İğneada’da olabilemez

Enerji bakanının geçenlerde 3. nükleer santralin (NES) İğneada’ya yapılacağına ilişkin açıklaması, şu aralar kitlesel ölümler ve cinayetler karşısında iyiden iyiye can ve güvenlik derdine düşmüş olmasına rağmen, toplumun duyarlı kesimlerinde derin endişelere yol açtı. Boşuna da değil, çünkü kıyaslanamaz ölçekteki boyutları düşünülecek olursa, NES’lerin ‘fıtrat’ındaki yavaş ölüm tehlikesi, en kan dondurucu hızlı ölümleri bile gölgede bırakacak niteliktedir.

Baraj ve yol yapımları, yeni maden açmalar, çarpık yapılaşma gibi, günümüzde İğneada ve çevresini az tehlike beklemiyor; fakat belirtmek gerekir ki bu tehlikeler arasında bir NES yoktur, çünkü gerçekleşme ihtimali sıfıra yakındır (Burada şunu da ilave edelim ki, şimdilerde pek sözü edilmese de, bu sıfıra yakın ihtimal, bir süredir İğneada projeksiyonlarında yer alan termik santral projesi için de geçerlidir.). Elbette ihtiyatı elden bırakmamak, daima teyakkuzda kalmak iyidir ama, İğneada ve Longoz denince içi titreyen insanların hiç değilse NES konusunda gönlü rahat olsun.

Şüphesiz, benzer bir gönül rahatlığı, diğer NES adayları Akkuyu ve Sinop için pek mümkün değil. Akkuyu’da maalesef ok yaydan çıkmış olabilir. Sinop içinse kesin bir tahminde bulunmak zor. Ama İğneada’da durum hayli farklı. Sağlam zemin, çevresindeki nüfus yoğunluğunun görece düşüklüğü gibi görünürdeki avantajlarına rağmen, o beldenin yakınında kurulacak bir NES’in önünde aşılması güç engeller var.

İğneada’da termik ve nükleer enerji aleyhine çıkan veya çıkabilecek Danıştay kararlarını bu engeller arasında saymıyorum. Çünkü ülkemizde maalesef hukuki süreçler, geciktirici veya yavaşlatıcı bazı faydalı etkilerine rağmen, canavarca yürüyen ekonomik süreçler karşısında giderek etkisiz kalmakta. Esas engelleri, nesnel şartlarda aramak gerekir ki bunlar ağırlıklı olarak, ekonomik ve politik şartlar.

Sözkonusu temel engellerin başlıcalarını, kısaca şöyle sıralayabilirim:

