İnsan hiç kendi damarını keser mi?

Bin 700 metrede nasıl kıydınız o ağaçlara… Türkiye’nin inanılmaz bir hızla değişen gündemi arasında sürüp giden doğa kıyımlarına her gün bir yenisi ekleniyor. Türkiye’nin en uzun mesafeli yürüyüş rotası olan Likya Yolu’na geçtiğimiz günlerde bir gezi düzenleyen Bursa Doğader ve Doğa Sporları Topluluğu (DOS-T) üyeleri, Antalya’nın Demre ve Finike ilçeleri arasında bulunan bölgede taş ocağı açmak için yapılan ağaç katliamını belgelediler.

BİN 700 METREDE AĞAÇ KIYIMI

Doğader üyelerinden Sultan Koç, parkurun Demre- Finike arasındaki Gonca Yaylasında tanık oldukları ağaç katliamını ve rotanın bu bölümündeki izlenimlerini yazdı. Taş ocağı için her yıl binlerce yürüyüş tutkununu ağırlayan Likya Yolu’nun bir bölümünün de tahrip edildiğini belirten Koç, daha çok sedir ağaçlarının bulunduğu bin 700 metre yükseklikte açılan taş ocaklarına yönelik tepkisini ise “kimsenin kasasına Dolar olarak giremeyecek kadar kıymetlimiz bizim o dağlar” sözleriyle dile getiriyor.

YILDIZ YAĞMURU ALTINDA LİKYA YOLU

İşte bir avuç dolar uğruna delik deşik edilen dağlardan yankılanan Sultan Koç’un isyan dolu yazısı:
“Likya Yolu’nu yürümenin, binlerce insanın tarihinin üzerinden geçiyor olmanın heyecanı içindeyiz. Belören köyünde kurduk ikinci kampımızı. Çevremizde yüzlerce keçi, oğlak ve güleç yüzlü, yanık tenli insanlar. Akşam sohbetlerimizin bir ucuna ilişip, yıldız yağmurları eşliğinde dostlukların derinleştiği, sırların verilip, dertlerin alındığı candan konuşmalar…

Sabahki yürüyüş hedefimiz Zeytin, Alakilise, Papazkayası ve Kırkmerdiven…

ALAKİLİSE’NİN ÜMMÜ KIZI

Alakilisede bir kızı görmeye tembihliyim. Adı, Ümmü. ‘Körpem’ dediği bir oğlağı varmış. Ümmü’ye küçük bir armağanımız var. İki bebek ve sıcak kucaklamalar. Ümmü’nün annesi ile kapı önündeki sohbetimiz çardak içinde çay, taze keçi peyniri, domates, soğan ve en önemlisi şepit (yufka ) ile devam ediyor…

Kapının önüne bir güneş paneli koymuşlar. Basit gereksinimlerini bununla karşılıyorlarmış. Hala ‘fosil yakıt’ diye tutturanları düşünüyoruz bir yandan. Kente ve başka insanlara hiç özenmeyen, özlemeyen bir huzur ışıltısı vardı her iki yüzde de. Aslında bir geçmişin üzerinde yaşıyorlar ve sanki bin yıldır orada yaşayan onlarmış gibi içlerine sinmiş her taş, her ağaç…

GONCA YAYLASINDA AĞAÇ KIYIMI

Makiler buralarda daha oylumlu ve bu kadar su sarnıcı başka hiçbir yerde olmasa gerek. Yağmurdan başka su kaynakları yok. Bu nedenle sarnıçlar çok önemli. Suyun her can için gerekli olduğunun bilincindeler. Kendileri için sarnıç yaparken arıları kuşları unutmamışlar. Bunu düşünen yürek, bunu yapan el hiç kıyar mı ağacına, ağaçlarına, toprağına. Birileri kıymış işte…

Sağanak yağmur altında Papazkayasını geçip Kırkmerdivenden Gonca yaylasına ulaşıyoruz. Hemen hiç suyumuz kalmadı. Bu nedenle Gonca yaylasındaki sarnıca erişmek istiyoruz bir an önce. Birden karşımıza bir engel çıkıyor. Kesilmiş birçok ağaç. Bu ağaçların her biri bir hamlede aşamayacağımız kadar iri gövdeliydi.

LİKYA YOLU YOK EDİLMİŞ

Bin bir zorlukla ve kalbimizde bin bir acı ile ağaç yığınlarını aştıktan sonra haritamızda olmayan bir yol görüyoruz önümüzde. Yeni açıldığı belli. Likya Yolu yok edilmiş. Çevrede kesilmiş, yaşının çok ama çok olduğu cüssesinden belli ağaçlar. Gelişigüzel yıkılmış, bu nedenle kesilmemiş ağaçlara da hayli zarar vermiş durumdalar.

