Ömr-ü hayat

hayatın önünü, öyle idare etmeyi düşünüyorsan yeni düğmeler dikilene dek; düşünsene bi’, kim avucunun içine koyacak o düğmeleri senin?
Yakası bağrı açılmış hayatın…
Hayat, düğmesiz kalmış…
Kirlenmiş bir kazağı çıkarır gibi itinayla, kiri etine bulaştırmadan çıkarıp olduğu yere bıraksan hayatı…
Ayaklarının dibine…
Tersini düzünü çevirmesen, hiç silkelemesen, ellemesen, öylece, nasıl çıkardıysan bıraksan önüne…
Şimdi artık kendinden çıkardığın hayatı kurcalamasan, uğraşmasan hiç onunla; başlamamış ve yarım kalmış tüm hesaplarını o hayatın, muhasebesini yani, seni halsiz düşüren bilançosunu kapatsan, rakamların altını en tükenmez kalemle çizip atsan. Çizginin altını boş bıraksan, son kez bile olsa o hayatla ilgili dört işlemden birini yapmasan.
Varsa eğer, sadece kendine yeni düğmeler almak için bir miktar “değer” alsan yanına, yoksa o “değer” ortalıkta, tam çıkarken kapıdan elinin altına düşen yerde yoksa, şöyle bi aramak için bile uğraşmasan. Kapıyı, anahtarı almadan çekmekte tereddüt yaşamasan.
Yaşamasan!
Ki öyle olmalı mutlaka. Ayaklarını alıştırdığın korkaklık yetmez mi daha…
Bir gün… Bir gün… diye diye sana aralık bıraktırdıkları kapılardan ne umdun, ne gördün, düşünmeni isterim bir daha.
Düşünsen…
O kapıların, aralık kalmaktan başka hiçbir işe yaramadığını, ömrü cereyanda bıraktığını idrak etsen…
Üstünden çıkardığın hayat tanıktır buna. Ama dur! Bu vakte dek görmediysen karıştırma sakın ayağının dibindekini, ben söylüyorum işte sana!
Ah, söyleyebilsem…
İnanabilsen…
Başka ne kalır yaptığımız listede geriye…
Bir de sen sorsan zaman zaman kendine: “N’aber, nasılsın?” diye.
Yalnız kaldığında yapsan bunu, hayat seni yorduğunda, yorulduğunda, ağzının tadı kalmadığında.
Kendi dizinin dibine bağdaş kurmak lazım olduğunda.
Yürürken ya da…
Esaslıca sorsan kendine en hazırlıksız bir anında. İçinde ne varsa ağzından kaçırsan bu sağanakta.
Kendine, deli gönülde ne varsa dökülen efkarlı bir rakı sofrası olsan.
Öyle, aniden, hıçkırıklarla açılsan kendine.
Ömrümü alın da tek, hayatımı bana verin desen sana istemediğin bir hayatı yaşatanlara.
Kalabalıklara baktığında, herkesin treni rayındaymış da bir tek seninki değilmiş gibi kendini yıpratmasan.
Ah, böyle yapmasan…
Herkesin yoluyla kendi yolunu bir tutmasan.
Alıp başını gidenlerle, paslı bir treni köhne bir raya oturtmak için hayat harcayanların acizliğinden kendine serin suları yalamış rüzgarlar çıkarsan.
O rüzgarların karşısına geçip yüzlü yüzlü konuşsan.
Dünyada eksilmeyecek tek yükün, senin kendine yaptığın ihanetler olduğunu bilsen de, etrafına ördüğün dünyayı, üzerine örttüğün hayatı bu hesapla göze alsan.
Hayatın muhayyer olmadığını artık anlasan.
Bütün kadehleri yere çalma hakkının olduğunu…
İçinde kapattığın kapıların anahtarının yine sende bulunduğunu…
Seni götürecek kayık için, içinde meşrebince bir tersane yapma zorunluluğunu…
Yola limansız da çıkılabileceğini…
El sallayanın olmadan da…
Buralardan ayrılınabileceğini…
Söylesen bir aralık kendine…


***


Sonra…
Sonra işte dibini eşelemediğin hayatı, el değmemiş olarak… Sağırlaşmış… Soğumuş… İkinci elden, temiz…
Bırakırsın masaya bedelsiz…
Yani aferin, çok tebrik ederiz…


[email protected]


 

697600cookie-checkÖmr-ü hayat

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.