Üniversitelerde Seçim Sistemleri-2

Üniversiteler Kendilerinden Beklenen Nitelikte Seçim Modelleri Geliştiremediler


Üniversitelerde Seçim Sistemleri-2


Üniversitelerde Rektörlük Seçimi


Üniversite söz konusu olduğunda Rektör seçimi gündeme gelmektedir. Rektörün yetkilerinin fazla olması nedeniyle rektörlük makamı da önemli olmaktadır. Ancak rektör belirleme siteminin belirli ilkelere bağlı olmaması diğer bir ifade ile sübjektif değerlendirmeye bağlı olması, üniversiteleri kimin nasıl yöneteceği üzerine odaklanmaya yol açıyor. Çünkü sistem organları değil kişiyi yetkilendiriyor. Bu sorun rektörlerin aşırı yetkilerini DENETLEYEN somut ölçütlerin bulunmamasından, varolanların da dejenere edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden öngörülen yükseköğretim tasarısında en çok tartışılan konu, rektörlerin seçimi, yetki ve sorumlulukları konusudur.


2008 yılında 22 üniversitede rektör adayları eğilim belirlenmesi yanında, ayrıca yeni kurulan üniversitelerde rektör ataması ilk defa adayların rektör olmak isteyen adayların YÖK’e bireysel başvurusu ile gerçekleşti. Rektör adaylarının yerleşik üniversitelerde eğilim yoklaması ile ilk altı sırayı belirlemeleri ve yeni kurulan üniversitelerde adayların doğrudan YÖK’e başvurması ve YÖK’teki sıralanma süreci ve Cumhurbaşkanınca atanması ile yaşanan tartışmaların etkisi İstanbul Üniversitesi Rektörlük seçimi nedeniyle halen devam ediyor. Halen dünyada benzeri olmayan ve hangi ölçüte göre rektörün seçildiğinin bilinmemesi üniversitelerde ciddi sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Sorunun köklü olarak ülkemizin ağırlığına yakışır şekilde ele alınması ve çağına uygun bir yüksek öğretim modeline kavuşturması kaçınılmaz olmuştur.


Üniversitelerin Yönetici Seçme Tarihi


Geçmişte üniversitelere üst yönetici belirleme şeklini ve yöneticilerin üniversiteye yakışır ağırlıktaki etkilerini okuduklarımızın dışında pek bilmiyorum. Üniversitelerde rektörlerin ‘eğilim belirleme ve atanma ile göreve gelmeleri sorunu uzun zamandır şekil ve şablon olarak beni ve pek çok kişiyi meşgul etmektedir. Ancak nitelikli bir yönetim anlayışı ve yönetim modeli henüz geliştirilemedi.


Türkiye üniversitelerinin rektör belirleme süreci üniversite tarihine kadar geri gider. Üniversitede rektör 1933’ten 1946’ya kadar, Milli Eğitim Bakanı’nın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı’nın imzaladığı üçlü kararnameyle atanırdı. Ancak üniversitelerin özerkliğine aykırı olduğu gerekçesiyle 1946 yılında çıkarılan yasa ile Rektör seçme yetkisi üniversitelere bırakıldı. İki yıllığına ve fakülteler arasında dönüşümlü olarak rektörlük seçimi profesörlerden oluşan kurul tarafından yapılmaya başlandı. Şu ana kadarki en ileri yüksek öğretim yasası olan ve özerk üniversite anlayışını en iyi yansıtan sistem 1973 yılında değiştirildi ve üniversitenin tüm öğretim üyelerinin seçtiği kişinin rektör olması formülü uygulandı. 1982 yılında hazırlanan YÖK yasası orijinal hali ile rektör atamasını öneriyordu, 1992 yılında yapılan bir düzenleme ile YÖK yetkiyi elinde tutmak için 6 kişilik aday belirleme sürecini usulen üniversiteye soruyor. Son olarak İstanbul üniversitesinde yapılan eğilim yoklamasına katılarak yarışan 14 adayın aldığı oyların yüzde dağılımı en yüksek oy alan aday %20 çıvarında oy almıştır. Ayrıca biri hariç ilk altı sıraya giren adaylardan birinci ve ikinci sıradaki adayların üniversitenin yarısını oluşturan iki tıp fakültesinden geliyor olması geçmişten beri var olan oy potansiyeli yüksek olan fakültelerin üniversite yönetimlerini alıyor tartışmasını yeniden alevlendirmiştir.


