MB gerçekten siyasetten bağımsız mı?

2001 IMF stand-by anlaşmasındaki iki temel amaçlardan biri etkili borç yönetimi oluşturmak, ikincisi ise enflâsyonla mücadele idi. Kapitalizmin finansal aşaması olarak nitelenen üçüncü evresinde ulusal ve uluslararası finansörlerin çıkarlarının korunmasının iki alt ayrıntısından birincisi itfanın garanti altına alınması,; ikincisi ise, Merkez Bankası’nın emisyon gücünü sınırlandırıp, yüksek faiz pahasına da olsa enflâsyonun durdurulmasıdır.
 IMF teşhis ve tedavi politikalarının ekonomileri yapısal olarak irdelemeden, salt üst-yapı ve parasal araçlarla müdahale öngördüğünü biliyoruz. Yaklaşım böyle olunca, tüm ülkelere aynı ya da yakın politika önerilerinde bulunulması da kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim, bilindiği üzere, IMF politikalarına yöneltilen temel eleştirilerden biri de, farklı yapıdaki ekonomilere standart politika araçları ile yaklaşım yapmasıdır. Bu yazının boyutları içinde kalarak, IMF politika demeti içinde sadece enflâsyonla mücadele boyutunu ele almak istiyorum. Buradaki amacım, IMF politikalarının en belirgin mücadele alanı olan enflâsyonla mücadeleyi odağa koyarak, sonucu kısaca tartışmaktır.

Enflâsyon birçok açıdan, hem sermayenin, hem siyasetin, hem de genel kamuoyunun üzerinde ittifak ettiği bir mücadele alanıdır. Enflâsyon, ekonominin sıhhatsizliğini gösterdiği derecede, onunla mücadele de, hiçbir itiraza mâruz kalmadan, haklılık kazanır. Genel kamuoyu ve reel yatırımcılar için, doğal olarak, enflâsyonla mücadele olumlu bir politik seçenektir. Diğer bir deyişle, enflâsyonla mücadele, hem söylem hem de eylem olarak her çevreyi mutlu kılan bir politika alanı oluşturur.

Sermaye kesiminin yatırım kararlarında ileriye yönelik hesaplarda belirsizlik yaratabileceğinden enflâsyon olumsuz  bir öğe olarak görülür. Enflâsyonist dönemlerde, reel kâr nominal kârın içinde eridiğinden, Haig-Simon yaklaşımı uyarınca, nominal gelir vergi matrahı olarak alındığında, gelir vergisi kısmen servet vergisine dönüşmüş olmaktadır. Söz konusu reel nedenlere bağlı olarak enflâsyonun denetlenmesine, tabiatıyla, olumlu bakılır. Ancak, sermaye kesiminin enflâsyonu denetleme politikasına bu denli siddetle sarılmasında diğer bir neden de, sermaye kesiminin maliyet unsuru olarak algıladığı emekçi ücretinin baskılanmasıdır. Nitekim, yaşanan süreçte enflâsyonun denetlenmesi gerekçesi ile, IMF kalkanını da yedeğe alan sermaye kesiminin  ücretler üzerinde baskısını yoğunlaştırdığı görülmüştür.

Enflâsyonla mücadele siyasîler için de önemli bir politik gösteri alanı oluşturmuştur. Sermaye kesiminde olduğu gibi, hükümetler de IMF kalkanını yedeğe alarak, sermaye yanlı politikalar geliştirmiş ve uygulamıştır. Bütçe disiplini sloganı ile kamu hizmetlerinin nitelik ve nicelik olarak baskılanması yanında, kamu personeli özlük hakları üzerinde de  yoğunlaştırılan baskı politikası, IMF’nin stand-by anlaşması gerekçesi ve koruması altında, siyasîlere fazla oy kaybettirmeden, hatta belki oy kazandırırken, sermaye kesimince güçlü bir şekilde desteklenmiştir. Böylece, emekçi ve genel halk kesimi açısından olumlu görülemeyen politikalar ortamında, sermaye-siyaset bütünleşmesi yükselmiştir.

Enflâsyonla mücadele yadsınamaz bir ekonomik ve politik hedef olmakla beraber, mücadele yöntemi açısından uygulamadan toplumsal sınıflar farklı etkilenir  Zira, türüne ve niteliğine bağlı olarak, enflâsyonla mücadele, IMF reçetelerinin öngördüğü gibi, salt bütçe ve merkez bankası politikalarıyla fazla olası değildir. IMF politikaları, paracı görüşün varsayımına bağlı kalarak, para arzındaki değişmelerin, yatırım ve istihdamı etkilemeden, direkt olarak fiyatlar genel düzeyi üzerinde etkili olacağı görüşüne dayandırılmıştır. Bu görüş  doğrultusunda, Merkez Bankası’nın siyasetten bağımsız bir şekilde “Para Kurulu” olarak çalıştırılması amaçlandı. İç kaynaklardan arındırılarak, sadece dış kaynaklarla emisyona yönelmesine izin verilmiş olan Merkez Bankası, böylece enflâsyon denetiminden sorumlu tutulmuş oluyordu. Merkez Bankası’nın işlerini kolaylaştırmak için, Merkez Banksı-Hazine ilişkisinin kesilmesi, onun gerisinde de kamu kesimi borçlanma gereksiniminin geriletilmesi ve borç stoku eritilmesi sürecinin de “faiz dışı fazla” operasyonuna bağlanması gerekiyordu. Nitekim, söz konusu politikalar cümlesi tam da bu şekilde uygulandı.

