POLONYA’DAN… Sözde vatandaslar!

Eğer ülkedeki sosyal olgu ve kesimlerin tespit edilmesi veya tanımlanması işini, rakiplerin veya birbirlerine hiç hoşgörüsü olamayanların insafına terkederseniz, o zaman o ülkede ne gerçek anlamda sosyal olayları tahlil edebilirsiniz, ne de tespit edebilirsiniz.

Ülkemizde bazı sosyal olayları değerlendirirken veya bazı kavramlarla bazı kesimleri nitelendirirken, devlet bunların tesiri altında kalmamalı, aydınlar bu yönde üretimlerini yapmamalıdır. Olaylar objektif olarak değerlendirilmelidir.

Bu yapılmadığı taktirde sadece toplumdaki gerçek gündem ve gelişmelerin dışında kalmaz; aynı zamanda toplumdaki gerçek tehlikeleri de gözden kaçırırız.

Diğer taraftan bu bakış açısıyla sürekli taciz edilen veya baskı altına alınmaya çalışılan insanlar, yanlış niteleme ve adlandırmadan dolayı birileri tarafından sürekli bir kesimin yanına iteklenmeye de çalışılmaktadır.

Yani Türkiye’de sağ yelpaze akımlarını sağcının, sol yelpaze akımlarını solcunun eleştirmesi dışında düşünce dünyamızda bir hareket, sosyal olay ve gelişmeleri objektif olarak ele alan bir kesim olmadığı için, düşünceler gelişmeden ziyade kutuplaşmayı ve çatışmayı artırıcı ve bu ortama zemin hazırlayıcı bir şekilde cereyan ediyor.

İşin daha da açık tarafı, çatışmacı ve kutuplaşmacı düşünce arenası, kendi iç yapısını geliştiremediği gibi, dış etkilere ve dalgalara da fazla açık ve tesir altında kalıcı bir rota izlemeye devam ediyor.

Siz Türkiye’de Kürtlüğü, Kürde karşı olduğunu söyleyen birisine soramazsınız.

Çünkü alacağınız cevaplar sosyal bir fenomeni cevaplayacak objektiflikte olmayacağı gibi, samimi de olmayacaktır.

Kürt tehlikesini bahane ederek, ülkemizde yenilik, gelişme ve çağdaşlaşmaya ve kalkınma yolundaki reform gayretlerine her dönemde destek olan insanların yaşaması ve düşüncelerini açıklaması için bir kısıtlama getirirseniz, o zaman tehlikeyi daha da büyütmüş olursunuz. İnsanları zoraki kamplaşmalara, karşı tavır almaya zorlarsınız.

Adı Kürt olsun, Alevi olsun, Ermeni olsun; ne olursa olsun; insanlarımıza yaşadıkları devletin egemenliği altında güven ve kendini ifade etme hürriyeti sağladığımız taktirde, o insanlar devlet için tehlike veya sistemin düşmanı olmayacak, sadece devlete ve idare edenlere taleplerini iletme noktasında kendilerini daha özgür hissedeceklerdir.

Çünkü çağdaş hukuk devletinin, idaresi altındaki vatandaşlarını tasnif etmesi ve hepsine ayrı ayrı politikalarla baskı uygulaması söz konusu olamaz. Çağdaş hukuk devleti, her bireyini değerli kabul etmek, ona güvenmek, güvendiğini hissettirmek ve ortak paydayı bulmak durumundadır.

Çünkü kendi halkından korkan bir devletin demokratik olması, çağdaş olması, hukuk devleti olması mümkün değildir. Devlet, vatandaşından korkar bir hale gelmişse, orada demokratik hak ve mekanizmaların yaşaması da mümkün olmayacaktır. Çünkü demokrasi bir bölüm halka değil, halkın genelinin desteği ve arzusuna dayanan bir yönetim biçimidir.

Bu nedenle devlet ve devleti yönetme durumunda olan herkesin öncelikli görevi, halkın bir bölümünü veya büyük bölümünü korkutarak demokrasi getirmek değildir. İşte o zaman sistemin adı demokrasi olmaz. Bunları demokrasi adı altında yaptığınızda da halkın demokrasiye inancı ve güveni kalmaz.

Bugün devletin hataları nedeniyle sistem sadece kendisine düşman üretir bir yapıda işlemeye devam etmektedir. 20 yıl önce sol veya sağ kesimleri tehlike gören devlet, bugün aynı kesimlere mesafeli davranmakla birlikte, büyük çoğunluğunun Kürt olduğunu kendisinin de kabul ettiği kesimleri kendisinden uzaklaştıran ve köşeye sıkıştıran bir politika izlemekten kaçınmamaktadır.

