Ne Mutlu!

Tabii mutlu olmayı herkes ister, ne var ki, öyle kolay mutlu olan birisi değilim herhalde.
Zaman zaman İngilizce aksanımdan dolayı hangi ülkeden olduğum sorulur, fazla titizlenmeden, kısa yoldan “Türküm” derim, bunu dediğim için mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum.

İngiltere’de hangi formu doldurursanız dolduran alt kısmında mutlaka bir milliyet soruşturması yer alır. Bazı makamlar, illâ ırksal kökeninizi öğrenmek ve bunu istatistiklere katmak istemektedirler. Bu soruşturmadan hiç hoşlanmam, temelde ırkçı bir sorgulama olduğunu düşünürüm. Bu yüzden de yanıt vermeyi reddederim çoğunlukla. Hani o kadar aksi bir zamanıma rastgelmemişse, alternatifler üzerinde göz gezdirdiğim de olur. “Turkish” alternatifi yoktur şıklar içinde, ister istemez en yakın alternatifi ararsınız. “White Asian” en yakın şık gibi görünür. “Turkish” olsa onu da işaretlemem mümkün olabilirdi, ama yok. Böyle bir alternatifi işaretlemek ve Türk olduğumu beyan etmek, beni ne mutlu ederdi, ne de mutsuz. Herkes, daha doğumundan, kendi belirlemeden bir “ulus”un ve dinin içine tıkıştırılıveriyor işte. Bu, neden benim için bir mutluluk kaynağı olsun ki.

Türk olmaktan mutlu olduğumu pek anımsamıyorum. Ama Ermeni katliamını ilk kez öğrendiğimde Türk olmaktan utandığımı anımsıyorum.

İlkokula giderken ilk dersin başında ayağa kalkıp, “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye bar bar bağırmak zorundaydık. Belleğimi yokluyorum, böyle haykırırken bir mutluluk duygusuna kapıldım mı diye, böyle bir duygunun yanımdan bile geçmediğini çok iyi biliyorum. Saçma sapan bir ritüeldi işte.

Arnavutköy’e yeni taşındığımızda, yaşıtım olan Rum çocuklarıyla (o zaman 8 yaşımdaydım) Türklük-Rumluk, Müslümanlık-Hristiyanlık yüzünden kavga bile etmiştim. Bu beni hiç de mutlu etmemişti. Ama daha sonra onlardan bazılarıyla arkadaş olduğumda çok mutlu olmuştum.

Delikanlılığa yeni yeni adım attığım yıllardaydı. Dünya Serbest Güreş turnuvalarını izliyorduk Mithatpaşa Stadyumunda. Hamit Kaplan’ın, Rus güreşçisini yenip şampiyon olması diğerleri gibi beni de gururlandırmıştı. Üst üste altı kez çalınarak artık gına getiren İstiklal Marşının eşliğinde Türklüğümden gurur ve bir anlamda da mutluluk duyduğum nadir olaylardan biridir bu. Ama bu da geçici bir duyguydu.

61 yaşımdayım. “Türklüğüme” ve Türklüğün verdiği mutluluğa ilişkin olay ve anılar neredeyse bu kadar. Belleğimi zorlasam belki bir iki olay daha anımsarım.

Yani kısacası, Atatürk’ün Türklüğü yüceltmek için ortaya attığı “ne mutlu Türküm diyene” deyişi bana pek uymuyor, pek bir şey de ifade etmiyor.

Bu durumda, TSK’nın son bildirisinin son paragrafındaki kıstaslara göre ben Türkiye’nin düşmanıyım. Eh, “düşman” saptamakta fena bir yöntem değil. Bu yöntemi gönüllü olarak kendime uygulayıp sonucu ilân etmiş oluyorum.

Ama çok iyi biliyorum ki, aslında ben tek bir şeyin düşmanıyım: diktatörlerin, zorbaların, ülkeyi çiftlikleri sanan, silahlı silahsız, üniformalı, üniformasız tüm haramzadelerin.
 
Mutluluk kaynaklarımdan birinin, onların düşmanı olmak olduğunu çok iyi biliyorum.

 


 

1091040cookie-checkNe Mutlu!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.