Okunmazsa yazık olur

Hele hele siz de bir yazarsanız, gazetelerde ve internet sitelerinde köşe yazısı yazıyorsanız… Televizyonlarda açık oturum programları düzenliyor ve yönetiyorsanız.


İşte bu duygu ve sorumluluk dürtüsüyle;
Fatma Sibel Yüksek’in Truva Yayınları’ndan birinci baskısı geçtiğimiz ay (Şubat 2007) yapılan “Başbakanlığın bilinmeyenleri” adlı kitabından yer alan “İşsizlik… İşsizlik…” başlıklı yazısını aşağıda aynen sizlerle paylaşmak istedik.
Yazılanlara kelimesi kelimesine sizlerinde katılacağına yürekten emin olduğumuz “iç acıtan” bir yazı:


“Meslek hayatı boyunca birkaç kez işsiz kalmak gazetecinin kaderidir. En uyumlu ve en istikrarlı olanından, en geçimsizine kadar işsizliğin acı gerçeğini yaşamamış gazeteci yoktur.
İki gazeteci tipi sık sık işsiz kalır: Çok iyi gazeteciler ve çok kötü gazeteciler. İyi gazeteci işsiz kalır; çünkü kendine güveni fazladır. Bu özelliği zaman içinde hem mesai arkadaşları, hem de yöneticileri ile çeşitli sorunlar doğurmaya başlar. Kurumda ve piyasada fazla sivrilip de kendisini ayakta tutacak güçlü dayanaklara sahip olmayan bir gazetecinin kaçınılmaz sonu işsizliktir. Bu tipleri herkes çirkin ördek yavrusu gibi gagalar.
Etliye sütlüye karışmamak, fazla iddialı olmamak, gözden ırak durmak, kısacası ‘efendi olmak’ gibi özellikler de kriz dönemlerinin ‘yangında ilk feda edilecek’
 Gazeteciler arasında yer almanız için yeterli nedendir. Bu tiplerin performansından yöneticiler zaten öteden beri memnun değillerdir de ‘hadi ekmeği ile oynamayalım’ düşüncesi ile bir türlü yol vermemektedirler. Ama kriz
Dönemlerinde beklenen fırsat ele geçer ve hayatını bu arz içinde sürdürüp giden arkadaşlarımız da kendilerini kapı önünde bulurlar.
İşsiz kalmanın ilk şoku kötüdür. Posta koyarak, sizin içinizden edenlere hayatı dar ederek gitmek ile sessiz sedasız, el sıkışarak gitmek arasında bocalarsınız. Birincisini yaparsanız adınız kavgacıya ikinci yola müracaat ederseniz, hakkını aramaktan aciz pısırık tipe çıkar. Kırgınlık, kızgınlık öfke, utanma, zaman zaman da kin duygularına kapılırsınız. En ağır şey, eşyalarınızı toplarken, sizi pek sevmeyenlerin gözünde yanıp sönen sevinç pırıltısını görmektir. Sizi sevenlerin de yapabileceği bir şey yoktur.  “Ara bizi yaa. Bak gemlemezlik etme ha! Burası senin.” Şeklinde veya “Senin gibi gazeteci işsiz mi kalacak koçum! Her işte bir hayır vardır.” Şeklinde basmakalıp ve zorlama yaklaşımlar göstermekten öteye gidemezler. Bir de, “Vallahi kurtuldun buradan kardeş. Fırsat bulur bulmaz ben de kaçacağım”lar vardır ki en tatsızı bu sınıfta yer alanlardır. Bir yere kaçacakları yoktur. Kovulsalar gitmezler. Durumumuzdan sadist bir zevk duyanlar da bu türe ait olanlardır. Başınız önünüzde kara kara düşündüğünüze bakıp, “iyi ki bir işim var. Allah kimsenin başına vermesin.” diye şükrederler. (…)
Ve yeni iş aramak…
İşte işsizliğin en zor aşaması budur. Artık bütün belirsizlikler aşılmış, kıvırdığınız bütün yalanlar tükenmiş ve sizin bir süredir işsiz olduğunuz herkes tarafından anlaşılmıştır. Eğer bir birikiminiz yoksa- ki yoktur – paralar suyunu çekmiştir. Çevrenizde borç alacak kimse kalmamıştır. Kaldı ki alsanız nasıl ödeyeceksiniz? Ev kirası, elektrik – su faturası, doğalgaz borcu birikmeye başlar. Duş yaparken su aniden soğuyup tüp bitmiştir! Aylak aylak sokaklarda dolaşıp akşam eve döndüğünüzde kapıda bir kâğıt bulursunuz: “Elektrik borcunuzu şu tarihe kadar ödemezseniz.’ İlk feragat, internet aboneliği kesilir, kontörlü telefona dönülür. (…)
Depresyon, bütün umutların tükendiği noktada gelir. Artık üstünüze başınıza özen göstermemeye, saçınızı doğru düzgün taramamaya başlarsınız. İşsiz kalan gazetecilerin erkek olanları, ortalama 2 ay içinde sakal bırakır. Kadınlar da saç boyatmaktan vazgeçip doğal renklerine dönerler…
En tehlikeli aşamalardan birisi, çevrenize  ‘anılarınızı’ anlatmaya başlamanızdır.. Dramınızı herkes görmezden gelir. Sanki köprü altında yatan bir insanmışız gibi, yanınızdan arabaları ile geçip giderler, sizi görmezler. Kendinizi otoban da ezilmiş bir kedi gibi hissedersiniz. ‘Acaba ben gerçekte yok muyum?’ diye düşünmeye başlarsınız.
Bir süre sonra bütün marjinal fikirler kafanıza üşüşür… Halk ekmek bayii açmaktan cinayet işlemeye, otostopla dünya turuna çıkmaktan intihar etmeye kadar pek çok tuhaf düşünce beyninize üşüşür. Düşündükçe, en saçma, en tehlikeli olanlar bile yapılabilir’ gelmeye başlar…
Bilginizi, cesaretinizi. Birikiminizi, güzelliğinizi, yakışıklılığınızı övenler toz olmuşlardır.
‘Demek, her şey sadece etiketim içinmiş! Ah, kahpe dünya!’
Yalnızlık, unutulmuşluk, bir türlü gelmeyen telefonlar, yolda karşılaşıp başını çevirenler, yağmurlu havalar, belirsiz gelecek, yaklaşan yaşlılık. Onurunuzu kaybetme korkusu. Ya bu durum hayatım mahvolana kadar sürerse?
Günler, haftalar, aylar bazen de yıllar birbirini kovalar…  Umut ışığı giderek tükenir. Arnavut yazar İsmail Kadere’nin, Kosava seferinde ölen Üçüncü Murat’ın dramını anlatan ‘Sultan’ın yakarışı’ öyküsünde olduğu gibi başucunuzda yanan bir mum kandili ile asırların geçmesini, her bir saniyesini hissede hissede, acı çekerek ve yapayalnız seyredersiniz.”



Sevgili okurlar,
Kitabın yazarını tanımayız. Yüzünü dahi gördüğümüzü anımsamıyoruz. Önerimiz içtendir, hesaba kitaba ve reklâma dayalı değildir. Yazının tamamını ve kitabı (önsözü dahil) toplumculuk, dürüst düşünce, içtenlik ve gerçekçilik ve tepelerde neler oluyor neler adına, “nereden nereyeee(!)” adına okumanızı hararetle öneririz!..
Mutlaka okuyun!
Okunmazsa yazık olur!..



[email protected]
[email protected]

698460cookie-checkOkunmazsa yazık olur

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.