Bu durum üniversitelerde tıp fakülteli ağırlıklı öğretim üyelerinin oyları nedeniyle Oktay Ekşi’nin ifadesi ile ‘tıp doktoru’ndan başkasını rektör olmasını pratikte neredeyse tümden kaldırıyor. Ancak tıp fakültelerinin ağırlıklı olduğu üniversitelerde de sonuçta tıp kökenli adayların çoğunluğu elde etmesi hep tartışma konusu olmuştur. Bunun için geçmişte olduğu gibi değişik disiplinlerde sıra ile rektörlüğe aday gösterilmesi güçlü bir şekilde gündeme gelen seçeneklerden biridir.


 Aktif Rektör Adayları, Pasif Oy Kullanıcıları


Üniversitelerde rektör adaylarının belirlenmesi işleminin başladığı 1991 yılından bu yana genelde gerekli cesareti gösterip aday olan kişiler dışında oy kullanma konumundaki öğretim üyeleri ise pasif ve çoğu zaman şu seçim bitse de kurtulsak der niteliktedir. Adayların tek tek ziyaretlerinin bazı kişiler üzerinde yarattığı psikolojik rahatsızlık dışında yaratılan atmosfer ister istemez kazanma ihtimali olan adaya kaşı farklı bir durum sergileme veya beklentisini açıklaması yanlış anlaşılır duygusu kişileri ister istemez tedirgin etmektedir. Aslında üniversitelerde beklenen aktif yurttaşlık bilincinin gereği olarak süreci kendisinin belirlemesi, ne aradığını meslektaşları ile oturarak konuşması ve gerektiğinde taraf olarak nasıl yönetilmesi gerektiğini belirlemesi gerekir. Ancak gelin görün ki üniversiteler bugün arzulanan aktif yurttaşlığın gerisinde pasif kalmayı, kendi gelecekleri açısından güç ilişkisine uygun davrandığı görülmektedirler. Öğretim üyesinin seçimlere güç ilişkisi kaygısı ile girmesi öğretim üyesinin üniversite içinde, ve dışındaki saygınlığını sorgular duruma getirmektedir. Yaşadığımız süreç ile oluşturulan öğretim üyesi profili arasında ciddi bir ilişki görülmektedir. Ülkemizin üniversite ve bilim politikasına yön verenlerin konuyu yeniden analiz etmesinde büyük yarar görülmektedir.


Üniversiteler Üniversitelik Bilincinin Oluşması İçin Proje Üretemedi


Üniversiteler toplam bir toplumsa dönüşüm kazandıracak bütün faktörleri dikkate alacak uzun erimli bir plan program sahibi olmadığı gibi bunu yaratacak kadroları ve düşün insanlarını da bünyesinde barındırmadı İnsan davranışlarının değişiminde, üniversitelik bilincinin oluşmasında üniversite yönetimleri yetersiz kalmışlardır.  Üniversiteler üniversite iklimini yaratarak, insanın üniversitede farklı bir bakış açısı kazanmasına olanak sağlayamadığı gibi gelişimi savunan diri unsurlarda istenmemişlerdir.


Düşünen gerektiğinde sorgulayacak, itiraz edebilen  kadroları oluşturmadığı içinde bugün Türk bilim hayatı çoğunlukla bilimsel niteliği düşük makale üretmenin ötesine geçememiştir. Üniversite yönetimleri siyasi partiler anlayışına uygun olarak iktidarda kalma pahasına bilimsel niteliği yüksek akademisyenler yerine yer yer seçmen nitelikli kişileri kadrolara almaktan çekinmemişlerdir. Ancak üniversiteler bilimsel olarak kısırlaşırken, çoğunlukla belediyecilik faaliyetlerinde iyi işlerin yapıldığı görülmüştür.


Üniversitelerimizin bugün işlememsinin bir çok nedeni olmasına karşın bunlardan bir tanesi de bugünkü adı seçim olan ancak kendisi olmayan yöntemden kaynaklanıyor. Açık ifade ile üniversitelerimizde yaşanan eğilim belirlemesinde adaların öğretim üyesinden oy almak için de en ucuz yöntemi benimsedikleri görülmektedir. Proje ortay koymak, geleceği planlamak yerine kadro almak, bir yere yönetici atanma, bir komisyona seçilme beklentileri artık yerine, lojmana girebilme, klima ve lap top almaya kadar gittiği ve bunun yerel seçimleri anımsattığı kamuoyu tarafından sıkça konuşulmaktadır.


Sorun Sistemden Kaynaklanıyor


Alman (Avrupa) modeline göre örgütlenen üniversitelerimiz 2547 Sayılı Yasa ile kendi kendini yönetemez duruma getirilmiştir; başlangıçta rektörün belirlenmesi tümüyle YÖK Başkanının önerisi ile Cumhurbaşkanına bırakılmıştı. Daha sonra yapılan itirazlar üzerine seçim ve atama karışımı esaslar getirilmiş, ancak bu da tartışmaları önleyememiştir.


