyumsarız kendimizi. Hatta bazen o bizi yakalamasın diye koşturarak yaşarız önümüzde uzanan zamanı.


Ama ölümün soluğunu burnumun ucunda hissettiğimden beri, figüran gibi olduğum hayatımda başrole yükseldiğimi hissettim. 
 
Ölüm gerçeği, bir hiç olduğumuzun değil, “ol”duğumuzun kanıtı gibi.


Eskiden insanlara bakınca, mesela öğrencilerime, onlara içimden sevgi taşardı bazen. O coşkulu zamanlarda sevdiğimi-sevdiklerimi göğsümün içine  alırdım. Şimdi onlara bakarken anladım ki, ben onlarda hoşuma giden, içimde sıcaklık uyandıran hallerini ve benim sevme sebebim olabilecek yanlarını düşünmeyi sevdim hep. Belkide ben sevmeyi hiç bilmedim. Şimdi onları, geçmişleri, gelecekleri, seçimleri, geldikleri kökleri ile, duruşlarını, farklılıklarını sevmeye başladığımı duyumsadığımda, yaşamı almaya başladığımı, kendimi geçmişimle, geleceğimle, seçimlerimle, geldiğim köklerle, duruşumla ve farklılıklarımla sevmenin kıyısında bulduğumu fark ettim..


Bir insanı algılamamda yanılgı oluşturmadan, onu olduğu gibi görebilmenin ya da gördüğün gibi olduğuna inanmanın, kabul etmenin egzersizlerini yapmaya başladım.


Tıpkı dünyayı da öyle yalın algılamaya çalıştığım gibi. Onu kınamadan, sınamadan, kötü ve acımasız görmeden veya anlamlarla süsleyip yüceltmeden…İki uç arasında gidip gelen görüş, geriye kafa karışıklığı ve yorgunluk bırakırmış. Dinginlik daha yalın algılamaktan geçermiş.


Hayatıma giren herkesten bir gelecek bekleme nedenimi buldum. Bir dostumun geleceğimde beklediğim biçimde olmayacağını öğrendiğim bir veda gecesi, geçmişi düşünmeden şu anı yaşamak gerektiğini ilk defa hissettim. Dolapta duran ton balıklı sandöviçi sabaha bekletmeden yemek gerektiği fikrine kapıldığım bir gece. “Sabah olmayabilir. Bu gece son olabilir” derken, hayatım boyunca yapmadığım her şeyden pişmanlık duyacağım anı düşündüğümü fark ettim. Belkide bilinçaltımda ölüme hep yakın olduğum inancı yüzünden. Kendi ölümüme. Kendi ellerimde olan ölümüme.


Ölümü içten içe sık düşünenler, hayatla hem sevişir hem savaşır gibi, ona yaklaşıp ondan uzaklaşırlar. Ama ne çelişkidir ki, bu yüzden zamanı kaçırmaktan ya da az zamanları kaldığından korktukları için, anı yaşayamaz olurlar. Gelemeyeceğine inandıkları bir gelecek için umutlanmak isterler. Hayatlarına giren  kimse, onlar çekip gitmeden gidememelidir. Ama hep bir gün gidebilecek insanlarla örerler etraflarını. Kimse kalsın istemezler. Çünkü en sevilenler mutlaka gider. Çünkü kimse kimsede kalamaz. Kendinden başka. Kimse kimseye kalıcı olarak gelmemiştir. Ruhlar birbirine kısa ziyaretler ile kavuşur. İnsan kendi merkezinde kendiyle mutlu olmalıdır. Başkasının yakınlığı misafirliktir. Birbiri için istekli konuklar bilirler ki, ne kadar zaman geçerse geçsin ruhunun bir zamanlar ziyaret ettiği başka bir ruh, sana topyekün yabancı olamaz. En önemli anlarda yanında olamasa da, en zor zamanlarında ruhunu yapayalnız hissetse de, uzun zaman göremese de, arada mesafelerde olsa, kalbinde yakınlık kurduğu, en yalansız, en sahici, en çıplak, en kendinden gibi hissettiklerin her zaman senin bir parçandır.


İçimin konukları, ölüm bana kendini gösterip “bu dünyada daha süren var” dediğinden beri onu düşünmüyorum dersem eksik olur. Çünkü ben artık yaşamı da düşünmeye başladım. Geleceğe ilişkin inançsızlığın yarattığı korku yerine sandöviçimi sabah da yiyebilecek zamanımın olabileceğini düşünerek anda acele etmek istemiyorum. 


İçime konuk olmuşlardan biri beni ve yaşadığımız şehri terk ettiği saatlerde herkesin kendi yolculuğunun esaslığına daha da inanıyorum. 


Artık yalnız değilim. Ve yalnızlıktan korkmuyorum. Çünkü kendim var. Bildiğim ve henüz keşfetmediğim tüm varlığımla bir ben var bende benden içeri.  Tıpkı hepimizde olduğu gibi. Hepimizin bir bende konuk olduğunu düşünmek aynı rahimde hayat bulmuş ceninlerin kardeşliği gibi. Birbirimize ne kadar uzak olabiliriz ki.


İçimin konukları, kendimi bulduğumda siz zaten orada benimle birlikte olacaksınız…Ve bu, doğru zamanda yanında olamadıklarımı düşündüğümde, bir veda ya da özür değil, merhaba olacak. Ve ben tekrar birbirimizi bulduğumuz o kısa anlardan birinde “geldin mi?” dediğinizde “ben zaten buradaydım” diyeceğim. Birbirinden ayrılmayan ölümle yaşam gibiyiz, birkez birbirimizi yakalayabildiysek- geçmişte de olsa- her zaman birlikteyiz…Yeter ki sahici olsun!!!


Not: Makyajlarımı gösterecek kadar gerçeğimi sevmiş dostlarıma…içimin konuklarına…

708260cookie-checkÖlmeye yaşayanlar – İçimin konukları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.