İranlı yazar Erad: Aşk, Türk’ü, Kürt’ü sevmektir

BİR YUSUF YAVUZ RÖPORTAJI…


İranlı yazar Ata Erad, yaşamının neredeyse yarısını Türkiye’de geçirmiş bir aydın. Bizi en az bizim kadar iyi tanıyor. En iyi dostlarının arasında Türk yazar ve çizerleri de bulunuyor.


İran’ın önemli gazete ve dergilerinde Türk edebiyatı ve tiyatrosuna ilişkin yazılar yazan,  ‘Türk şairler İran’da neredeyse hiç tanınmıyor’ diyerek Türk şiirinden çeviriler yapan Ata Erad, Tolstoy’un Hz. Muhammed adlı kitabını bile Türkçe baskısından çevirmiş.


Çevirileri dışında kendi kitapları da bulunan Ata Erad, yakında yayınlanacak olan “Alevilik- Bektaşilik” adlı kitabıyla geniş bir coğrafyada bu derin  kültürün izini sürüyor. Türk okurlar onu Yeni Harman ve Kaçak Yayın gibi dergilerindeki yazılarının yanında Gerçek Hayat dergisinde çıkan şiirlerinden tanıyor. Ata Erad, ‘ oksijensiz ve edebiyatsız yaşanmaz’ dediği ülkesi için şiirle ilgili olarak da ‘sabah ekmek almak için gittiğiniz fırıncıdan duyarsınız günün ilk beytini’ diyor ve ekliyor: ‘Şiir bizim için sudur ve biz onunla abdest alırız.’ 


Türk insanını, edebiyatını ve kültürünü de kendi deyimiyle ‘hastalık’ derecesinde sevdiği  için  iki  ülke  arasındaki siyasi ilişkilerin boyutu ne olursa olsun iki halkın bunlardan asla etkilenmeyeceğini düşünüyor.


Her cümlesine tevazu ile başlayan Ata Erad’la, Türkiye günlerini, Türk- İran ilişkilerini ve bolca şiir- edebiyat konuştuk. Tabii  ki  aşkı da.  Çünkü onun deyimiyle “ aslolan aşk, gerisi hiç…” 


– Amerika’nın Irak’ı işgali sürecince başlangıçta ılımlı seyreden ve yakınlaşan Türk-İran ilişkileri zamanla bu çizgiden uzaklaştı. Türk dış politikasını yakından izleyen İranlı bir gazeteci olarak bu değişimi, nasıl yorumluyorsunuz?
– Efendim, öncelikle sadık ve bilgili okurlara Tahran’dan selam arz ediyorum. Ben Tahran’a
‘ Aşk Şehri’ diyorum, zira vatanımdır. Burada doğdum, burada nefes almak istiyorum, komşum beni burada sayıyor ve bugün ‘komşumdan bir çiçek aldım.’  Sorunuza yanıt vermek için kendimi zorlamama gerek yok. İran ve Türkiye, dost  ve  Müslüman  iki  komşu ülke.  Bir  çok tarihsel özellikleriyle bölgede birlikte yol almışlar. Kültürümüz, edebiyatımız ve siyasetimiz birlikte soluk almış ve en yüksek dereceye ulaşmıştır. Türk halkı İranlıların kalbindedir. İranlı  hiç  bir  zaman  kendini Türk’ten daha üstün, daha zeki ve daha ileride sanmamıştır. Türk, İranlıyı kucaklamış, İranlı Türk’ü evinde konuk etmiştir. Siyasi ilişkiler ne boyutta olursa olsun, bu iki halkı birbirinden uzaklaştırma konusunda etkili olmayacaktır. Biz bu coğrafyanın çocukları olarak kardeşiz. Bu bir gösteri değil inanın. Şark’ta hayatın realitesi  bu. Biz aynı toprağın çocuklarıyız. O kadar!


