Müdürler ve okullar

Lise bitimiminden sonra. Oldukça destanımsı boyutlarda gide gele devam etmektedir. Okul bitene kadar bu gönüllü kölelikten kurtulmanın çok zor olduğu fikri içinde kıvrantı seansları geçiriridm…

Öğrencilerce çok sevilen, üzerinden basılmış kurbağa ölüsü çehreli bir müdür yardımcımız vardı: Şeyh-ül İslam Muhsin Efendi… Okulun karne gününde hafiften top sakallıydım diye karnemi vermemekle tehdit etmesi bir yana bahçeye de almamıştı. Aynı final gününde türbanlı ve bermudalı kızlar da vardı ancak yönetmelik bir tek bana işliyordu! Öncesinde okulun son haftalarında herkesin sivil kıyafetle gittiği bir İstanbul gezisinde de aynı yönetmeliği delmiştim ve bu belli ki ona çok batmıştı bu… Ve okul müdürü kavramı da benim için artık buradan itibaren tabuta konulmuş bir saygın naaş olmuştu… Hayatımda yaşayan tek müdür kavramı yazı işleri müdürü olmuştu… ( O da gün gelir tükenir elbet).

Oysa bir vakitkler müdür denildiğinde aklımda ne saygın bir imge belirirdi! Taştan bir köy okulunda başladım okul yaşamıma. O zaman bir müdür vardı (mışşş!.. Meğer Selami amca imiş!) ama sürekli evimize gidip gelen bir lojman komşumuz olduğundan onu öğretmen veya müdürün de ötesinde bir amca gibi bilirdim. Nitekim derste amca derdim, kızardı ve bunu asla marjinalite olsun diye söylemiyorum, yapım böyle idi… Teyze dedim kadın öğretmene. Öğretmenim demem bir kaç yılı aldı, ardından orta okulda “hocam” ile tanıştık b usefer de lise bitene kadar “öğretmenim” demeyi sürdürdüm…

Taştan bir köy okulunda okul yaşamıma başladığımı söylemiştim. Sonra kasabaya (Varto) taşınırken oradaki okul binası bile bana devasa gelmişti. Şimdilerde İstanbul’un mahallelerinde bile gördüğününüz o tipik ilk öğretim okulları abartısız Muş Hükümet konağı kadardır. Varto Belediye binasından bile büyüktür! Oysa onların çeyreği olablecek o küçük ilk okul binası ve o kasaba (Varto) bana nasıl büyük geliyordu. Doğu bölgesindeki köy çocukları bunu gayet iyi bilirler, bağlı oldukçarı kasaba bile sanki onların memleketi değildir. Onların dünyaları, köyün etrafını çevrelemiş yüksek gri dağlarla sınır komşusudur. Ve onların imgeleri o dağları deler geçer gider dayanamadı mı!.. Pastoral şiir de böyle çıkmıştır nitekim. Doğanın insanı köşeye sıkıştırması sonucu…
Veya ovalar ise şayet önünü açması gibi uçsuz bucaksız… Cemal Süreya der ya, Ahmed Arif dağların, Orhan Veli ovaların şaridir, işte öyle aynen …Konu budaklandı toparlamak icap olunursa,

O çocukardan biriydim Varto’nun köyünde… Dağların şekline göre dağlara isim takmıştım. Oval, kavisli şekilli dağlara içinde yuvarak geniş (a,o,u) harfler bulnan uydurma adlar takarken, sert, keskin hatlı ve kayalardan oluşan dağlara da içinde sert sürekli sessizler (ç,t,k,p.x ) bulunan isimler takmıştım. Olomlu dağ, şaşmaşlı dağ, kınxor dağı, çıtkıt dağı vb…Hâlâ bunu hayretle anımsıyorum!

Tepesinde bir müdür olmasa da insanın içinde doğadan icazet alan bir müdür mü vardır acaba?

Doğanın ruhumla örtüşmesinin sonucu ortaya çıkan jargonumun sözcüklerini hâlâ günlüklerimdeki yazı dilimde kullanıyorum. Ölmesini istemiyorum. O dili bir köy belirledi. Doğa belirledi o dili… Ekleri, bağlaçları, yani imlâsı yok ama sözcükleri olan bir dil..

Bir de derenin kurumasından sonra çıkan taşlar çok muazzam gelirdi biz köy çocuklarına. Anne babamın memur olmasının hiçbir sosyal etkisinin olmadığını en çok bu köyde gördüm. Varto’ya gittiğimizde bile bu durum değişti. Çünkü müdürlük kavramı artık ilçeden olmak üzere bir defa başlıyordu…Bunlar 1988-89 seneleridir. Benim için milad kadar eski, tozlu ve bulanık bir fotoğraf gibidir ama o zaman 20 lerde olanlar için dün gibidir…Ben müdürü ilk duyduğumda sadece duydum! Göremiyorduk, çünkü hiç odasından çıkmıyordu. Bu kapandığı delikten çıkmamasının ve öğrenci içine hiç karışmamasının etkisinin yanında üstüne üstlük bir de hatırlaayamadığım birisinin bu okulun sahibi müdürdr demesi kafamı o kadar kurcaladı ki…Sanıyordum bütün okulları müdürleri yapmıştır. Yani sanıyordum ki o koskocaman binayı o adamcağız tek başına eline malayı almış, küreği, çimentoyu vesaireyi ve başlamış tek başına günlerce binayı yapmaya… Ve artık o kadar yorgun, o kadar bittap düşmüş ki onun için yorgunluktan derslere giremiyor! Onun hakkıdır dinlenmek diye içimden geçirip beyin emeğinin bilgisine sahip olmadan emeklemekte olan algılarımı zamanın göstereceği gerçeklere ve hayat okuluna bırakıştım… bu sebepledir ki kurduğum hayal ve dünyaların yerini gerçeklerle değiştirmek beni çok zorladıysa da onlar için bir müdür tutup ayrı bir yerimde onları yönetişim, biraz da içimden müdür kavramını attığım kadar koruduğumu da göstermiştir….

Evet , insanın bir tarafı gerçek dışı olmalıdır… Üretmek ideaları zengin tumaktan geçiyor… Ve kendimizi hanidir şununla itham ediyoruz, dışarıda kural tanımazız olsa ta, içimizde sıkı bir rejim mi var acaba? Ya da sıkı bir müdür mü? Ki bu müdür, müdür müdür acaba?

-kısaltılmamıştır, bilakiz fena halde uzatılmıştır…

ÇIKARILAN PARAGRAF:

“….Şimdilerde bir de okullarda dersleri birbirinden ayırmaktan daha çok birbiriyle birleştiren o melodik teneffüs zilleri beni nasıl illet ediyor, bir bilseniz…Hababam sınıfının jenerik müziği de bu resmi züppeliğin doruk noktası… Ne kadar çelişkli ve yapay bir durum değil mi? Ne yani sevimlileştirmne çabaları mı bunlar? Gerçeklerden kaçmak güzeldir bazen ama gerçeklerden kaşıp yapaylığa kaçmak sa olmuyor…

771530cookie-checkMüdürler ve okullar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.