1) İğneada, yakınındaki Longoz ormanı ile anılagelmektedir. Sık sık dile getirildiği gibi, İğneada longozu Türkiye’nin doğa harikalarından biridir. O nedenle de halen milli park statüsündedir. Ancak Longoz kendi başına önemli olmakla beraber, aslolan tüm Istranca ormanlarının bütünlüğüdür. Longoz, bu ormanların çok ufak bir kısmını oluşturur. Oysa Istranca ormanları, yalnız Trakya’nın değil tüm Türkiye’nin az bozulmuş ve bütünlüğünü korumuş ender yeşil örtülerinden biridir. Nitekim bu nedenle, Istrancalar’ın Bulgaristan’a yakın büyücek bir bölümünün Türkiye’nin (Macahel’den sonra) ikinci “biyosfer alanı” olarak koruma altına alınması için halihazırda çalışmalar yürütülmektedir. Birleşmiş Milletler’den Dünya Bankası’na dek, çeşitli uluslararası kurumlar tarafından bu bölgeye ayrılmış program ve bütçeler vardır. En azından bu kurumlar nezdinde, inşaat mahalli halihazırdaki milli park sınırları dışında kalsa dahi, İğneada hinterlandında bir NES kurmanın gerekliliğini savunmak kolay olmayacaktır.
2) İğneada’da bir NES fikri, yalnız orada yaşayan az sayıda insanı değil, İstanbul’daki geniş bir bilinçli kesimi de ayağa kaldırmaya adaydır, çünkü İğneada’da kurulacak bir NES, sadece Istrancalar’daki doğal yaşamı değil, tüm Türkiye nüfusunun neredeyse beşte birini barındıran İstanbul’daki beşeri yaşamı da tehdit edebilecek bir tehlike kaynağıdır. Bir kaza durumunda NES’lerden binlerce kilometre öteye radyasyon yayılabileceği tecrübeyle sabit olmakla beraber, bugün mutlak hasarın 300 kilometrelik ilk ölümcül çember içinde oluşabileceği düşünülmektedir. İstanbul’un (kuş uçuşu) İğneada’dan sadece 120 km uzaklıkta olduğu anımsanırsa, tehlikenin boyutu karşısında endişelenmemek imkânsızdır.
3) İstanbul gibi bir metropole ilaveten, İğneada’daki bir NES’in rahatsız edeceği ülkeler de vardır. Tam burnunun dibinde olması hasebiyle, bunların başında Bulgaristan gelir. Akkuyu projesi, görünürde hemen yakınındaki Suriye’den şiddetli bir tepki çekmemişti. Şimdilerde ise, Suriye’nin Fırat’ın sularını bile gözleyecek hali yoktur. Ama Bulgaristan’ın durumu farklıdır. Üyesi olduğundan bu yana, tüm Avrupa’yı arkasına alma şansına sahiptir. Üstelik, gerek Avrupa’nın gerekse kendi iç kamuoyunun baskısıyla kendi NES’ini kapatmış bir ülkedir. Yanıbaşında bir NES’in kurulmasını sessizce seyretmesi beklenemez.
4) Ne var ki, İğneada’da bir NES kurulmasının önündeki en büyük engel, diğer tüm NES’lerin de önünü kesecek olan maliyet rakamlarında yatmaktadır. Günümüzde nükleer enerji, çevresel maliyeti kolaylıkla ölçülebilir olmadığı ve özenle hesap dışında tutulduğu için, hâlâ en ucuz enerji türü olarak sunulabilmektedir. Fakat güneş enerjisindeki hızlı teknolojik gelişmeler karşısında, nükleer enerjinin görünürdeki bu en ucuz enerji olma avantajını kaybetmesi yakındır. Birim fiyatta güneş enerjisi arayı kapadığı anda, nükleer enerji lobisinin malını satması, daha da önemlisi finansman bulması büsbütün zorlaşacaktır.
5) Nihayet, Enerji bakanı “yapılacak” darken, ertesi gün Orman bakanının “bilgimiz dahilinde değil” kabilinden zıt yönde demeçler vermesine bakılırsa, 70’li yıllardan beri zaman zaman gündeme gelen İğneada NES’ine ilişkin, bu hükümet katında da ciddi bir hazırlık ve irade olmadığı anlaşılıyor. Hoş, öyle bir irade ve azim olsa da farketmez. Çünkü varolan şartlarda İğneada’ya bir NES dayatmak, dışarıya tamamen kapalı, otarşik ve faşist bir diktatörlükle mümkündür ancak. Türkiye’de o da olacaksa, hesap değişir tabii.

_______________________

Adnan Ekşigil

Not: Gene de, hiç değilse ihtiyatı elden bırakmamak adına, şu imza kampanyasına katılmanızı öneririm: http://www.change.org/p/avrupa-n%C4%B1n-en-b%C3%BCy%C3%BCk-longoz-orman%C4%B1-i%C4%9Fneada-ya-n%C3%BCkleer-santrale-hay%C4%B1r

641260cookie-checkİğneada’da olabilemez
Önceki haberHoşça kalın dostlar…
Sonraki haberIŞİD, İsrail’i tehdit emiyor, çünkü…
Adnan Ekşigil
Adnan Ekşigil 1953’te Istanbul’da doğdu. UCLA’da (University of California at Los Angeles) siyasal bilimler okudu, 1974’te mezun oldu. 1975 – 1981 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1980 darbesinin ardından, YÖK’ün de kurulmasıyla birlikte fakülteden ayrıldı. 1982 – 1987 yılları arasında Fransa’da yaşadı, çeşitli yayın ve çeviri işlerinde çalıştı ve gençliğinden beri hobisi olan tarımla bağlantılı bazı projelere katıldı. 1983 – 84 yıllarında Sorbonne’un (Université de Paris) Felsefe Fakültesi’nde en sevdiği Fransız düşünürlerden olan Jacques Bouveresse’in seminerlerini izledi ve DEA yaptı. 1991’de, Trakya’da önceden başlatmış olduğu kavak yetiştiriciliğini genişleterek, fide ve fidan üretimine dönük çiftlik kurdu. 1992 – 2004 yılları arasında, Boğaziçi Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde, Yeditepe Üniversitesi’nin de Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarım ve tam-zamanlı olarak belirli aralıklarla dersler verdi. 2007’ten beri zamanının önemli bölümünü Kanada’nın Montreal kentinde geçirmekte olup, halen eski ve “arkaik” tohum koleksiyonculuğu, ağaç fidesi üretimi ve fidancılık ürünleriyle ilgili çeşitli ticari ve deneysel faaliyetlerde yer almaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.