Londra niye yanıyor?

Londra yanıyor, diyorlar…
İyi de neden yandığı konusunda kafa karışıklığına bir karşılık henüz bulunamadı, kolayca bulunacağını da sanmıyorum.
Londra yanıyor ve her kafadan bir ses çıkıyor.
Kafa karışıklığı gereksiz, her şey çok açık ve net!
Bu güncel olayla birlikte, çok önemli bir kitlesel gerçeklikle karşı karşıyayız.
Sorunu net olarak görmek bir iç-sezi ve metafizik değerlendirme, soyutlama yeteneği gerektiriyor da o yüzden yorumcuların, olaylar üzerine ahkâm kesenlerin meseleyi bu açıdan ele alması güçleşiyor.
ABD ve Kanada gündeminden nice aktarılacak haber ve yorumlar olduğu hâlde, Londra ayaklanmasına değinmeden geçmek, benim için, neredeyse zor gibiydi…
Londra olayları başlı başına bir ¨soysal laboratuar¨dır ve kaçırılmaması gerekir, kanısındayım.
İngiliz ¨Rock¨ grubu The Clash’ın 1979 albümü olan kötücül senaryolara dair ¨London is Calling¨den beri beklenen şey sanki şimdi oldu.
Olayların ardı arkası kesilmiyor, İngiliz Hükümeti başında olan David Cameron’un Dowing Caddesi’ndeki 10 numaralı, gelmiş geçmiş başbakanlara konut olan binada pencerelerini Londra’nın yoksul semtlerinden gelen dumana kapattığı, içerde soruna çare aradığı biliniyor. Çare, ne Londra itfaiyesini harekete geçirmektedir, ne de hâlen kent içinde ülkenin dört bir tarafından toparlanıp sevk edilmiş polisle 35 bine ulaşmış sayıyı artırmaktır.
Bunların kısa süreli, palyatif önlemler olacağı kesin, ancak insanlığın alnına bir kara leke gibi sürülen kitlesel hareket vahşetini bunların hiçbiri durduramayacaktır.
Önce, ne olduğuna bir daha bakmak gerekiyor: Londra’nın Tottenham semtinde polis uyuşturucu satıcısı bir çetenin adamı olan Mark Duggan’ı tabancayla vurup öldürmüştür.
Duggan’ın ölümü, insan olarak kimsenin öldürülmemesini dileyen bizler tarafından elbette, her ne biçimde olursa olsun kabul edilemez.
Ne ki Londra polis yetkilileri ve resmî ağızlara bakılırsa, Mark taşıdığı tabancasıyla polislere ateş açmak üzereymiş; bunu da geçelim…
Bu olayın hemen ardından Londra olayları patlak verecektir; bizi ilgilendiren kısmı burasıdır.
Mark Duggan gibi haydutluğu tescilli birisinin ölümü üzerine bir koca kentin yakılıp yıkılması, yağmalanması anlaşılır gibi değildir.
Mark Duggan’ı tanır tanımaz, bilir bilmez herkes sokağa dökülmüştür. Hatta onu kimse tanımaz!
Yirminci yüzyılın en önemli romanlarından birisi olarak kabul edilen, Nobel Ödüllü yazar William Goldberg’in 1956’da yayınlanmış olan Sineklerin Tanrısı- Lord of the Flies’ı andıran bir tarzda, düzene son dakikaya kadar itaat eden kitleler birden ayaklanmakta, sokakları işgal etmektedir.
Bunu anlaması, skolastik değerleri bırakmayan sosyal bilimciler için zahmetlidir; ama, gerçek, işte oradadır…
Londra sokaklarının yeni sahipleriyle, yakın zamanlarda Kanada’nın Vancouver kentinde bir futbol takımı yenildi diye sokağa dökülüp ortalığı kırıp geçirenler, birkaç yıl evvel Yunanistan’ın başkenti Atina’da kütüphaneleri ve müzeleri yakmaya kalkışan güyâ ¨devrimci¨ gençlerin saldırganlığı, biraz daha eskiye gidersek 1 Mayıslarda ¨ devrimci gençliğin¨ para çekemediği ATM makinalarına saldırmasıyla ilgili görüntüler neredeyse aynıdır.
Londra’da Mark Duggan’dan habersiz kitleler, birden kampana çalmış gibi sokağa dökülüp haydutluğa başlamıştır.
Olan bu…