– Geçtiğimiz Ekim ayında İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada İsrail’in Orta Doğu’daki savaş politikalarına destek istedi. İran’a yönelik savaş tehditleri de içeren böylesi bir konuşmanın Türk meclisinden yapılaması İran’da nasıl karşılandı?
– Tabii ki İran devleti bu ve buna benzer konuları enine boyuna her yerde tartışıyor. Türkiye bir zamanlar laik dokusundan dolayı İranlı siyasetçiler tarafından düşman gibi algılanıyordu. Türk liderlerde de aynı düşünce vardı o dönemler. İran’ın İslami rejimini Türkiye için bir tehdit olarak görüyorlardı. Efendim bu düşüncelerin ikisi de yanlıştı. O günler geride kaldı. Bugün beraberlik ve dostluk söz konusudur. Her devletin, her hükümetin ve rejimin illa ki yanlışları bulunabilir ancak entellektüellerin görevi, bu yanlışlıkları yazıp çizmek, tartışmaktır. Böylece iki ülke halkı ve siyasetçileri bir şeyleri fark edip tavırlarını buna göre belirleyebilirler. Bu konuları Yeni Harman başta olmak üzere bir çok alanda yazdık. İranlı bir Türk’e hiçbir zaman kızamaz. Ne siyasi alanda ne de gündelik yaşam alanında. Türk devletinin bir çok konuda eli ayağı bağlıdır. Türkiye’deki rejim teoride İran’ın karşıtı olarak konumlanmıştır. Türkiye laik bir ülke oysa bizim rejimimiz bunun tam tersine ‘dinimiz siyasetimizdir’ sloganı üzerine kurulu. Yani İran, ideolojik bir rejime sahip ve İslami fanatizmi zaman zaman kendisine yol olarak seçiyor. Türkiye ise İslami hareketlere, tarikatlara karşı ve hatta  türbana  karşı  yasaklar  getiren  bir rejime sahip.  İşin pratiğine gelirsek siz ve ben bunu böyle görüyor muyuz?  Tabi ki hayır. İran ve Türkiye bir çok konuda ortak düşünceye sahip iki dost devlettir. İsrail gelmiş, Peres Türkiye ile bazı anlaşmalar imzalamış; bunlara asla inanmam efendim. Bunlar pratikte hiçbir gücü olmayan yalanlardır. Bunlara siyasi yalanlar da diyebiliriz. Bunlara fazla teveccühte bulunmayınız efendim. Zira bunlar bizi aşk ve dostluktan uzaklaştırıyor.


