Türkiyenin gündeminde Salda Gölü ve Kaz Dağları var… AKP iktidarı; uzman kuruluşlar, STK’ler, çevreciler, yaşam savunucuları ve yöre halkının bütün itirazlarına rağmen “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyerek TOKİ’nin Salda Gölü’nün dokusunu bozacak millet bahçesi yapılmasında, Kanadalı şirketin Kaz Dağları’nda ağaç katliamlarıyla siyanürlü altın aramasında ısrarlı.
Yılda üç beş hafta gittiğimiz Türkiye’de doğal güzelliklerin giderek betonlaştığını farkediyor, içimiz acıyor. Yaşadığımız Londra’da dev parkların memlekete örnek olmasını dilerken, elde avuçta kalan minyatür güzelliklerin heba edilmesine, iktidar yanlısı seçmenin ses çıkarmamasına da anlam veremiyorsunuz. Oturup hesaplamıştım, üzerine beton kışla yapılmak istenen İstanbul’daki Gezi Parkı’nın yüzölçümü, Hyde Park’ın sadece yüzde biri kadardı.
Salda Gölü ve Kaz Dağları’nın yanı sıra HES’lerle bozulan doğal güzellikler, Şirince, Munzur, ODTÜ, Kuzey Ormanları ve Yıldız Teknik’in “İmdat” çığlığını da duyuyoruz. “Yetti gayri!”
***
Son dört beş yıldır çocuklarla yazları Basın İlam Kurumu’nun Gebze Bayramoğlu’ndaki Gazeteciler Tatil Köyü’nde bir hafta geçiriyorduk. 1968’de yapılan Türkiye’nin ilk yazlığı İstanbul’a bir saat uzaklığındaydı. Koruluk içinde uzun bir sahil şeridi olan tatil köyü; restoranı, çocuk parkı, hayvanları ve havuzuyla çocuk ve yaşlı konaklayanlar için de çekici bir dinlence yeriydi. Bizim gitmeye başladığımız ilk yıllarda, tesisin AKP’li belediyelerin organize ettiği çocuk ve cemaatlerin gençlik kamplarına da (büyük olsılıkla ücretsiz) ev sahipliği yaptığına tanık olduk. Tesisten yararlananlar arasında medya çalışanlarının oranı hızla düşmeye başlamıştı. Yemekte canlı müziğin çoktan kaldırıldığı tesiste birkaç yıl önce de alkollü içki yasaklandı. Garip olan tesisin denize nazır kiralık bahçesinde yapılan düğünlerde içki serbestti. Tesisin eski müdavimleri gelmez oldu. Havuzda haşemalı oranı mayoluları solladı. İzlenen partizancı, öteleştirici politikalar sonrasında tesisin zarar ettiğini duyar olduk. Bu yıl ise 260 misafirlik konaklama bölümünün kapatılıp, tesis olanaklarının özel şirketin işletmesine bırakıldığını öğrendik. Seneye de yandaş bir şirkete özelleştileceğini duyacağız. Yazık!
***
Açık Gazete’de doğa ve çevre konusunda yazan dostum Yusuf Yavuz, “Sömürge yasası değişmeden Türkiye’deki madenci yağması bitmeyecek!” başlıklı yazısında şu yorumu yapıyor;
“Sömürge ülkelerinde bile görülmeyecek türden imtiyazların yanı sıra, teşvikler, ÇED muafiyetleri ve denizin kumundan derenin çakılına kadar her şeyi ‘maden’ kapsamına alan bu yasayı anlamadan bugün Türkiye’nin dört bir yanında süren vahşi madencilik yıkımı da anlaşılmaz. Çanakkale Kirazlı’daki altın madeni için Kanadalı şirketin yetkilisinin yaptığı, 100 bin dolarlık yatırımla 1 milyon dolarlık kolay kazanç sağlayacakları öngörüsü ve ‘Türkler taş taşımada çok iyiler’ ifadelerine gösterilen tepkiler elbette haklıdır ama aynı tepkilerin Kanadalı şirket yetkilisine bu cümleleri kurdurabilecek cüreti sağlayan yasayı çıkaranlara da göstermeleri gerekir. Çünkü Kanadalı maden şirketi yetkilisiyle, maden kanunu hazırlayanlar aynı safta yer alıyor. ‘Yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü madde bu Kanuna göre madendir…’ Bu ifadeler, 2004 yılında AKP hükümetinin değiştirerek yeniden yürürlüğe soktuğu Maden Yasası’nın 2. Maddesinde yer alıyor… Sömürge ülkelerinde bile görülmeyecek türden imtiyazların yanı sıra, teşvikler, ÇED muafiyetleri ve denizin kumundan derenin çakılına kadar her şeyi ‘maden’ kapsamına alan bu yasayı anlamadan bugün Türkiye’nin dört bir yanında süren vahşi madencilik yıkımı da anlaşılmaz.”