Az önceki listeyi, dünya tarihini şöyle bir üstten karıştırsak uzatmak ve en azından yüzlercesini burada saymak olanaklıdır; ama işimiz, bunları sıralamak değildir.
Sadece, 1992’de ABD’nin Los Angeles kentinde yaşanan ve 53 kişinin ölümü, yaklaşık olarak 1 milyar Dolarlık zararla kapanan ayaklanmayı burada anımsatmak yeterli olur.
Bu yazının satırlara geçtiği sırada, Londra olaylarının İngiltere’nin sanayi kenti Manchestar’a ve hatta Liverpool gibi kentlere sıçradığı düşünülürse meselenin sadece toplumsal sorunlar, yoksulluk, ekonomik kriz, eğitimsizlik, ırk-din ve cins farklılığı gibi temel ayraçlar üzerinden anlaşılamayacağı ortaya çıkar.
The Guardian gazetesinden Nina Power, ¨Bireyselci kapitalizm, yarışmacı ve insanları bencilliğe iten ekonomik yapılanma bunlara neden oldu¨ demektedir; eh, kısmen, hatta çok çok kısmen doğrudur. Biz de katılırız bu yoruma… Ama bu yetmez!
Zira Londra’da 90 ekran televizyonu mağaza camını kırıp alan üniversite mezunu olup işi gücü bulunan bir kadın, gazetecilere, ¨Ne yani, hep parası olanlar mı alacak, bu benim hakkım değil mi?¨ diye rahatça sorup yaptıklarının cevabını ar damarı çatlamışcasına aktarabilmektedir; demek ki eğitimle, işi gücü olmakla ilgili değildir mesele…
Reuters Ajansı’nın yaptığı yoruma bakılırsa Tottenham semtinde halk aç, sefil, işsiz ve güçsüzdür, bundan sorumlu olan merkezi hükümettir, falan filan…
Reuters’in yorumu da bizi ¨kesmemektedir!¨
Aynı sefaletin daha beterinde olan insanlığın tarihte en azından sınıfsal örgütlenmeyle hakkını aradığına şahidiz!
İngiliz tabloid-meydan gazetesi Daily Mail’den bir yorum gelsin, şimdi: Sonny Twaf yazıyor ve diyor ki, ¨Tottenham yağmalamasını kim istemez ki?! Bedavaya kocaman TV ekranı almak, başka cihazları mağaza camından kaldırmak herkesin isteyeceği şeydir…¨
Öyle midir?
Kitle denilen vahşi kalabalığa karışan her insan için, evet, ¨aynen öyle¨dir…
Orada olanların, işçi sınıfının ayaklanmasıyla zinhar karıştırılmaması gerekir.
Emekçi sınıfların yönetici organlara karşı direnişi bir sınıfsal örgütlenmeye tekabül eder. İşçi sınıfının politik ve sendikal örgütlenmesi olmaksızın sosyal direnişe geçilemez.
Londra’da dükkân yağmacılarının herhalükârda bu tanıma girmediğine, herhalde hemfikiriz!
1921’de, ¨Devrim Telaşesi¨ diye Türkçeye çevirebileceğimiz ünlü kitabıyla anarşizme ve anarşik ayaklanmaya cevaz veren İtalyan anarşisti Errico Malatesta’nın sözlerinden, bugünkü kitlelerin eylemlerine yönelik bir açıklama yakalamaktayız: Errico,¨Hayatın devamı için insanların devamlı olarak kırıp dökmesi gerekir¨ diye, mahallenin öteki çocuklarında olan oyuncaklar kendisinde yok olduğu için kırıp döken bir haylazı tarif ettiği insan tipi şu ânda Londra’da işbaşındadır; kendi çıkarına ve kendi doygunluğuna hizmet ederek…
Londra’da yaşananlar ırkçı, dindar, sınıfsal, cins ayrımına dayalı veya milliyetçi çatışma da değildir.
Londra’da yaşananlar bir çete savaşı da değildir; polis kayıtları bunu ele veriyor…
Londra’da yaşananlar edepsizlilerin meydanı ele geçirmesidir.
Bilirsiniz, terbiyesizle edepsiz arasında fark vardır.
Terbiyesizi, öyle ya da böyle eğitebilir, ona yol yordam ve görgü gösterebilirsiniz; kabul eder ya da etmez…
Ama edepsize yapabileceğiniz bir şey yoktur. Onun fıtratında, varoluşunda ahlaksızlık bulunmaktadır.
İşte bugün Londra’da, yarın İstanbul’da, üç vakte kadar Roma’da sokakları dolduracak olan kalabalığın edepsizliği budur…
Kendinde her şeyi yapmak yeteneğini kalabalığa karışmakla bulan zavallı insanların yağmalamasıdır, Londra’da yaşananlar…
Necessitas non Habet diye Latince hukuka giren, mecburiyet kanun tanımaz kuralı da burada işlemez. Yağmalaya kalkışan günlük haydutlardan ele geçenler arasında lise hocaları, hali vakti yerinde ev hanımları, hatta emekli eski asker ve polislerle karşılaşılmıştır.
Kalabalık demek demokrasi ve hak-hukuk demektir düşüncesini onların zihnine yerleştiren başta Fransız İhtilali olmak üzere ¨İhtilaller çağının¨ başı altından çıkmıştır bunlar.
İnsanlık, ayaklanmakla her şeyi elde edebilmek kolaylığını bireysel hırs ve çıkarlarına basitçe alet etmektedir.
ABD eski Başkanlarından Wilson’un, Beyaz Saray’a adım atarken yaptığı konuşmasında dediği gibi, ¨Ekmeği olmayan insanın bir başkasının ekmeğini kapması kaçınılmazdır¨ sözüne de bu olan bitenin harbiliği hiç uymaz.
Yağması edilen ekmek değil, Apple bilgisayarlar, elektronik araçlar, lüks kozmetikler, pahalı elbiseler, vesairedir…
Siyasetçiler gibi sosyal bilimciler de aynı tuzağa düşmektedir: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Zoraki Diplomat adlı eserinde (s.278, İletişim Yayınları), tam da buraya isabet edecek biçimde söylediğince, ¨Eğer bütün demagogların başına geldiği gibi en sonunda yakasını sokak kalabalığı veya ayak takımı denilen ejdarhanın pençesine kaptırmak¨ bugünün en büyük aldanmasıdır.
Shakespear’ın Venedik Taciri’nde borcunu ödemeyen alacaklısının bedeninden parça parça et kesip, güyâ bununla tahsilat yaptığını düşünen Yahudi tefecinin böyle yapmakta kendisini mazur ve haklı görmesi ne ise, Londra’da ( yarın, belki Taksim’de) çapulculuk yapan kitlenin yaptığı aynı şeydir; velhasılı…

1592670cookie-checkLondra niye yanıyor?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.