ŞİİRLE ABDEST ALIYORUZ…


– Sizin edebiyatçı yanınızın ağır bastığını biliyorum. Bu nedenle böylesi stratejik soruların ardından konuyu edebiyata getirmek istiyorum. İran edebiyatı Türk okurların da yakından  izlediği ve etkilendiği güçlü bir tarihe sahip. İslam devrimi sonrasında İran edebiyatı nasıl bir seyir izledi. Batıda sanılanın aksine İran sinemasının devrimden sonra daha da güçlendiği söylenir. Bu durum edebiyat ve diğer sanat alanları için de geçerli mi?
– Yusuf  Bey,  Edebiyat İran’da hayattır. Oksijensiz ve edebiyatsız yaşamak mümkün görünmüyor İran’da. İran’da sabah uyandığınızda ekmek fırınına gidersiniz ve ilk şiir beytini fırıncıdan duyarsınız. Şiirin içeriği önemli değil. Burada bundan söz etmek istemiyorum. Ya havadandır ya sudan. Lakin şiirdir. Hafız’ındır ya da Hayyam’ın; Mevlana ya da Sadi’den. Şiir burada sudur, ekmektir. Bunu başka hiçbir ülkede göremezsiniz.  Peki  bu iyi mi? Bilmem! Lakin biz onunla abdest alıyoruz! Gözümüzü yıkamak için bu suyu kullanıyoruz. Biz romantiğiz. Argo deyimle bizim erkeklerimiz ‘kılıbık’tır.  Zira evlilik kavgalarında bile küfrü değil, şiiri seçerler. Dayağı değil ‘hicvi’ tercih ederler. Bizim edebiyatçı yanımız hiç de güçlü değil. Bu sizin teveccühünüz. Kimliğimizde İranlı yazdığı için böyle görünüyor belki de. Yani İranlı olduğumuz için edebiyatçıyız, o kadar. Bendeniz aşkı kelimede, kelimeyi de harflerde buluyorum. Harfin kökenine indiğiniz vakit aşkı görürsünüz. Aşk, Türk’ü, Kürdü sevmektir; onları dilinizle okşamaktır. Herkesin okşanmaya ihtiyacı vardır. Hissetmek yalnızca edebiyatla mümkün olur ve edebiyat benim hayatımdır. İran’da edebiyat hayattan hiç uzak kalmamıştır. Diktatörlük dönemlerinde bile satırlar yazılmış, şiirler havada uçuşmuştur. İran İslam devrimi, her alanda olduğu gibi edebiyat alanına da yarar sağlamıştır. Bazı yazarlar daha rahat yazmaya başlamıştır ve ortaya şaheserler çıkmıştır.  Lakin Hafız’ı, Sadi’yi ve Mevlana’yı bir daha bulabilir miyiz? Sanmam. Olamaz. İran sinemasındaki gelişme de aynı nedenlerden dolayı mümkün oldu. İranlı yönetmenler gerçeği beyaz perdeye yansıtmışlardır çünkü. Farsçada şöyle bir söz var; “ Yürekten çıkan söz yüreğe hoş gelir”  Film yapımcıları bu kural üzerinde hareket etmişler ve vahşi seks ve duygudan uzak sıradan hayatı perdeye yansıtmışlar ve sonuç mükemmel olmuştur bana göre.


TEVAZUDAN UZAK YAZILAR İŞKENCE GİBİ


– Sizinle aynı dergilerde yazıyoruz. Türk okurlar Gerçek Hayat, Yeni Harman ve Kaçak Yayın gibi dergiler aracılığıyla sizin yazı ve şiirlerinizi izliyorlar. Bu gün yaşı genç olan Türk okurların alışmakta zorlanacağı incelikte bir dil kullanıyorsunuz. Sanıyorum Farsça’nın köklü bir şiir dili olmasından kaynaklanıyor bu.  Siz Türkçe metinleri bu bakımdan nasıl buluyorsunuz?
– Efendim estağfurullah diyelim. Bendenizin eksik ilmi, Türk okurlarına eksik de aktarılınca hep yanlış anlaşılmalara sebep olmuştur. Okur daha ağır konular istiyor ama biz ağır yazmıyoruz. ‘ Derviş ne yapsın ki verebileceği bu kadar!’ Bize takat-i tahammül gösterdikleri için onlara minnettarım. Türkçe metinleri şevk ve heyecanla okuyorum. Onları takip etmek benim için bir derece hastalık sayılır. Ancak tevazudan uzak olan yazılar bana işkence gibi gelir hep. Aydınlığı bilmeyen ve kendini aydın olarak tanımlayan sözde edebiyatçılar kalbimi sıkıştırmaya yetiyorlar. Halkın ekmeğini yiyen, otobüsüne binen lakin halkı kendi kölesi olarak gören insanlardan utanıyorum efendim! ‘Ey Kürt halkı Türkleşin!’ ya da ‘Aleviler, Sünnileşin!’ diyenler bizim edebiyat büyüğümüz olamaz efendim. Eğer bu laflar büyük laflarsa, Hitler ve Mussolini en büyük adamlar sayılır. Geçelim efendim. Hayret…


