Yeni yılın başlangıcında hemen hemen bütün kültürlerde bu dilek geçerli. Hani bazıları bu latin takvime karşı çıksa da ‘hayat’ kesintisiz bir kavram, bir noktası başlangıç kılındıysa hayatı kolaylaştırmak için. Bu yeni dönemde başta kendiniz, eş dost, memleket ve dünya için mutluluk dilemek hoş… Gelvelakin, ‘Bu dilek olası mı?’ diye düşününce de ‘Heee neden olmasın’ demek zor.
Nasıl kolay olsun ki? Bir kere sosyalistseniz bütün yaşamın sorumluluğunu omuzladınız demektir. ‘Ben değil biz’ diye düşünürsünüz hep. Diyarbakır’da vurulan çocuklardan, Brezilya’da yok edilmeye çalışan yağmur ormanlarına kadar hayata dair herşey sizden sorulur. Onlarla var, onlarla yok olursunuz…
Milliyetçi ya da muhafazakar olmak ise kolay. Sizin gibi düşünmeyenlerin hayatı umurunuzda olmaz. Zaten kendinizi üstün ırkın ya da dinin mensubu olarak görünce diğerlerini ötelediniz demektir. Bundan dolayı da ‘Bize yalnızca bizimkilerden hayır var’ diye düşünürsünüz. Herşey sizin içindir. Hayvanlar, ağaçlar, deli akan ırmak size kurban olsun… Doğanın doğal seyri sizin neden umurunuzda olsun ki? Tanrınız sizin için yaratmadı mı?
Sosyalistler ise bilimcidir. Süreç içinde aklın ve mantığın, en doğru yolu ve yöntemi bulacağını savunur. Bilimdeki gelişme grafiği gösteriyor ki yaşamın kaynağındaki sır da eninde sonunda aydınlanacaktır. Sosyalizmde ‘inanç’ yoktur, ‘bilim’ vardır. Metafiziğe inananlar ise bunu tartışma gereği bile duymaz, hatta ‘günah’ bile sayarlar. İncildeki ‘tepsi gibi düz dünya’ ya da Kur’andaki ‘Ademden türeyen insanoğlu’, yaşamın pratiğine bir türlü uydurulamasa da inançlılara göre ‘gerçek’tir. O halde türlerin kökeni ya da yaşamın kaynağını araştırmaya da gerek yoktur.
Lafın başına dönersek dostlar bu koskoca evreninki yerine, yalnızca kendinizi mensubu olarak gördüğünüz bu ırkın ya da dinin dertlerini dert edinmek daha hafifletici bir olgu. Bu açıdan bakınca bir sosyaliste ‘mutluluk dileği’ epey iddialı sayılır. Bütün evren mutlu olmalı ki bizimkiler mutlu olsun…
Ondan dolayıdır Londra’daki bizim uşakların Liverpool’daki liman işçileri ya da Fransa Calais’deki kamptaki aç ve açıktaki Afrikalı Suriyeli göçmenlerin derdini dert edinmesi. İşin garip yanı başkalarını öteki gören dinci bir kesimin ifade özgürlüğü de bizimkilerin derdi olabiliyor. İşte evrensel düşünmenin erdemliliği de bu olsa gerek…
***
Prof. Dr. Afşar Timuçin Türkiye’nin en önemli felsefecilerinden… Afşar Hoca’nın Açık Gazete’deki hayata dair sohbet yazıları okuru kendisine müdavim yapıyor.
Noel tatilinde tadımlık İstanbul seyahatinde yazar arkadaşım Birsen ve Afşin ile Afşar Hoca’yı evinde ziyaret ettik. Hocayı 77 yaşında olmasına karşın zinde görmek hepimizi sevindirdi. Söz dönüp dolaşıp “N’olcak bu memleketin haline?” geldiğinde Hoca, kendisini bildi bileli aynı kaygıların olduğunu söyledi. “Toplum geri mi gidiyor?” sorusunu da “Gitse belki daha iyi olurdu ama toplum geriye gitmez. Toplum yalnızca çürür… Bugünkü çürüme de her alanda ve her zamankinden daha fazla” dedi…
“Peki ne olacak bu çürümenin sonrası”nı da Nazım şöyle öngörmüş:
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
– çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…