İNGİLTERE’DEN… Çözüm ne değildir?

Bugünlerde yine Kürt sorunuyla yatıp kalkıyoruz. Sorun yakıcı bir şekilde bütün gündemi belirlemeye devam ediyor. Her gün gösteri haberleri izliyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen protestolar, eylemler…. Diyarbakır. Şanlı Urfa. Hakkari. Yüksekova. Mardin derken, şimdi de İstanbul, İzmir, Adana, Mersin sokakları yanıyor. Her gün yaralı haberleri. Ölü haberleri. Çatışmasız geçen gün yok gibi…. Sokaklarda ateşler yakılıyor. İnsanlar yaralanıyor, insanlar ölüyor. Ülkenin polisi, askeri yaralanıyor. Bir ülkenin maddi kaynakları, insan kaynakları, gencecik insanları, beyinleri, dinmek bilmeyen bir şiddete kurban ediliyor.

Şiddet günlük hayatımızın doğal bir parçası oldu. Ve taraflar karşılıklı olarak sertleştikçe, sorun daha fazla derinleşerek, sıkışarak, içinden çıkılmaz bir kaosa dönüşüyor. Kürt sorunu Türkiye’nin enerjisini her geçen gün daha fazla tüketiyor ve en önemlisi Türkiye’de Türkler ve Kürtler arasındaki ayrım tehlikeli bir şekilde büyüyor ve tamiri zor yaralar alıyor.

Peki çözüm nedir…?

Bu sorunun cevabını biraz da ‘çözüm ne değildir?’ sorusunda aramak gerekiyor.

Öncelikle 80 yıllık yanlışı hala doğru diye dayatmanın çözüm olmadığını herkes görmüştür. İkincisi gerçekleri inkar etmek, hayatla inatlaşmanın çözüm olmadığını yine pratikte yaşananlar göstermiştir. Üçüncüsü soruna askeri yaklaşmanın, sert yaklaşmanın, anlayış göstermemenin, hoşgörüsüz olmanın çözüme bir katkısı olmamıştır…

Ülkenin başbakanı Diyarbakır’ı ziyaret ediyor. Kentte bütün kepenkler kapalı. Kepenklerin yüzde yüzü kapalı. Bakın ne diyor Başbakan bu duruma:”Dükkanlar kapatılmışsa, kepenkler indirilmişse bu tehditle olmuş. Bir taraftan demokrasiden, demokratik hukuk devletinden yana olduğunu söyleyeceksin. Öbür taraftan esnafın, tüccarın, sanayicinin ticaret hakkını elinden alacaksın.”

Dışardan bakınca böyle bir değerlendirmeyi ancak Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin az gelişmiş devlet adamlarının yapabileceğini rahatlıkla görebiliriz. (Bu arada zaten ülkelerin az gelişmeş olmasının sorumluluğu da , o ülkeyi yöneten devlet adamlarına aittir) Dünyada hiçbir gelişmiş ülkede, hiçbir devlet adamı kendilerini protesto eden ve sorunlarını çözmesini bekleyen yurttaşlarına karşı böyle duyarsız, böyle hoşgörüsüz ve böyle anlayışsız, böyle duyarsız olamaz.

Mutlaka kepenk kapatanlar içinde DTP’ye yakınlık duyanlar veya PKK’dan korktuğu için kepenklerini kapatanlar olmuştur. Ama bir kentte yaşayan esnafın yüzde yüzü Başbakan geldiğinde kepenklerini kapatıyorsa, temizlik işçileri, yolları temizlemiyorsa, öğrenciler okullarına gitmiyorsa ve Başbakan’ın açılış konuşmasına sadece asker, polis ve memurların bulunduğu 300 kişilik bir kitle katılıyorsa, o zaman meseleyi bu şekilde değerlendirmek ve algılamak hiçbir şekilde çözüm değildir.

Peki öyleyse bu durumda neden o bölgede yaşayan, o sorunların içinde olan insanlara kulak verilmiyor? Neden onlara bir şans tanınmıyor? Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un düzenlediği, ağırlıkla Diyarbakır’daki işveren örgütlerinin çağırıldığı toplantıya katılan Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Faruk Balıkçı, Erdoğan’ın Diyarbakır’daki sözlerini Bianet Haber’e değerlendirirken bakın ne diyor: “TRT’de Kürtçe yayın başlatılacağı, Kürtçe kursların açıldığı ve demokratik açılımlar gerçekleştirdiği savlarına dayanan sözlerini halk tatmin edici bulmuyor… Kepenklerin kapatılmasını sadece ‘örgütün tehdidinden kaynaklanıyor’ diye algılamak yanlış olur. Bunun içinde korkudan kapatanlar veya DTP’ye yakın olanlar olabileceği gibi, AKP’ye karşı tepki duyanların olduğunu da görmek gerek. 1990’larda bile bu kadar yoğun kepenk kapatma yoktu. Genelde yüzde 20’si, 30’u açık olurdu.”

Balıkçı, Erdoğan’ın sık sık gündeme getirdiği TRT’de Kürtçe yayın için de içeriğin önemine dikkat çekiyor: “Sadece bir kanalla sınırlı tutmak, pratikten de anlaşılıyor ki yeterli olmayacak. Eğer bu yayınlar Kürtlere kendi dillerinde propagandaya dönüşürse, bir anlam ifade etmez. O zaman siyasi amaçla yapıldığı kanısına varılır.”

2005’te Prof. Dr. Melek Göregenli tarafından yapılan bir araştırma sonucu, Diyarbakır’da en çok güvenilen kurumların “Uydu üzerinden yayın yapan medya, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, üniversite” olduğunu gösteriyordu. Balıkçı, üniversitelerde Kürdoloji enstitüsü kurulmasının, Kürtçe’nin seçmeli ders olmasının insanların güven duyması ve inandırıcılık sağlaması için birer adım olabileceğini söylüyor. Çözüm gerçeği kabul etmek, gerçeği dile getirmekten korkmamaktır. Çözümün yolu barıştır, kardeşliktir. 

650390cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Çözüm ne değildir?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.