– Geçelim  o halde. Bildiğim kadarıyla tiyatroyla da ilgilisiniz değil mi;  sizin deyiminizle ‘nümayiş’.  İran tiyatrosunu Batı tiyatrosundan ayıran en önemli özellik nedir?
– Efendim bendeniz tiyatrodan çok şey anlamam. Fakat İran’da ilk kez tiyatroyla ilgili  bir  web sitesinde Türkçe yazmaya başladım. Bu site o kadar çok itibar gördü, reyting aldı ki  yazı ve çevirilerim hakkında her gün sayısız telefon alıyorum. Türkçeden çevirdiğim tiyatro yazıları İran’da değişik yerlerde yayınlanıyor. Ayrıca İran Nümayiş ( Tiyatro) İdaresi kendi dergisinde her ay bizden ve yazılarımızdan söz ediyor. Bu gelişmelerden son derece memnunuz  ve bu  bizim için iftihar sayılıyor.  Bunun ötesinde Türk tiyatrosunu  buralarda insanlara tanıtmak bizim görevimizdir zira burada herkes bilgiye aç görünüyor. Sorunuzun özüne gelirsek, tabii ki modern İran tiyatrosu esas olarak Batı tiyatrosundan ilham almıştır. Zira nümayiş sanatı, batılılara ait bir sanat dalıdır. Türkiye’de olduğu gibi İran’da da zamanla değişime uğradı tiyatro. Gövdesine yeni yapraklar, çiçekler ilave etmiş, kokusunu Şark insanının zevklerine göre biraz değiştirmiştir. Ve sonuçta ortaya gelişmiş,  zevkli bir tiyatro çıkmıştır.  Tiyatro konusunda Türkiye’ye nazaran daha fazla bilgin ve üstat bulunuyor İran’da. Bu üstatlar, Batı nümayişini İran versiyonuyla uyguluyorlar. Bir kısmı halen hayatta. Diğerleri Allah’ın rahmetine gittiler.


– Siz Türk edebiyatını, özellikle de şiiri yakından izliyorsunuz. Geçtiğimiz yıl Türkçeden Farsça’ya çeviriler de yaptınız. Çeviri girişimi  nasıl  başladı?
– İşte sevdiğim ve zevk aldığım bir soru. Heyecanla yanıtlamaya çalışayım. Bendeniz seneler evvel Türkiye’de Mevlana İdris’le tanıştım. Uzun bir hikâyesi vardır bizim tanışmamızın. Mevlana İdris şiir konusunda gerçekten çok önemli ve güzel hissiyata sahip bir şairdir. İyi Geceler Bayım adlı şiir kitabını okuduğum vakit Mevlana dostuma “ Bir gün İran’daki Dünya Edebiyat Merkezinde kitabını Farsça’ya çevireceğim” demiştim. Tabii ki inanmamıştı. Ancak bizim sözümüz söz olmalıydı. Dediğimizi yaptık sonunda. Güzel de oldu. Bu kitap günlerce değişik çevrelerde tartışıldı, herkes Mevlana İdris’in farklı şiir anlayışına hayran kaldı. Bu bizim borcumuzdu, onu ödedik.


– Tolstoy’un Hz. Muhammed adlı kitabını da Türkçe baskısından çevirdiniz. Bu kitap Farsça’ya ilk kez mi çevrildi?
– Efendim, dediğiniz gibi İyi Geceler Bayım’dan sonra Tolstoy’un Hz. Muhammed adlı kitabını  çevirdim. Bu kitap İran’da büyük ilgi gördü ve bir hafta sonra ikinci baskıya girdi. Bu günlerde de üçüncü baskısı yapıldı. Neredeyse bütün gazete ve dergiler, televizyonlar ve radyolar bizimle röportajlar yaptılar. Röportajlarda Türkiye’den ve Türk edebiyatından söz ettik. Ayrıca Leman  ve  grubun diğer dergilerinden de söz ettik. Çizer Tuncay Akgün ve onun girişimlerinden konuştuk. Canlı yayınlarda Türkiye hakkında sorular geldikçe heyecandan ellerim titriyordu. İran’da Türkiye’ye karşı bu kadar çok sempati olması beni de şaşırtıyordu. İranlılar Türkiye’yi keşfetmeye çalışıyorlardı. Tarihi, kültürü, edebiyatı ve eğlencesiyle Türkiye’yi çok seviyorlardı.


