Üç çocuk sendromu

Başbakanın ailelerden üç çocuk istemesi, hatta çocuk adedini, komşu Türkî devletlere gittiğinde beşe yükseltmesi sadece bir cehalet göstergesi olmayıp, aynı zamanda çok tehlikeli de bir siyasi manevradır. Önce siyasi manevra yönünden işe başlarsam, şu stratejiyi akılda tutmamız gerekmektedir. Başbakan ve hemen tüm AKP ileri gelenlerinin söylemleri iki farklı kesime yöneliktir ve farklı kesimlere farklı şeyler ifade etmektedir ve bu farklılık kesinlikle bilerek kasıtlı olarak yaratılmaktadır. “Hayırlara vesile olsun” ifadesi ya da üç çocuk talebi laik kesime fazla bir şey ifade etmezken, hatta yanlış söylemler olarak görülüp, fazlaca dikkate alınmazken, cemaat tabanı tarafından dini söylem ya da davranışlar olarak nitelendirilmektedir. Dindar kesim üç çocuk söylemini Peygamberin dileği olarak bilmektedir. Diğer bir deyişle, Erdoğan üç çocuk isterken Peygamberin dileğini yerine getiriyor diye algılanmaktadır. Keza, “hayırlara vesile olsun” ifadesinde de böyle bir ruh vardır. Dindar kesimce hiçbir iş veya amel Allah’ın rızası olmaksızın oluşmaz veya bir şeye dönüşmez. Hal böyle olunca, “hayırlara vesile olsun” bir dilekten çok bir dua olarak algılanmaktadır; insanlar bir şey yapamaz, ancak yapılanların hayra dönüşmesini Allah sağlar.

Çok çocuk talebinin siyasi bir cahil cinliği olduğunu da şuna bağlıyorum. Türkiye halkı bu cehalet düzeyinde bulunmamış olsa idi AKP böyle bir güce ulaşamazdı. Nitekim görece aydın ve kültürlü bölgelerde AKP istediği oyu alamamaktadır. Kültürlü insan başında faşist istemez, siyasetçinin her hareketini yorumlar, eleştirir ve ona göre siyasi kanaatini oluşturur. Dolayısıyla nüfus içinde cahil oranı ile AKP’nin oy oranı arasında doğrusal ilişki olduğu sürece, AKP cehaleti destekleyecektir.

Cehaleti felsefik anlamda kullanıyorum. Bugün Fetullah gurubu içinde nice mühendis, doktor, ya da sair bilim alanlarından insanlar hatta üniversite rektörleri bulunmaktadır. Doğru, ama bu taş kafalı insanlar teknik biliyorlar, fakat felsefe bilmiyorlar. Bu iş Batı’da da böyle değil mi, tıp veya bilgisayar alanında neler yapıyorlar, ama aynı insanlar nasıl garip tarikatlarda toplu intiharlar ya da gariplikler yapabiliyorlar. Dünyada dinsel ya da tarikatsal görüşler nasıl anormal hızla yükseliyor. Yoğun teknik eğitim, şu anda tam açıklayamadığım bir süreçle insanı dine sürükleyebilir. Ufak bir örnek vereyim. “İnsan genetiği…. son buluşlarla 3 milyar garip harften oluşuyor. İnsan hücresinin her birinde taşınan bu bilgi alfabesinin her üç harfini bir saniyede okumaya kalkan bir kişi, gece gündüz okuma hızı ile, tüm okumayı ancak 31 yılda bitirebilir.” (Francis S. Collins, The Language of God, 2006, Free Press, New York. S. 1) Francis Collins Genom Projesi Başkanı bir genetik profesörü. Geçmişte, bazı astronotlar fezaya çıktıklarında ulvi duygulara kapıldıklarını söylemişlerdir. Aynı konuda Einstein dahi bazı şeyler yazmıştır (Out of My Later Years adlı eseri) Bilim alanında ilerledikçe şimdilik sadece “ne” kavramını ve dokusunu çözebildik. Örneğin, dünya patlama ile oluşmuş, vs. Ama “niçin” sorusuna yanıt henüz yok. Meselâ niçin patlama olmuş, ondan önce ne varmış vs..vs. İşte, sanıyorum o zaman işler biraz karışıyor. Neyse bu konular beni de çok aşıyor zaten.

