“Oğlumu öldürdünüz, arz ederim!”

Devlet her şeyi puslar arasına sokarak, hiçbir meselede gerçeği olduğu gibi kitlelere aktarmadığı gibi gerçeği de söylemedi. Yalan dolanla olayların faillerini gizlemeye özen gösteren bir tutum ve davranış içinde oldu. İsmail Saymaz da o gizlenen gerçekleri gözler önüne sermiş.

İzmir İnciraltı öğrenci kıyımında başlayarak 12 Eylül sürecin de işkencede öldürülen devrimcilere kadar uzanan bazı olayların arka perdesini eşelemiş. Bizlerin önüne devletin kara mizah halini sermiş. Kendisine bu olaylara neden ilgi duyduğunu sorarsak: Bize, kendisi “ben gazeteci olarak görevimi yaptım” diyecek. Belki de haklı! Ancak Gazeteci olmak birazda toplumun vicdanı olmayı gerektirir. Toplumun vicdanı olmadan gazetecilik yapanlar sadece egemenlerin borazanı olarak kalırlar.

İsmail Saymaz egemenlerin borazanı olarak kalmadığına göre demek ki toplumun vicdanı olarak çalışmış. Toplumun vicdanı olmayanlara gazeteci demeye de zaten gerek yok . Bu vesile ile İsmail saymaz yazdığı bu kitaplarıyla, devletin bizden sakladıklarını bize vermekle de kalmıyor, yakın tarihi sorgulamamıza iyi bir aracı olmakta. İsmail Saymaz kitaplarından İki adet okudum. Bu okuduğum her iki kitap da İsmail Saymaz toplumun vicdanı olarak işlev yapmış. Devletin, o elamanlarının, içimizden çıkarak bize yabancılaşan halini göstermiş. Sıradan bir insan, bir işçinin ya da köylünün çocukları olmaları, onları egemen güçlere hizmet etmekten geri tutmamış, tam tersine, verilen görevler yerine getirmek için aşırı istekli davranarak, içine girdikleri üniformanın rengiyle bütünleşerek egemen olmanın vicdansızlığını harmanlanmışlar, işkence yapar hale gelmişler. Bunlar bazen asker, bazen polis ya da gardiyan, sivil memur olmaları hiç fark etmiyor. Hepsi içine girdikleri elbisenin gücüyle hareket ediyorlar. Bulundukları yerlerden düşünerek! Kendilerine verilen emri yerine getirerek, konum yükseltme peşinde oluyorlar.

İsmail Saymaz yazdığı kitapları okurken geçmişte okuduğum “Öldürmenin mahrem tarihi” olarak çevrilen bir kitabı gözümün önünde canlandırmış oluyorum. Bu kitap da, Amerika’nın viyatnama gönderdiği askerlerin savaş içinde ki çekincelerini , korkuların ve insan olan yönlerini de aşarak, canavarlaştırılmaların anlatıyordu. Sıradan insanların korkularını aşarak, öldürmeden haz duyar hale gelmesi, verili koşullar da verilen eğitimle doğru orantılı olarak gittiğini gösterir. Bu yapılan araştırma asker mektuplarında yapılan inceleme sonucun da saptanmış.

Viyatnam sendromu denen hastalığın temelin de verilen askeri eğitim var. Aslın da bu ortaya çıkan sendromun kara tablosu sıradan insanların korkuların aşarak her birinin bir canavara dönüşmesi hikayesi var demektir. Bu işçi köylü çocukları eğitilerek, egemen sınıfların ihtiyacı üzerinden şekillendirilerek, ilk asker alındıkları sırada, hiç bir cana kıymayan o çocuklar, askerler, süre içinde eğitilerek, insan öldürmekten zevk alır hale getirilmekteler.

Aslında bu bizim ülkemizde de böyle. Sıradan işçi, köylü çocukları askere alınır, bir yetki ile donatılıp, emir, komuta zincirine bağlanarak her haltı yapar hale gelişini İsmail Saymaz bize “Esas Duruşta Cinayet” kitabında çok çarpıcı biçimde göstermiş. Orada anlattığı Uzman askerler ya da sıradan erler emre uyarak kendilerini oranın düzen kurucusu olarak görmeye başlıyorlar. Kurallarına ‘aykırı’ davrandığını gördükleri insanlara işkence yapmayı vatan vazifesi kabul ediyorlar. Bu kirli ve iğrenç insan güruhunu tanımak için İsmail saymaz kitapları okunmalı ki aramızda dolaşan canilerin devletçi yüzü ortaya çıka.

İnsanlar, rütbeli ya da rütbesiz olması değil, yaptıkları eylemler üzerinden değerlendirilmeli. Ülkemiz de 17 Bin faili (belli) meçhul varsa bunun sorumluluğu herkesin üzerindedir. Eylemi yapanlar kadar olmasa bile eylemi yapanlardan hesap sormayanlar da sorumludur. Bu faili meçhul denilen cinayetleri uzaydan birileri gelerek yapıp bu insanları ortadan kaldırmadı. Bu insanları yok eden o güruhlar aramızda dolaşıyorlar. O nedenle İsmail Saymaz kitapları daha fazla okunmalı. Bilinçle bu cellat güruhlar teşhir edilmeli. Çünkü bu caniler hala aramızda dolaşmaktalar.

Üstelik, bu cellatlar tek kılık da değil. Bazen patron, bazen bakan, başbakan,bazen general, bazen polis, bazen gardiyan! Sermaye gücü olarak hep karşımızdalar. Emekçileri öldürüyorlar. Her gün sokaklarda ya da fabrikalarda, ceza evlerin de, polis nezaretin de bu olayları yaşanıyor. Bunlara dur demek bizlerin elinde…Bizler ne yapıyoruz: “Oğlumu, Kızımı, Babamı, Annemi, kardeşimi Öldürdünüz Arz ederim” diyoruz. Bazen bunları söyleyecek gücümüzde olmuyor. Ama kendi gücümüze güvenmekten başkada çare yok. Bizi var edecek, ayağa kaldıracak da kendi gücümüzdür.

______________

31 EKİM 2014.

1566950cookie-check“Oğlumu öldürdünüz, arz ederim!”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.