FARSÇAYA  ÇEVİRMEK İSTEDİKLERİ


– Hakan Albayrak’ın yazılarından, Mevlana İdris çevirinizin İran’da yılın çevirisi ödülü aldığını okumuştuk. Hafız’ın, Firdevsi’nin ve Hayyam’ın ülkesinde Türk şairlere ilgi nasıl?
– Yusuf Bey  bu soruyla beni biraz utandırdınız şimdi. Zira Türk şairleri İran’da hiç tanınmıyor. Bu güne kadar Farsça’ya çevrilen fazla Türk şairi yok. Nazım Hikmet yıllar önce çevrilmişti ve hemen tüm edebiyatçılar Nazım’ı tanır. Ancak Nazım’ın  şiir tarzını beğenen insanların sayısı azdır. Mevlana İdris’i çevirmemiz sanıyorum çok iyi oldu. Hemşehri Gazetesi tarafından İran’da yılın çevirisi seçildi. Kitabın satışı da fena sayılmaz ancak bu yeterli değil. Şu anda benim “Alevi- Bektaşi Tarikatı” adlı üçüncü kitabım basılıyor. Bu konu ilk kez benim tarafımdan ele alınıyor İran’da. İranlı filozoflar bile bu konu hakkında fazla bilgi sahibi değiller. Bu kitabın ardından yine benim çevirdiğim Hakan Albayrak’ın “Bismillah Hotel” adlı kitabı baskıya girecek.  Sonrasındaysa Nihat Genç ya da Sezai Karakoç’un bir kitabını çevirmek istiyorum. Evet, yabancı bir şiir İran’da çevrildiği zaman hem  biraz  güçlü olması hem de mefhuma (Kavram) sahip olması gerekiyor. Zira İranlılar şiiri iyi biliyorlar. Tereciye tere sattığın zaman biraz zeki olman ve kuralları iyi bilmen gerekiyor. Can dostum Hakan Albayrak yazılarında bize hak ettiğimizden fazla iltifat göstermiş. Biz burada onu sevmiyoruz. Ona aşığız efendim!.


– Edebiyatçı kimliğinizle Türk- İran ilişkileri ve daha çok ortak tarihsel mirası paylaşan iki halkın arasındaki bağların yeniden güçlendirilmesi için çaba harcadığınızı biliyoruz. Bu anlamda 2004 yılında Türk aydınlarının başlattığı, Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerini kapsayan Doğu Konferansı’nın İran ayağının gerçekleşmesinde önemli katkılarınız oldu. Ne yazık ki bu süreç eski heyecanını yitirdi. Neler söyleyeceksiniz bu konuda?
– Türkiye’de maalesef her güzel girişim çok çabuk bitiyor. Doğu Konferansı ya da Şark Konferansı harika bir düşünceydi. Bu girişim, Nihat Genç ve Mehmet Bekaroğlu gibi önemli isimlerin öncülüğüyle başlamıştı. Biz İran’da hala bu girişimden söz ediyor   ve  kendimize pirim çıkarıyoruz. Ancak bu Türk dostların sayesinde oldu. Bu düşünce çerçevesinde Doğu aydınlarıyla ilişki kurmak ben ve benim gibi düşünen insanlar için bir rüya gibiydi. Bence bu konuyu kimsenin küçümsememesi gerekiyor ve yeniden canlandırılmalı bu girişim. İran ve Türkiye arasında ortak noktaları bulmaya kalksak belki de 10-15 kitaba sığmayacak konu başlıkları bulabiliriz. Bunları araştırmak ve üzerinde çalışmak sıradan vatandaşın işi değil. İki ülkenin entelektüel çevreleri bu konuların üzerine eğilmeli. Biz de naçizane eksik ilmimizle bir şeyler yapıyoruz. Türk elçiliğinin Tahran’da yapmadığını yapmaya çalışıyoruz. Çünkü Türk halkı, kültürüyle, tarihiyle, edebiyatı ve tabii ki insanlığıyla ve aşkıyla sevmeye değer bir halktır.
  