YÖK yöneticilerini belirleme sistemi ile dünyanın değişik ülkelerinde gördüğümüz yönetici belirleme sisteminin birbirinden çok farklı olduğu görülmektedir. Mevcut hali ile niteliği belli olmayan çoğunluk esasına dayalı adaylık süreci ile üniversitenin kendi içinde 6 aday belirlemesi, sonrasında YÖK’ün ölçütünün ne olduğu bilinmeyen bir şekilde üç adayı Cumhurbaşkanlığının takdirine sunması ve bunlardan bazen birinci sıranın dışındakilerden birinin rektör olarak atanması ölçütünün de bilinmemesi hep tartışma konusu olmuştur. Ancak üniversitelerin buna karşın kendi içinde yöntem geliştirmemesi, örgütlenip ne istediğini açıkça belirtmemesi, yönetime büyük vaatlerle gelen yöneticilerin kısa sürede gücün etkisinde kalarak bir daha seçilmek için her türlü yolu mubah görürcesine taviz vermesi ve üniversitenin yapısına uygun açılımları sağlayamaması üniversitelerin kamuoyu gözünde kötü sınavlar vermesine neden olmuştur. Dolayısıyla üniversitelerde adı seçim olan sürecin tarafgirlik yarattığı, istenmeyen tartışmaların doğmasına neden olduğu, geniş bir kesimde üniversitelere seçimin zarar verdiği yönünde güçlü izlenimler doğurmuştur.


Mevcut Seçim Sistemi Mahalli Seçimleri Çağrıştırıyor


Maalesef ülkemiz büyüklüğüne yakışır çağcıl bir yüksek öğretim yasasına kavuşamadığı için üniversite yönetimlerinin belirlenmesinde uygulanan seçim, mahalli idare seçimlerini çağrıştırmaktadır. Bilim ve felsefenin işlendiği özerk alanlar olarak bilinen üniversitelerin kendi yönetim modellerini ve yöneticilerini nasıl belirleyeceklerini nitel kriterlerinin bugüne kadar resmi düzeyde olmasa bile çoktan belirlenmiş olması gerekirdi. Maalesef son 26 yılda üniversiteler birer devlet dairesi gibi görüldüğü ve üniversite sorunları tartışılmadığı için üniversite nedir, nasıl yönetilmeli, kimler yönetmeli gibi sorular üniversite içinde cesaretle sorulmadı. Üniversitede sorgulama, tartışma yapılmadığı için üniversitede yetişen akademik kadrolar da üniversiteyi olduğu gibi tanıyamadı ve bu boşluktan yaralanılarak oluşan yönetim şekilleri de üniversiteyi üniversite yapma ortamına ve iklimine taşıyamadılar. Akademik atmosferden yoksun ortamda çoğu zaman bilim insanları da genel havaya uyarak maalesef üniversite gibi ulvi bir kurumun omuzlarımıza yüklediği ağırlığı taşıyacak olgunluğa erişmediği de görülmektedir. Bu durumda üniversitelerin kendi iç dinamikleri içinde sorgulayıcı gerektiğinde deşifre edici şekilde yönetilmesini sağlamamakta ve üniversite bu bağlamda zemin kaybetmektedir. Üniversitelik bilincinin olmadığı, üniversitenin yerel yönetimlerden farklı yönetilmediği yerde üniversite olmaz ve itibar kaybeder. Oysa unutmamak gerekir ki üniversite gibi kurumlar itibar kaybettiğinde toplum nezrindeki itibarımız da zedelenir. Kaldı ki yerle yönetimler üniversitelere değil, üniversiteler diğer kurumlara modellik yapması gerekir.


Üniversitelerde Seçimler Verimliliği Düşürüyor


Seçimlerde üniversitelerin tansiyonun yükseldiği, bilimsel verimliliklerinin düştüğü çok sık konuşulmaktadır. Açıkçası neredeyse üniversitelerde seçimler en az bir yıl öncesinden başlamaktadır. Birinci dönemde atanan rektörleri ilk günden ikinci döneme yönelik çalışmaktadırlar. Adaylar oy hakkı olan öğretim üyelerini önce tekrar tekrar ziyaret ederek ve sonrada genel birim ziyaretleri ile binlerce saatlik yorucu çabalar ile kendilerini ve varsa projelerini anlatmaya çalışmaktadırlar. Bu süreç üniversitelerde verimliliği ister istemez ciddi şekilde düşürmektedir. Özellikle rektör eğiliminin olduğu yıl araştırmaya değer bir konu olarak bilimsel üretimin ve verimin düştüğü görülecektir. Doğal olarak eğilim yoklama süreci ayrılıklar, küskünlükler, kutuplaşmalar yaratığı, adayların bir birini yıprattığı bilinen gerçeklerdir.