Din ya da inanç olgusunu bu denli felsefe boyutuna çekmeden yere indirince dincilik ya da yobazlığa uygun bir araç haline getirilebiliyor. ABD’nin oruçla nasıl bir ilgisi olabilir ki, geçenlerde Obama birilerine iftar yemeği verdi. Hepsi aynı hikâyedir. Türkiye’de de eğitim süresi uzayabilir, bazı teknik alanlarda öğretim düzeyi mekanik olarak yükselebilir, ama felsefeden yoksun toplum küt olmaktan kurtulamaz. Eğitim içine din konusunun “ihtiyari” görüntüsü aldatmacası altında “zorunlu” olarak sokuşturulması bundandır. İslam felsefe dünyasında, biliyoruz ki, Gazali’den bu yana içtihat yolu kapatılmış olduğundan, din olgusu Marksist yaklaşımlar bir yana, genel halk arasında da tamamıyla şekle dökülmüş, katı ve müsamahasız kurallarla eşleştirilmiştir. Bunun anlamı şudur, din kanalı ile gelen her emre, itirazsız, itaat edilmelidir. Kısacası, felsefeden yoksun her alan, bu arada din de, insanları robotlaştırma ve emre hazır askerler haline dönüştürme yoludur. Bu yolu sadece AKP istememektedir. AKP bir emri uygulama aşamasıdır. Bu yolu emperyalizm istemektedir.

Çok nüfus meselesi bizim bazı dindar ya da yobaz çevrenin öteden beri ağızlarından düşürmediği, bir tür “gâvur” (özür dilerim!)düşmanlığı tercümesidir. Onlara göre bu dünyada sembiotik yaşama kuralı geçerli değildir; sonunda mutlaka İslam her yere hâkim olacaktır. Onlara göre, gâvurlar da İslam ile aksi yönde mücadele ederek, bilimsel görüntü altında, bize ekonomik kalkınmamızı yapabilmek için nüfus planlaması yapmamız gerektiğini telkin etmekteler. Oysa ekonomik kalkınma mütalaası sadece bir bahanedir. Böylesi bilimsel görüş altında, onların hedefi İslam toplumunun nüfusunu azaltıp, kendi hâkimiyetlerini kurmaktır. Bu görüş, ben İktisat Fakültesi’nde talebe iken Prof Sabahattin Zaim (ki, bunlarla aynı tarikattan idi, ama bunlardan daha namuslu ve dürüsttü, belki de zaman ruhu meselesidir) de aynı felsefeyi işliyordu.

İktisat yazımında Lewis ya da Nurkse vb gibi bazı yazarlar da kalkınmada nüfusun rolünü ileri sürmüşlerdir. Ancak, bu tür yazarlar kırsal alandaki fazla nüfusun zamanla kentsel alanlarda ucuz sanayi işçisi olarak ülkenin kalkınmasına destek vereceğini de ifade etmişlerdir. Bu fikirler 1950’lerde ileri sürülen kırıntılardır.

Şöyle düşünelim: Yaklaşık 1,5 milyarlık Çin’in mi (geçmişte) sözü önde idi yoksa 400 milyon civarında ABD’nin mi ya da ondan daha az nüfuslu Almanya ya da İsviçre’nin mi sözü sayılırdı. Açıktır ki, ekonomik güç oluşumunda nüfus olumlu bir öğe olarak görülemez. Hatta teknoloji yoğun yatırım gerektirdiğinden, nüfus fazlası veri gelir düzeyinde tasarrufu gerileteceğinden ekonomik ilerleme önünde engeldir. Günümüzde Türkiye böyle bir sorun içinde yüzmektedir. Makul bir büyüme oranı için tasarruf oranının en az % 20 dolayında olması gerekirken, bu oran halen % 12’lerde seyretmektedir. Tasarruf oranını yükseltmek için ulusal gelirin yükseltilmesi, onun için de ya verimliliği yüksek teknoloji alanlarına yatırım yapmak ya da emek-yoğun alanlara çok büyük yatırımlar yapmak gerekiyor. Kısacası, ileride küreselleşen dünyada teknoloji yatırım yapmamız gerekiyor denirse, emek nerede istihdam edilecektir, eğer emek istihdam edilecekse, o takdirde teknolojik atılımın akıbeti ne olacaktır. Böyle bir açmazda üç veya daha fazla çocuk ne demektir?

İşin bir başka yönü de, ailelerin genel gelir düzeyi üç veya daha fazla çocuğu eğitim ve sağlık hizmetleri ile yeterince besleyemeyeceğinden, iş sosyal devlete düşmektedir. Sosyal devletin durumu ise, bir yandan küreselleşmenin dayattığı küçük devlet modeli, diğer yandan da bizzat devletin bütçe tasarrufu7 sağlama amacıyla aldığı önlemlerle ortadadır.

Bazı çevreler işin politik yanının da olduğunu söylemekteler. Şöyle ki, Kürdistan sevdası yanındakiler yöre halkının çok çocuk doğurmasını istemekteler, böylece ileride nüfus baskısı ile, bir plebisit sonucunda, o yörelere siyasi bağımsızlık verilebilir, denmektedir. Bunu önlemenin bir yolu Türk ailelerin çocuk yapması, bir başka yolu da düşük yoğunluklu savaşla ve/veya zorunlu göçle nüfusu eritmektir.

1595940cookie-checkÜç çocuk sendromu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.