Patlamaya hazır balon

Balon ve patlama gibi sözcüklere 2008 krizinden beri alışığız. Önce finansal alanda şişme oluşuyor, krediler ödenemez hale gelince kriz oluyor. Bu süreç balona benzetilerek, önce şişirildiği, şişirmede aşırıya gidildiğinde de balonun patladığı ifade ediliyor. Ancak bu yazıda böylesi balon hikâyesinden değil, çok daha gerçekçi ve tüm insanlığı ilgilendiren bir gerçeklikten, yaşanan bir gerçeğin muhtemel çöküşünden söz edeceğim.

Konu hiç yeni değil, bundan yaklaşık ikiyüz yıl öncesinde Marx ile Engels arasındaki diyalogda da böyle bir çöküş hikâyesini okuyabiliyoruz. Ünlü Komünist Manifesto’ya göre çöküş hemen gerçekleşmek üzere idi. Aradan 1929 krizi de geçti, sistem yine çökmedi. 2008 krizi de bazı rüyaları yeniden canlandırdı, fakat kriz derinleşirken bir türlü çöküşe geçmedi. Kim bilir, belki de üçüncü paylaşım savaşını bekliyor olabilir!

Marksizm konusunda pek ehil olan David Harvey de son kitaplarından birinde sistemi çöküşüne götürecek onyedi nedenden söz etmektedir. Harvey, kitabında emek-sermaye çatışması, doğa tahribatı, iklimlerin çöküşü vb gibi, doğal, ekonomik ve sosyal bir dizi nedene bağlı olarak, belirsiz bir zamanda kapitalizmin hayatiyetinin sona ereceğini ifade etmektedir.

Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı tarafından düzenlenen “Neden Kapitalizmin Bir Geleceği Yok” konulu iki günlük toplantıda doğal, siyasal ve insansal bir dizi alan kapsanarak, kapitalizmin doğa üzerindeki tahribatı ve insanın biyolojik yaşamına olduğu kadar, ruhsal yapısı üzerindeki etkisi de dolu dolu tartışıldı. İki gün süren ve dört oturumdan oluşan seminerde ekonomik, finansal, çevre, enerji, jeopolitik ve sosyal alanlarda yaşanan kriz ve tahribatlar görüşüldü, tartışıldı.

Kapitalizm, uzun bir yaşam süresi olmuş, daha ne kadar yaşayacağı tam kestirilemeyen, her geçen gün yakıtının tükendiği düşünülen bir sömürü sistemidir. Sermayenin insanı sömüren ilk yapısından, doğanın her alanını sömüre sömüre günümüze dek gelen ve dünyanın bir yanında oluşturduğu yoksulluk ve yıkım pahasına diğer yanında oluşturduğu göz kamaştırıcı parıltılarla devam eden kapitalizm, her yakıtının bittiği düşünülen dönemde kendisine yeni araçlar bularak varlığını sürdürmeyi başarmıştır.

İngiltere’de ondokuzuncu yüzyılda tarımsal üretim döneminden sanayi aşamasına geçilirken Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi adlı eserinde hikâye ettiği derin sömürü yaşanırken, nasıl anlatılabileceğini kestiremediğim şekilde, düşünce alanında da liberalizm yükseliyordu. Jeremy Bentham gibi düşünürlerin ortaya attığı psikolojik haz felsefesi insana iki yol çiziyordu; zevk alma ve acıdan kaçma! İngiltere sanayi hamle ile ileri çıkınca, doğal olarak uluslararası düzeyde rekabeti meşru kılan kuralları geliştirip tüm dünyaya yaydı. İnsan davranış ve motivasyonunun üretim ilişkisi ve toplumsal koşullarla tetiklendiği görüşüne ulaşmak için Marks’ı beklemek gerektiğinden, onyedinci ve onsekizinci yüzyıl düşünürleri özgürlük ve liberalizm abidesi olarak yükseldiler. Ne hazindir ki, değerin yaratıcısı olarak emek kutsandığı, bu görüşün teorisi iktisat biliminin kurucusu olarak bilinen Smith ve Ricardo tarafından kurulduğu halde, sömürünün anlaşılabilmesi için de yine Marks’ı beklemek gerekti. Ne var ki, bu sürede oluşan zihinsel dokular, siyasi yasaklarla da baskılanarak sömürü ve yabancılaşma olgusunu bir türlü anlayamayan insan, iki ayağı üzerine gerçekleştirdiği kalkışını, maalesef, beyinsel ve zihinsel faaliyetlerinde başaramadı. Ama artık bugün, başta gıda girdimiz olmak üzere, hemen tüm alanlar metalaştırılarak sermaye hâkimiyetine geçmiş, böylece yaşam kanallarımız her an daraltılabilecek ya da kâr dürtüsü ile içine her türlü zehir şırıngalanabilecek şekilde sermaye insafına terk edilmiş bulunmaktadır. Üstelik de bu sürecin nasıl bir “sağlıklı yaşam” modeli olduğu sermayenin hoparlörlerinden kulaklarımızı sağır edercesine haykırılmaktadır. Böylece geçmişin silahlı savaşları, günümüzde yerini gıda maddeleri, enerji kaynakları ve çeşitli şekilde ölümcül amaçla kullanılabilecek yoğun teknolojiye bırakmış bulunmaktadır.

Kapitalizmin doğa tahribatı çok eskilerden beri var olduğu, hatta Roza Lüksemburg eserlerinin çeşitli yerlerinde doğa tahribatından söz ettiği halde, konunun bugün aşırı dillendirilmesi artık görünür ve algılanır hale gelmiş olmasındandır. Bir şeyi daha artık algılamamız gerekir ki, en kıymetli doğa ünitesi insan beynidir. Kapitalizmin insan beynini tüketme kapasitesi gıda, çevre ve çeşitli teknolojik olanaklarla oldukça yüksektir. İnsan beyninin açlık, yorgunluk ya da uyku vb gibi biyolojik dürtülerle sınırlı çalışma kapasitesine indirgenmesi, insanlığın analiz yeteneğinden yoksun bırakılması demektir ki, en ciddi ve korkulacak robotlaşma budur. Böyle bir insana ancak tüketiminden fazlasını üretme kapasitesi kadar yaşam hakkı tanınır. Dünya nüfusu hızla artarken vaktiyle Malthus’un öngördüğü doğal denetimi kapitalist sistem en vahşi şekilde yapmaya aday olabilir.

Yeni Dünya Düzeni ya da medeniyet olarak bizlere yutturulan neoliberalizm uygulamasında yönetişim kavramının dillendirilmesi de, girift teknoloji ve aşılamaz sermaye gücüne karşı sanki halk söylemleri ile yönetimde söz sahibi olunabilir masalının kafalarımıza enjekte edilmesidir. Günümüz teknolojisinde ve sermayenin silahlı ve kalemli güçlerle birleşmiş şirin görüntüsü arkasındaki “frankenştayn” özlü dokusuna müdahale etmek bir yana, duhul dahi olanaksızdır. Şu hale göre, günümüz kapitalizmi geçmişin kaba sömürüsünü, günümüzde ince ve sosyal narkozlu sömürüye dönüştürmüş olarak, çok daha derin dokulara inecek şekilde sürdürmektedir.

Umalım, Marks’ın “yanlış bilinçlenme” olgusunu ıskalamadan aklımızı ve irademizi kullanarak, insanca ve kardeşçe yaşama koşullarını inşa edip, dünya elimizden kaymadan huzurlu yaşam kavuşuruz!

 

 

2132290cookie-checkPatlamaya hazır balon

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.