İNGİLTERE’DEN… Bu filmi daha önce görmüştük

ABD’nin Virginia Eyaleti’ndeki bir okulda 32 kişinin öldürülmesi, ne ilkti ne de son olacağa benzer. İlk değildi, çünkü sık sık tekrarlanan ABD okul katliamları neredeyse kanıksandı. Son olmayacağı belli, çünkü bu olayın kökleri Amerikan toplum yapısı ve kültürüyle ilgilidir. Kültürler bugünden yarına, ya da yasa ve yaptırımlarla değiştirilemeyeceğine göre, bir daha böyle bir olay olur mu, sorusundan çok, bir daha böyle bir olay ne zaman olur, sorusunu sormak daha gerçekçi gibi görünüyor.

Olay, katliamın hemen sonrasında Güney Koreli Cho Seung-Hui’nin akli dengesi bozuk, ağır depresyon geçiren bir kişi olmasının sonuçlarıyla açıklandı. Yani katilin ruh sağlığıydı, onu bu eyleme iten. Sonra, polisin beceriksizliği gündeme geldi. İki ayrı kampüste yürüttüğü cinayetler arasında iki saatlik bir süre olması nedeniyle, eğer polis hızlı hareket edebilseydi cinayetleri önleyebilirdi, dendi. Katil dengesiz ve mutsuzdu. Aksanlı konuşması ve utangaç olmasıyla okul arkadaşları arasında, alay konusu oluyordu. O zaman, aynı okuldaki öğrenciler de suçlu olmalıydı. Cho’nun yazdığı ev ödevlerinde, gelen şiddetin ipuçları olduğu, bu bağlamda da, önceden yetkilileri uyarmadıkları için öğretmenleri de suçlandı. Seyrettiği filmlerden de etkilenmiş olabilirdi, Cho. Bu defa da, şakağına dayalı çektirdiği fotoğrafı ile, şiddet içeren filmlerdeki benzer sahneler gazetelerde yan yana basılarak film yönetmenleri oturtuldu azmettirenler sandalyesine.

Katille şu veya bu şekilde yakından ilişkisi olan her kişi veya kurum Cho’nun bu katliamı yapmasında bir oranda rolü olabilir. Ancak olayı tek tek kişilerin sorumluluğuna indirgeme, tüm bu kişi ve kurumların gerçekte aynı toplumun bir parçası olduğu gerçeğini gözardı etmek olmaz mı?

Bu açıklamaların kaynağına baktığımızda, tek tek kişilerin ya da bir kurumun görevlerini gerektiği gibi yapmadığı ortak noktalarında ve toplumsal yapı yerine, psikolojik hastalıkların asıl sorumlu olduğu temelinde birleştiğini görüyoruz. Bireyler (öğrenciler, öğretmenler vb.) ve kurumlar (Okul, yerel polis vb.) öne çıkarılarak böylece genelde Amerikan toplumunun genel yapısının sorgulanması engelleniyor. Çürük elmalar her yerde çıkabilir mesajı verilmeye çalışılıyor.

Joan Smith, Independent gazetesindeki köşesinde Amerikan toplumundaki şiddetin köklerini yine ülke tarihinde arıyordu. Bunu, kıtaya ilk yerleşen beyaz göçmenlerin, Britanya emperyalizmi, Amerikan yerlileri ve kendi yöneticilerinin sürekli tehditi altında olduklarına inanmaları ve Amerikan bağımsızlık savaşı sırasındaki öncülerin akıncı ruhunun, halkın ortak belleğinde bugüne kadar taşınmasıyla açıklıyor.

Smith’e göre, o dönemdeki ‘tehlike’lere karşı anayasanın tanıdığı silah taşıma hakkının, bugünün silah ruhsatlarına dönüştürüldüğü bir toplumda, bireyin, kendinden daha güçlüye karşı kendini savunma hakkının bir devamı ya da sonuçlarıdır, bugünün şiddeti. Aynı öncü, akıncı zihniyeti Hollywood dünyasının kahramanlarını yaratmamış mıydı? Dünyada yanlış olduğuna inandığı her şeyi değiştirmek misyonuyla tek başına yola çıkan kahramanları beyaz perdede canlandıran John Wayne, Steve McQueen, Bruce Willis, Silvester Stalone gibi sanatçıların yarattıkları karakterler de bu inanışın bir mirasıdır.

Bu kahramanlık ruhunun tarih içinde güçlü ABD’yi yarattığı ileri sürülebilir. Ancak, çağdaş ABD de, kişisel sorunlardan, global sorunlara kadar her türlü çelişkiyi şiddet ve zor kullanarak çözme eğiliminin de bu kahramanlık ruhunun bir semptomu değil midir? Beyaz perdede, her zaman kötü adamı ne yapıp edip öldürmeyi başaran ve en sona kalan Amerikalı kahraman betimlemesi “Amerikan düşü”nün nihai öznesi değil midir?

Bu mentalitenin yansımasını, ABD’de silah lobilerinin Virginia Tech Katliamını değerlendirmelerinde bir kere daha yaşadık. “Eğer herkes silah taşısaydı öğrenciler kendilerini savunabilirdi.” Ya da “Öğretmenlerden en az biri silahlı olsaydı bu katliam önlenirdi.” diyordu, Cho’ya silah satan tüccar ve Ulusal Silah Derneği üyesi. Politikacılar da oy kaybı korkusuyla bilinçlere kazınmış bu kültüre karşı durup serbest silah satışını yasaklamayı cesaret edemiyorlar. Silah tekelleri, iktidar partilerinin en büyük destekçileri olması nedeniyle bırakın bu konuda bir yasağın getirilmesini, silah fabrikaları, tüccarlar ve silah ihraç edenler aleyhinde dava açılmasını engelleyen bir yasa 2005 yılında Amerikan Kongresinden geçirilerek kendilerine yasaların üzerinde bir yeri garanti etmişlerdi.

İstatistiklere göre, ABD’de her yıl 30 bin kişi ateşli silahlarla öldürülmektedir. 11 Eylül 2001’de 3 bin Amerikalının ölmesine neden olan terörist saldırıya ABD’nin tepkisini biliyoruz. O zaman neden, benzer bir tepkinin silah tekellerine yöneldiğini görmüyoruz? Bunun yanıtını yine bir film sahnesinde bulabiliriz.

Michael Moore’un, 1999 yılında 12 öğrencinin öldürülmesiyle sonuçlanan Columbine Lisesi katliamınından etkilenerek çektiği belgesel film “Bowling for Columbine”da, bir bankanın hesap açtıran müşterilerine tüfek hediye etmesini perdeye aktararak Amerikan şiddet kültürünün köklerini ve bunun toplumsal yapı ve iktidar içindeki rolünü bir sahnede özetliyordu.


 

1632120cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Bu filmi daha önce görmüştük

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.