Nedir şimdi bu  şaşırmış havalarınız

Artık siz de bilirsiniz; birlikte yaşayacağınız zamanlar bir daha olmayacağındandır, sevdiğini kaybeden herkes gibi sizin de “kayıp zaman”ların ardına düşmeleriniz. Kendine ait olmayan bir yolda; bu yollarda kaybolmalar…kaybolmalarınız da işte bu yüzdendir Oy yarê, oy hevalê…

Herkes adı kadar da emindir; ne emniyet kemeri takılmayan onlarca Can Kocataş (7); ne serviste unutulan Alperen Sakin (3); ne 15 yaşında operasyona götürülen Eren Bülbül;  ne adını bilmedikleri savaşta kurşunla, bombayla bedenleri parçalanan onlarca Uğur Kaymaz (12), Destina Peri Parlak (16); ne protesto gösterisine katılan Ali İsmail Korkmaz (19); ne uyurken panzerin altında  kalan Muhammet (7), Furkan (6) Yıldırım, ne de SİHA’yla vurulan köylü Mehmet Temel (35)  hayatlarından olmayacaklardı; eğer İsveç’te, Norveç’te, Fransa’da, …, …,   yaşasaydılar; engellenmesi an  sürecek bu  denli basit  nedenler yüzünden.

Ki kutsadıkları bireyin yaşam hakkını yasalarla teminat altına da alan o gelişmiş ülkelerin   vatandaşları da   hayatlarını; bu denli basit, akıl almaz nedenlerden değil,  ancak IŞİD’in, El- Kaide’nin bir  terör saldırısında yitireceklerdir. Bu  ülkelerin reşit bir  bireyi de tercihlerinin arkasında “benim kararımdır ”la duracağından; başına gelenler için de  ne başkalarını,  ne kaderi, ne de takdir-i ilahi demodeliğinde Tanrıyı zan altında bırakmayacaktır.

Türkiye’deyse bireylerin yerine; her yerde, her kesimde varlığı kesin “hünkar”, “hocaefendi”, “hazret” “paşa”,  “şef”, “bey”, “efendi”, “reis”, “başkan”, “yoldaş” hitabına muhatap biatçısının yazdığı ölümcül kaderlerle çizilmiş Misak-ı milli sınırı; hayatların nasıl kuşatıldığının görülmesini  de geciktiren olgudur.

Bu topraklarda Osmanlı İmparatorluğu öncesi, sonrası “O; öyle zeki…öyle mükemmel…O olmasaydı şimdi biz …”  keskinliğiyle kuşaktan kuşağa intikal ettirilerek hayatın ayrılmazı yapılan; bir devletin,  düşüncenin, partinin, örgütün,  cemaattin , …, …, liderine biat,  atfedilen  şahanelik “ tek  O yaşasın,  …, olmasak ta olur”la   bireyin varlığının,  düşüncesinin, yeteneğinin değersiz kılınmasını da  sağlar.

Halbuki yaratıcılığı kısıtlayan tek çizgide düşünmeyi, yaşamayı reddeden gelişmiş toplumlar; yalnızca ulusal, uluslararası koşulları yerinde okuyarak ülkesinin geleceğine damga vurmuş bir lidere, yaptıklarına, düşüncelerine değil,  hayata dair hiçbir şeye   “kırmızı çizgimdir”le şerh koymadıklarından ilerlemenin,  medeniyetin öncüsü olmuşlardır.

Ki o toplumlar sanayi de, teknoloji de, bilişimde çağ atlatan icatların dünyayı değiştirip çok uluslu imparatorlukların yerini ulus devletlere terk ettirdiğini; Robespierre, Brissot, Danton olmasaydı da 1789 Fransız devriminin yapılacağını, illa ki bir gün Abraham Lincoln’süz de köleliğin kaldırılacağını da iddia edebileceklerdir.

