Bağdat’ta federasyon, Kahire’de destinasyon geçerlidir…
Mısır halkının 18 günlük direnişi sonuç verdi ve Hüsnü Mübarek’in 40 yıllık iktidarına son verdi. Milyonlarca Mısırlı yoksulun biriktirdiği bu büyük öfke patlamasının sonuçları daha çok tartışılacak.
Darbeydi, devrimdi, halk hareketiydi ya da CIA operasyonuydu…
Ancak nedeni ne olursa olsun sonuçta ortaya çıkan bir gerçek var ki bunu dile getiren pek olmadı.
Mübarek, Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda gösterilerin sürdüğü sırada, Kahire’ye yaklaşık 500 kilometre uzaklıkta bulunan Kızıldeniz kıyısındaki turizm merkezi Sharm El Şeyh’e gitti. Bir başka deyişle kaçtı.
Sharm El Şeyh, Mısırlı yoksulların öfkesini biriktiren merkezlerden biriydi. Bu yüzden Tahrir meydanındaki gösteriler başlar başlamaz ülkeyi ilk terk edenler adeta ülke içinde ülke olan Sharm El Şeyh’deki turizm yatırımcıları oldular.
Ancak Türk kıyılarında bu hazin tablodan medet uman turizmcilerin yaptığı açıklamalar, turizm algısının yarattığı illüzyonu göstermesi bakımından dikkate değerdi.
Mısır ve Tunus’taki kargaşadan bu ülkedeki turizmin etkileneceğini düşünen Türk turizmciler, bundan Türk turizminin büyük kazanç elde edeceğini açıkladılar.
Türk turizmcilerin beklentileri, Mısırlı yoksulları bir beşikte sallar gibi uyutan Mübarek’in sığındığı Sharm El Şeyh üzerinden Mısır’da yaratılan beklentiden farklı değil.
Tunus sokaklarında isyan edenlerin arasında da ağırlıklı olarak turizm sektöründe çalışan gençlerin olduğunu biliyoruz. Hukuk, tıp, mühendislik eğitimi almış, dil bilen, küreselleşmenin diliyle biçimlendirilmiş ama işsiz Tunuslu gençler. İşsizlikten, ‘gönüllü kölelik’ olarak adlandırılan turizm sektörüne sığınmış Araplar…
Tıpkı Filipinliler, Taylandlılar ya da Madagaskarlılar gibi…
Tıpkı yaz aylarını Bodrum barlarında, Alanya kumsallarında, Kemer diskolarında geçiren Diyarbakırlı, Konyalı, Bayburtlu yoksullar gibi.
Mısır’ın devrik diktatörü Mübarek’in Sharm El Seyh’e sığınmasının derin anlamını sorgulamak zorundayız. Turizmin yegane gelecek kurgusu olarak dayatıldığı rol dağılımını sorgulamak zorundayız.
TURİZM BİR KÖRLEŞME Mİ?
Turizm, bir silikleştirme operasyonudur! Silikleşmenin belirtileri körleşmeyle başlar. Ülkesine gelen turisti izleyenler, bir süre sonra körleşir. Gözünü açmak için başka ülkelere giderler. Bu yüzden Ruslar Antalya’ya, Türkler Pattaya’ya gider. İkisinin de nedeni aynıdır: izlenmek! İzlenmek için dil bilmek gerekmez. İnsanlığın ilk iletişim aracı olan beden dili yeterlidir. Kuzeyden izlenmek için gelen kadınlar, Antalya otellerinde kaydoldukları yanık yüzlü genç erkeklerin retina havuzlarında zevkle yüzerken; izlendikleri ülkenin başbakanının tek kelime İngilizce bilmediği halde Kuzey’in başbakanlarıyla sohbet ederken çekilmiş görüntülerini izlerler haber bültenlerinde.
Turizmde destinasyon sözcüğü, siyaset dilindeki federasyonla eş anlamlıdır. Özerk bölgelere bölünemeyen ülkeler, destinasyonlara bölünür. Bağdat’da federasyon geçerlidir, Kahire’de destinasyon.
TURİZM HEP SENEYE PATLAR
Toprakları ‘turistik’ olan ülkenin insanı, turisti gözleriyle soyarken, cüzdanıyla soyulur, aynı turistin ülkesi tarafından. Havayoluyla gelen turistin bıraktığı döviz, çokuluslu tröstlerin finans sistemi yoluyla fazlasıyla geri gider. Bu yüzden turizm hep ‘seneye’ patlar. Gözle soyulmak için gelen turistin uçağı dış hatlara indikçe büyürken, cüzdanıyla soyulanların uçağı kalktıkça küçülür!
SIRT ÇANTALI DİPLOMASİ, BÜYÜK ÇÖKÜŞÜN BAŞLANGICI
Turizm, ideolojisi küresel liberalizmle belirlenen ve yazılı kuralları olmayan diplomasi sanatının adıdır. Tek farkı diplomatların Bond çanta yerine sırt çantası taşımasıdır. Havaalanında başlar, otel lobilerinde biter. Sırt çantalı diplomasi, dünyanın büyük çöküşünün başlangıcıdır. Bu büyük çöküşün iki şifresi vardır: dolar ve seks. Ruhları çökmüş olan zengin kuzeyliler, cüzdanları çökmüş olan yoksul güneyin üzerinde dinlendirir bedenini. Turizm ruh ve doların dünya üzerinde gönüllü yer değiştirdiği tek sektördür. Güneyin ruhu, kuzeyin bedeniyle; kuzeyin doları, güneyin cüzdanıyla takas edilir. Bu yüzden Washington’daki otele Oriental, Pattaya’dakine Victoria adı verilir. Turistik olmuş ülkeler kıta Avrupa’sının uzak verandasıdır. Bu verandaya iki türlü girilir: şortla ya da üniformayla! İkisinde de neden aynıdır: Girmek!
Marakeş’e şortla, Bağdat’a üniformayla girilir. Ve her ikisinden de çıkılmaz. Girilen ülke turistik ilan edilirken, o ülkenin insanı kendi toprağına ömür boyu “turist” kalır.
Doğu ülkelerine “girilir” Batı ülkelerineyse “gidilir” Bu yüzden yeryüzünde en çok “girenlerin” pasaportunda ‘USA’ yazar.
Mübarek, USA pasaportuyla kendi ülkesine ‘giren’ ilk diktatördür.