Bazı kesimler ve devletin tek sahibi olarak kendilerini gören seçkinlere göre sağcısı, solcusu, sosyalisti, milliyetçisi, ülkücüsü, alevîsi,dincisi, kürdü; hepsi birer potansiyel tehlike. Kontrol edilmeleri, izlenmeleri veya fazla palazlanmamaları gerekir. İyi de Türkiye dediğimiz ve büyük hedefleri olan bu ülke bunlara güvenmeden nasıl ilerleyecektir!

Devletin yönetimi altındaki herkesin düşman veya tehlike görüldüğü bir ortamda o devlet sırtını nereye dayayacaktır. O devlet nasıl baki kalacak, o devlet nasıl demokratik olacaktır. Türkiye bunların cevabını bulmak ve gerekli adımları cesaretle atmak durumundadır.

Bu yapılmadığı sürece Türkiye, 100 yıldır tartıştığı kürt,alevi, irtica-mürteci-ilerici-çağdaş çemberinde bir 100 yıl daha kalmaya mahkumdur.

Türkiye’de kürt tehdidi açısından değerlendirilen kesimler arasında, gerçek tanımına uygun, marjinal olarak değerlendirebileceğimiz bir ölçüde gruplar vardır. Ancak, marjinallik bir tehdit değil, ideolojiler çöplüğünde bir desendir sadece…

Devletin veya bazı kesimlerin marjinal haldeki gruplara baskı uygulaması veya aşağılaması ise bu grupları marjinal olmaktan uzaklaştıran ve adeta doğurganlaştıran bir etki uyandırmaktadır. Burada yapılacak olan, kamu düzenini yeniden düzenlemek, hukuk devleti anlayışının tesisiyle, devleti her ideoloji ve kesim karşısında eşit mesafede tutmaktır. Devlet eğer bir kesimi tutarsa, o kesime karşı olanların da düşmanlığını çekecektir. Hem de karşısındaki kesimden daha fazla ve keskin olan bir düşmanlığı kendisine çekecektir.

Devlet ideolojiler ve bu ideolojileri benimseyen kesimler karşısında taraf olmamalıdır. Taraf olma, devletin güvenilir olma ve saygın olma durumunu erozyona uğratır. Devlet bu alandaki tartışmaların hukuki zeminde ve iç barışı tehlikeye düşürmeyecek şekilde cereyan etmesine gözcülük etmeli, ama kesinlikle şiddetle müdahil olmamalıdır.

Yapılacak olan, aydınların ve sivil toplum örgütlerinin oluşturacağı düşünce ve tartışma platformuna anlayışla yaklaşmak, hatta gerektiği hallerde bu serbest tartışma ortamının oluşmasına katkıda bulunmaktır. Türkiye’de çok geniş kitleleri bir tartışma ve kutuplaşma arenasına sürükleyen olayların çıkışı ve bir noktada sonuçlanmasının çaresi de devletin şekillendirmesi veya tehdit etmesi değil, aydınlara beyin fırtınası oluşturabilecekleri özgürlüklerin sunulmasıdır.

Türkiye’de Kürt sorunu konusunda yaşanan bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaların halledilmesinin yolu da buradan geçmektedir.

Eğer devlet bu özgürlükleri ve ifade etme hürriyetlerini düşünen ve üreten insanlara sonuna kadar kullanma güvencesi sağlayamazsa, o zaman düşünce özgürlüğünden korkanların daha fazla korkmaları gereken çatışma ve kamplaşma olaylarına zemin hazırlanmış olacaktır. Bu durumda ise, bir asırdır konuştuklarımızda bir arpa boyu yol gidemeden, adım attığımız yeni yüzyılda da aynı kısır döngü ve gerginlikleri yaşar ve “vatandaş sözde vatandaş”, devlette “sözde devlet” olmaya devam eder.

* * *

Bir söz

“Kendi vatandasinin refahini, mutlulugunu,huzurunu saglamayan bir devlet herkesten ve herseyden korkar.”

“Bizde vatandaş olanın vatandaş sayıması için Türk, Müslüman ve Sunni olma gereği var…”

Mehmet Altan ( 08 Subat 2005)

651260cookie-checkPOLONYA’DAN… Sözde vatandaslar!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.