Her iyiliği, ilerlemeyi biatçısının varlığına bağlama sendromundaki Biatçı toplumdaysa “vur de vuralım, öl de ölelim”li sınırsız hizmetle yükümlü kılınarak bütünleştirildiği liderinin; her konuda söylediği, yaptığı inandığı tek gerçek olacak birey, cebinde taşıdığı  ‘haklı olan benim liderim, partim, cemaatim, örgütüm, düşüncem, yaşam tarzım, kökenim, mezhebim, mücadele biçimimdir’  kartvizitiyle; dışındaki  her düşünceyi, her partiyi, örgütü, cemaatti, her lideri, yaşam biçimini, kökeni, mezhebi …, …, cinsel tercihi, …,   büyük bir nefretle ötekileştirecek, bütün  olumsuzlukların suçunu da onun  üzerine atacaktır.

O andan itibaren  yalnızca düşüncesine değil,  varlığına da dayanamadığı ötekinin ortadan kaldırılmasını dahi isteyecek biatçı birey, onlarca “Ermeniler, Araplar arkadan vurdu”, “Kürtler hain”, “hep teröristlerdi” karalamalarını;  “Atatürk’e dil uzatanlar insan değildir”, “Reisi yedirtmeyiz”  dayatmalarını, “bekarlık sultanlık değil,  sancılı bekleyiştir”li absürtlüklerini, “aptal bu toplum” aşağılamalarını da çekinmeden sıralayacaktır. 

Sonrası mı ????…, …, Ermeni techiri, …, …,  “Dersim isyanı”, …, 6-7 Eylül ,  …, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri…, …,  Madımak,…, …,  “Roboski”yle…, …,  süre giden  “komünistler Moskova’ya”, “Kürtler Kuzey Irak’a”,  “İslamcılar Suudi Arabistan’a”, “Suriyeliler Suriye’ye” sloganlarıyla tetiklenen ırkçı, faşist etiketli onlarca katliamı…16 yaşındaki Erdal’ı dar ağacında sallandırtan onlarca vahşeti…tutuklamayı…baskıyı….,…,….,hiç yere  yiten onlarca masum hayattın, acıların müsebbiplerinden   hesap sorulmamasını onaylayanlarla  geçirilen yıllar…yıllar…yıllardır.

İşte bu çektikçe içine çeken bataklık biat;  insanları öyle isterik, öyle paranoyak bir hale getirecektir ki  mezarlıklara gömülecek ölüleri seçmeye kalkıştıracak, 78 yaşındaki Hatun Tuğluk’un ölü bedeninin gömüldüğü yerden çıkarttıracak korkunçluktaki  şefkatsizliği, vicdansızlığı  sıradanlaştırarak  “ayyy onlar kazanacağına, bizimkiler kazansın”la kalitesizliğini bile bile kendinden saydığı marketten, AVM’den  alışveriş yaptırtacak,   TV kanalını, anchormanı izlettirecek, gazeteyi okutturacaktır.

İyice çığırından çıkmış bireyler  24 saat mesai yaptırılan troller eliyle liderini, partisini, örgütünü, cemaatini, yazarını, çizerini allayan, pullayan sosyal medyada ötekini yerin dibine sokan en etkileyici cümleleri, vecizeleri arayacak,  Twitter da, Facebook’ta, …, …,  paylaşacak, durduk yerde “#Kürtlerin göç ettiği şehirlerin iflah olmaması” hashtag’lerini açacaktır. Bütün bunlar için öyle romanlar devirmesine, uzun uzun araştırmalar  yapmasına da  gerek yoktur; kurtarıcı Google dururken.

Ve bu yüzyılda “Fuhrer”e sonsuz  itaati de içeren biatın  utanç sayılacağı bilindiğinden,  sorsan hiç kimse de ‘evet faşistim, biatçıyım’ demeyecek, pişkince    “ayyyy  ben, ayyy biz  onlarla bir miyiz  Allah aşkına; bir kere “demokratız“, “fikir özgürlüğünden yanayız” kamuflajlı  “yalan rüzgârlarını” da estirip duracaktır.