Ancak, ilk dönemlerin şaşırtıcı parıltılarına karşın, altıncı yılın sonunda gerçek durum hedeften yüzde yüz saptığı gibi, şimdilerde de bazı çevrelerden enflâsyon hedefinin gevşetilebileceği yönünde de görüşler gelmektedir. Bu noktada iki soru karşımıza çıkmaktadır: Birincisi, Merkez Bankası gerçekten siyasetten bağımsız kılındı mı; ikincisi ise, bu boyutlara geriletilebilmiş olan enflâsyon niçin  “git-gel” yalpalamaları ile direnmektedir? Önce ikinci konuyu ele alalım. Basit bir genelleme yaparsak, talep ve maliyet enflâsyonu süreçleri, politik amaçlarla da birleşerek, içiçe gelişir ve sarmal halinde seyreder. Enflâsyonun oluşum aşamasında görülen bu süreç, enflâsyon geriletilirken de karşımıza çıkar. Şöyle ki, enflâsyonun üst kademeleri talep baskılaması ile oldukça başarılı bir şekilde denetlenebilir. Bütçe ve merkez bankası politikaları ile para muslukları kısılınca, talep daralır ve, doğal olarak, fiyatlar geriler. Talebin daralması aynı zamanda üretimi de sınırlayabilir. İlk aşamalarda talebin daralma şiddeti üretimin daralma şiddetinin üzerinde olduğundan, fiyatlarda gözle görülür gerileme yaşanabilir. Ne var ki, bu aşamada ekonominin derinlerinde, etkileri uzun dönemde ortaya çıkabilecek daha başka olumsuzluklar da yaşanır. Beşerî ve maddî sermaye dokularında gerekli yatırımların yapılmaması, anlık fiyat geriletilmelerine katkı yaparken, üretici güçlerde nicelik ve nitelik erimesi oluşturarak, uzun dönemde, ekonominin üretim kapasitesini daraltır. Bu tahribatta en büyük payı kamu kesimi alır.

Yenilenemeyen ve/veya artırılamayan maddî sermaye yanında, ücret erimesine bağlı olarak emek niteliğinin gerilemesi, üretim kapasitesini olumsuz etkilerken, talep baskılanmasının fiyatlar üzerindekini etkisini zayıflatır, hatta geçersiz kılar. Bu konu ekonominin genel verimlilik düzeyi ile ilgilidir. Enflâsyonun ekonominin genel verimlilik düzeyi ile belirlendiği bu aşamada, talep baskılanmasının enflâsyonu denetlemedeki işlevi artık geçersiz olur. Zira, bu aşamada talep baskılanması fiyatları fazlaca etkileyemeden doğrudan üretim kapasitesinin kısılmasına neden olur. Talep baskılanması politikasına devam edilmesi durumunda, yaşanan kapasite ve üretim daralması yanında, işsizlik ve yoksulluk da yaygınlaşır.

Birinci konuya geldiğimizde, şunu çok net söyleyebiliriz ki, enflâsyonu denetleme işlevi ile yükümlü kılınmış görüntüsü altında Merkez Bankasının bağımsızlaştırılarak siyasetten uzaklaştırılması adına, para arzının artırılmasının engellenmesi yönünde etkili kılınması, aynı süreçte faizlerin yüksek seviyede tutularak, dövizin baskılanması politikasına alet edilmiştir diyebiliriz. Böyle bir politikanın örtülü amacı enflâsyon hedeflemesidir. Türkiye’de uygulanmakta olan örtülü enflâsyon hedeflemesi politikası, varolan politik kadroların hanesine olumlu katkı yapabilir, ama uzun dönemde ekonomiye ciddî yük yıkar. Merkez Banksı siyasetten bağımsız kılınmamıştır, ama ekonomiyi çökertici şekilde, siyasetin etkisine alınmıştır.

_____________

* İÜ’de Prof. Dr.

EDİTÖR’DEN: SAYIN OKUYUCULAR, ŞİMDİYE KADAR YALNIZCA HAKARET İÇERMEYEN YORUMLARI YAYINLIYORDUK… BUNDAN SONRA İSİM VE SOYAD BELİRTİLMEYEN YORUMLAR DA YAYINLANMAYACAKTIR…
 
 

1594660cookie-checkMB gerçekten siyasetten bağımsız mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.