Bu bağlamda üniversitelerin genelinde bu hali ile üniversitelerde eğilim yoklaması üniversiteye zarar vermiş, yanlış akademik kadrolaşmalara neden oluş ve üniversiteler kendi içinde ayrışmıştır.


Mutlaka Üniversitelerin Nitel Seçim Sistemine Geçilmesi Zorunluluk Arz Etmektedir.


Bu bağlamda çok acil olarak nitelikli yönetici belirleme ölçütlerinin oluşturulabilmesi, kısır tartışmalardan uzak, önceden tahmin edilebilir, atandıktan sonra da neler yapıp yapmayacağı kurumsal sınırlar içinde öngörülebilir modellere ihtiyaç bulunuyor. O zaman, üniversite kamuoyu da işini gücünü bırakıp böyle bir süreçte çok zaman ve enerji kaybetmez, herkes için daha verimli ve huzurlu bir çalışma atmosferi sağlanabilmiş olur.


Dilekler böyle de bugünkü YÖK sistemi buna çok uygun mu? Bu çok tartışılır ama en azından kendi üniversitelerimiz olarak YÖK’e ve diğer kurumlara örnek modeli bizler oluşturabiliriz.


Üniversiteler Olarak Bizden Beklenen Nitelikte Seçim Modelleri Geliştiremedik


Yakın geçmişe kadar rektörlük seçimlerinde üniversite içi dengeler kısmen dikkate alınıyordu, ancak son yıllarda üniversite dışı dengeler daha çok dikkate alınır oldu. Rektör belirleme silsilesindeki belirsizlik süreci hep üniversite dışı faktörlerin etkisine maruz bırakılmış, bu dönemde ise bu husus çok daha fazla konuşulur duruma gelmiştir. Bütün bu nedenler ve üst yönetimlerinin belirlenmesinde belirli kriterlerin olmaması ve buna bağlı olarak yaşanan zincirleme birçok olay nedeniyle günümüze kadar nitelikli bu işi yapabilecek öğretim üyelerinin üniversite yönetimlerine aday olmaktan çekindikleri görülmüştür. Rektör yetkilerinin fazlalığı, kuruların çalıştırılamaması, sistemsizlik ve bazen de fazla sistemlilik, üniversite içi demokratik tartışma ve eleştiri mekanizmanın çalıştırılamaması üniversiteleri bir şekilde pasifize etmiştir.


Üniversiteler Kurumsal Kültür ve Sistem Oluşturamadı


Uzun zamandır Türkiye’nin en ciddi sorunu olarak, kurum kültürü sağlayamaması, sistemsizlik ve seçim kriterinin oluşturamaması olarak ifade edilebilir. Üniversiteler toplumun bir yansıması olarak ciddi bir kurum kültürüne sahip olmadığı gibi topluma öncülük edecek örnek modeller de oluşturamıyor. En azında şu ana kadar yaşanan tecrübelerden görüldüğü gibi kendisini nasıl yönetmesi konusunda kendi iç demokrasilerini geliştiremediler ve buna ilişkin kriterler oluşturamadılar.


Üniversitelerin kendilerinden beklenen bilim ve toplumu aydınlatma işlevini yapmasını sağlayabilecek, verimliği sağlayacak yöntemler ve buna uygun politikaları yürütecek adayları belirleyememesi üniversitelere yüklenen öncü rolleri bir yana bırakın, hepimizi tartışılır kılmaktadır. Son dönemlerde üniversitelerin hiç de hak etmediği şekilde ciddi şekilde içerikten yoksun, şablonculuk ve şekil üzerinde tartışılır hale getirilmesine karşın, üniversitenin de sonuç da soru sorabilen ve farklı alternatifler üretebilen bir nitelikten uzaklaşmasının bunda etkisi olduğu kestirilebilir.


Bu bağlamda üniversite rektör adaylarının belirlenmesinde yaşanan yöntemsizlik ve bireysellik veya tarafgirlik sorunu, üniversitelerimizi ileride daha çok aşındıracağa benziyor.


Yaşanan bir sorun varsa, bunu görmemezlikten gelerek durumu kurtaramayız. Pratik arayışlar da bizlere yakışmaz. Başkaları da çözmeyeceğine göre bu sorunları, çözüm adresi de her halde öncelikle üniversite bileşenleri olsa gerek.


Üniversiteler Model Geliştiremez, Kendi Sorununa Bile Çözüm Üretemez mi?


Önümüzdeki günlerde konunun tartışılmasına kendi penceremden devam edeceğim. 


*Prof. Dr.
Çukurova Üniversitesi
[email protected]

713430cookie-checkÜniversitelerde Seçim Sistemleri-2

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.