Böyle, böyle;  140 karakterin  ardında  da koşa koşa,  azami 1000 karakterli hipnoz bir makaleyi okuyan milyonlarca insanın; “İstiklal marşı…şeyhim benim  eşliğinde….kadınlı, erkekli zikir”, “4,5 yaşındaki kız çocuklarının Şeyh’e methiyesi”, “ yoğun bakımda yaşlı hastayla dalga geçen  hemşirelerin” görüntüleri,  “adam gibi örtünün” fetvası, “Kapuz plajında alkol yasağı”  karşısında  attıkları  ”aman Allahım! olacak şey mi”  çığlıkları  mı ???? One minute Sir ; Miss !!! Excuse me but;  “nerede yaşadığınızı sanıyordunuz İngiltere’de falan mı?” Nedir şimdi bu olanlara şaşırmış, kahrolmuş havalarınız.

Niyeyse 15 Temmuz “darbe kalkışmasıyla”  ifşa edilen okumuş, yazmış, masterlı  onca kumpasçı hakimin, savcının, generalin, polisin, yazarın, .., …, …, bir cemaat liderine yıllardır biat ettiğinden; onlarca cemaatin de  devlet içinde devlet örgütlenmesine giriştiğinden habersizmiş; kendisi  de  sanki çok bi özgür bireymiş gibi nedir şimdi bu “ne hale geldi güzelim  memleket, gitti elden” paniği.

Üstelik asırdır yapılan isimleri değişmiş  LYS, YGS, TUS,  meslekte yükselme …, …, …, vari tüm sınavlarda başkalarının hakkının yenmesine rıza gösteren biatçılık; yandaşlık yüzünden kamuda, özel sektörde, medyada yer ve meslek edinmenin, yükselmenin, ihale kazanmanın temel şartının liyakat, bilgi,  donanım değil  de bir partiye, cemaatte, örgüte, lidere, …, …, …,  biattan geçtiğini beşikteki çocuk bile  bilirken.

Yıllardır “bir bebekten” biatçı, “katil yaratan karanlığa” baktırılmadığından sırf bu yüzden değil midir  sıranın bir türlü ne onlarca çocuğun, gencin öldürüldüğü savaşı; …, …;  ne yalnızca kurban bayramında 131 kişiyi hayatından eden trafik, iş kazalarını; …, …; ne  gelirde eşitsizliği, işsizliği, yolsuzluğu, …, …;  kadına, çocuğa şiddeti, …, …,  ne  biatın getirisi nefreti  önlemeye… ne  de yaşam kalitesini  artıracak sanata, spora, eğitime, kültüre yatırıma gelmemesi.

Ordan oraya savuran  biat  içindeyken  de  fark   edilmiyor işte Hevalım, küreselleşmiş bu dünyada arık  bireyin sağcı, solcu, devrimci,…, …, Atatürkçü , Erdoğancı, …, olmasının  değil,   insani değerler; vicdan, ahlak, adalet, …, …, …, iyilik, demokrasi, eşitlik, .., …,  kardeşlik ve özgürlüğe biatın her şeyden önce geldiği.

İşte hayatı zenginleştirmeye zerre kadar etkisi olmayan suni gündemler yaratarak    varlığını sorgulatmayan biat edilen her neyse, kimse onun peşinde  yıllar…ömürler  öylesine tüketilirken, bir  bakarsınız ki kalbinizi, hayatınızı birlikte gömeceğiniz  evladınız, kardeşiniz, yakınınız …, …,  çözülmeyen o basit nedenlerden biri  yüzünden hayatını  kaybetmiş.

Ahhhh…ahhh  benim ciğerparem ahhh…  sen yaşadığında da  güne, aya, yıla hep hüzün, hep insanı öldürmeye, öç almaya  kışkırtan acılar  vururken ben mi görmedim…görmek istemedim   o sesiz matemlerin  tınılarını,  o kaybedişlerin yalnızlığını.

Şimdiyse  karşımda dağıtan…sarartan…fotoğraflarda kalan çocukluğunla ne ben  eski ben;  ne de Ankara,  eski Ankara… belki de başladığım yerdeyimdir…kim bilir ki…ben bilmezken… …kim bilir

Gülsen Feroğlu / 25.07.2017

 

 

2126000cookie-checkNedir şimdi bu  şaşırmış havalarınız

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.