O güzel atlara binip gitmeyenler de kalmış…

Sokaklarına kendine has alçakgönüllülüğünün sindiği Burdur da o kentlerden biri…

Her ziyarette ayrı bir sırrını kulağıma fısıldayan kentin, zamana karşı direnen insanlarından biri olan Barut lakabıyla anılan Çaycısını da yavaş yavaş tanıdım…

Onu ilk kez aylar önce Köprübaşı’ndaki kamelyalarda soluklanan emeklilere, köylülere, Salı pazarından dönen yorgun teyzelere ve öğrencilere çay taşırken görmüştüm…

Eskiden işlek bir merkez olan Köprübaşı’nın hemen yanında bulunan, üzerinde ‘Barut’un Yeri’ levhası asılı küçük çay ocağından askısına doldurduğu çayları, yaşından ve sırtındaki kambura karşın gövdesinden beklenmeyen büyük bir çeviklikle taşıyor, aynı hızla boşları toplayıp yüzünden eksik etmediği tebessümle insanca gülümsüyordu…

Bir kaç gün önceki son Burdur ziyaretimde, aklıma düşünce Köprübaşında otobüsten inip doğruca Barut’un Yeri’nin karşısında bulunan kamelyalardan birine oturdum…

Köşedeki fırından bir simit alıp, Barut’un yolunu gözleme başladım…

İşte yine her zamanki gibi hızla çay ocağından çıkıp askısına doldurduğu çayları dağıtmaya başladı…
Bir çay da ben istedim. Her yerde böylesi bulunmaz. Bir tane daha derken boşları almaya geldiğinde sohbete başladık Barut’la…

Adı Şükrü’ymüş. 70 yaşında. 50 yıldır çay dağıtıyormuş. Çay satarak iki oğul bir kız yetiştirmiş. Gençliğinde bir ara faytonculuk, at arabacılığı yapmış ama ömrünün geri kalanı hep çaycılıkla geçmiş.

“1999’da Bağ-Kur’dan emekli oldum ama çaycılığı bırakmadım. Öyle boş duramıyorum. Burada insanlara hizmet etmek beni mutlu ediyor” diye özetliyor, yaşamının bu evresini.

Çayı 50 kuruşa satıyor. Belediyenin tarifesi 75 kuruşmuş ama o, “Benim büyük bir beklentim yok. Vatandaşa hizmet etmek istiyorum. Bu yüzden çayı 50 kuruştan satıyorum. Buralar akşama kadar dolar dolar boşalır. Ben böyle mutluyum. İnsanların da benden memnun olmalarını görmek yetiyor bana. Günde 100 çay satsam şükür diyorum” diyor.

Salı günü Köprübaşı’nın hemen yakınında kurulan pazar yüzünden işler biraz daha hareketli oluyormuş ancak diğer günler kendi rutininde sürüp gidiyor…

Az sonra bir tonton amca daha beliriyor elindeki askısına doldurduğu çaylarla… Yüzündeki insan sıcaklığı çaylardan daha koyu.

Adı Süleyman Karakaya’ymış. Şükrü Barut’un akrabasıymış. Yaşını sorunca muzipçe, “32” diyor. Yanımdaki bankta oturan Köprübaşı sakinlerinden biri tamamlıyor: “Geceleri saymaz o. Söylediği yaşı ikiyle çarp, 64 eder…”

Süleyman amca da Şükrü Barut’a hiç karşılık beklemeden yardım ediyormuş. Bugün pek çoğunuza garip gelebilir ama beş kuruş para almadan üstelik. Yüzündeki içten gülümsemenin kaynağı hiç kuşkusuz insanlardan aldığı o büyük gönül karşılığı olmalı…

Köprübaşının insanları, yaşamın o gerçek sahnesinde büyük bir ustalıkla, adına “hayat bilgisi” denilen tarihin en eski oyununu canlandırıp duran dev oyuncular gibiler…

Bugünün yılgınlarının zihninde hiç bir kıvılcım çakmayan Anadolu toprakları, kentleriyle, sokaklarıyla, kurduyla, kuşuyla, insanıyla yeryüzünün o en en sade ama en değerli yaşam kilimini dokumayı sürdürüyor…
Üstelik büyük bir tevazu ve sükunetle…

Bir zamanlar Burdur Gölü’nün kıyısına yakın bir köy olan Baladız’daki Tren İstasyonunda inip, Agora Meyhanesi’nde soluklandıktan sonra Gönen Köy Enstitüsü’ne giden Yaşar Kemal’in ruh heybesindeki o güzel insanları biriktirdiği bu topraklar, hepimizin harman yeriydi…

Zamanın yeli esti, dağıtıp gitti o güzel insanları…

Bir kaç ‘dane’ kaldı o büyük harmandan geriye…

O güzel atlara binip, bizi terk eden o iyi insanlardan…

_________________

*”O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler, demirin tuncuna, insanın piçine kaldık…”
(Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti)

1582960cookie-checkO güzel atlara binip gitmeyenler de kalmış…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.