Önümüzdeki ağaç ölülerini aşıp yeniden Likya yolunu buluyoruz. Artık rotamız birilerinin doğayı hançerlercesine açtıkları yola paralel ilerliyor. Biraz yukarıdan yürüdüğümüz için de yapılan vahşeti daha da iyi görüyoruz. O hançer şimdi yüreğimize sokulu gibi. Zamanımız dar, damarlarımız susuz. Gonca yaylasının sarnıcına ulaşıyoruz. Sarnıcın ağzı tahta kapakla kapatılmış, içine dökülen tahta parçalarından su sararmış ama lezzeti tartışılmaz. Suyu süzerken iki el değişiyor, zorunlu olarak. Çünkü su çok soğuk. Susuzluğumuzu kandırıp, çevrenin güzelliklerine doymaya çalışırken bir araç geliyor yanımıza. İki genç iniyor içinden. Belli ki o yöredenler. Ama bir ivedilik var hallerinde. Bir an önce gitme telaşındalar. Yolu soruyoruz gençlere. Ne için açıldı, ağaçlar niye kesildi? Hiçbir duygu belirtisi göstermeden olağan bir sesle yanıtlıyorlar…

NASIL KIYDINIZ BU AĞAÇLARA

Yol yeni açılmış. Taş ocağı yapılacakmış bu bin 700 metre yüksekliğe. Ağaçları bu nedenle kesmişler. Büyük bir ocak olacakmış. Sevinç mi var seslerinde? Değil. Beklenti? Değil. Umut? O da yok… Ama bizde olumsuz tüm duygular var…

“Nasıl kıydınız bu ağaçlara?” diyoruz. Bu ağaçlar olmazsa toprak suyu nasıl tutar? İnsanın, köpeğin, keçinin, arının, kuşun suyu. Can suyu nasıl dolar o sarnıçlara?
“Senin bin tane altının olsa, ekmeğin olmasa karnın doyar mı?” diyorum, gençlerden birine. Dudaklarında aynı kayıtsızlık.

‘N’APALIM, BİZE İŞ VERECEKLER’

“N’apalım” diyorlar… “Çok büyük bir şirket. Ben olmasam başkası kesecek o ağaçları… Ben çalışmasam başkası çalışacak… Hem ocak açılında da iş verecekler bize…”
Bir yalan bu kadar mı muteber olur, doğanın katledildiği her yerde insanları uyutmak için?

O zavallılara ne desek. Algıları, çıkarları, hayalleri ve ufukları küçük… O küçücük akılları, o ağaç, o taş, o su olmadığında artık ona da burada hayat olamayacağını bilemiyor… Geride moloz, yıkıntı kaldığında kendilerinin de orda yer bulamayacağını anlayamıyor…

Hiç insan kendi damarını keser mi? Kendi kalbini oyar mı? Kendi gözlerini söker mi yerinden?

Elbette başına gelecek olan kötülüğün bilincinde olmayan bu iki köylümüz bu yıkımda sadece birer figüran..

BU DAĞLAR BİZİM KADİM TOPRAĞIMIZ

Bu ülkenin suyunun, ağacının, taşının, dağının, toprağının asıl düşmanı daha büyük. Daha sistematik, daha karmaşık. Devlete daha kolay ulaşan. Yasaları daha kendine göre oynatan. İnsana, kurda, kuşa ve arıya daha düşman.

Ama bizim de öfkemiz, kinimiz, hırsımız, direncimiz, umudumuz daha büyük. Makineden, testereden, çıkarttığı taşı ihraç ediyoruz deyip değerinin beş katı vergi iadesi alan şirketlerden…

Bu dağlar bizim kadim topraklarımız…

Analarımızın ekmek yoğurduğu, dedelerimizin çapasından sıçrayan, keçimizin içtiği, yediğimiz, yuduğumuz, katığımız suyun kaynağı dağlar…

Kimsenin kasasına Dolar olarak giremeyecek kadar kıymetlimiz bizim o dağlar. Kalbim Deniz’lere mi yansın, ağaçlara mı?

Tırnağı dişi, kalbi sökülen dağa mı…”

Bursa Doğader üyeleri Likya Yolu’ndaki katliamı belgelediler

Demre Finike arasındaki Gonca yaylasında taş ocağı açmak için katledilen ağaçlar

Gonca yaylasında kesilen ağaçların arasında sedirler de bulunuyor

Tarihi sarnıçlarda kuşların su içmesi için yapılan çukurlar

Taş ocağı için ormanda açılan yol

Ümmü, rotanın maskotu

1196710cookie-checkİnsan hiç kendi damarını keser mi?
Önceki haberTürkiye ekonomisinde eşikler
Sonraki haberDünya müziğinin başkenti: Viyana
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.