– Yüksek lisans eğitiminizi Türkiye’de tamamladığınızı biliyorum. Nasıl geçti Türkiye günleriniz?
– Efendim, Ankara’da okudum ben. Ankara benim için hatıralar ve nostaljiler kentidir. Açlığı, tokluğu, yalnızlığı ve aşkı orada tecrübe ettim. Ağlamayı, sevmeyi ve terk edilmeyi de de tabii ki. Bu tecrübeler için gençliğimi verdim. Yirmi yıl Ankara’da yaşamak bana çok şey öğretti.


 – Ankara’da okul yıllarındaki dostluklarınız sürüyor mu peki? 
– Evet. Ankara’da önemli dostluklar kurdum ve hala onlarla irtibatımız devam ediyor.
Dostlarımla nargile içmeyi, çay yudumlamayı, siyaset ve  aşkı  konuşmayı  ve ‘iki lafın belini kırmayı’ hep orada denerdim. Bunun için Ankara kavramı benim hayat kitabımda çok geniş bir karşılığa sahiptir. Yıllar sonra Ankara’yı mecburen terk ettim ve ülkeme döndüm. Ancak içimdeki aşk hiç bitmedi. Özlemlerim devam etti. İki üç yıl önce tekrar Ankara’ya geldiğimde sokaklarında yürüdüm ve bir şiir yazdım. Size okumak istiyorum.


– Lütfen…
…Şimdilik  senin misafirin miyim
Yoksa ev sahibi
Bilmiyorum
Ama biraz yadırgıyorum buraları
Seneler oldu
Ben kahkahalarımı bu kentte bıraktım
Ve gözyaşlarımı
Gördüğün bu toprakların üzerinde
Bu cadde hiç de benim yaşadığım cadde değil
Yabancıdır bana
Duvarlar ve sokaklar


Sadece yaşlı ağaçların bakışı masumdur
Bana hatırlatıyor her şeyi
Ve en son vedayı
Bağışlayınız koca ağaçlar
Bağışlayın
Oyunsuz, şarkısız büyüdünüz
Ateş ve rüzgâr hücumunda
Acı ve heyecan günlerinde


Şimdi mutluluk ve şeytanlık günler gelmiştir
Hatıralar ve şiir günleri
Size selam
Ankara selam!
Dünkü çocuk, genç delikanlı gelmiştir
Yaşlı yüzüyle buralarda  42 yaşını sizinle kutlayacak
Ankara ismini hikâyelerinizde unutmayınız!
Ata gelmiştir…


– Çok teşekkürler; hem bu güzel şiiri paylaştığınız hem de yüreğinizi bize açtığınız için. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
– Efendim, tek bir kelime ekliyorum: Aşk! Gerisi hiç.


FOTOĞRAF: Ata Erad’la
____________


Yusuf Yavuz – [email protected]


DİĞER AYAKÜSTÜ SOHBETLER
– AKP’nin Alevi sınavı…
– Çerkes Adil Paşa’nın tahsildarlık günleri
– Sıra şeytanda…
– Selek: Feminist kitabevi Amargi bir okul…
– İstanbul’un turizmi bu atölyede şekilleniyor
– Neden Patara ve neden şimdi?
– ‘Terörün panzehiri ekonomik gelişmedir’
– ‘Türkmenlerin hakları, bizim Kürtlere de tanınmalı’
– ‘Mahalle baskısı değil, ideolojik baskı’
– ‘Meclis’teki partilerin kadın politikası yok’
– Ersümer: Merkezde bir yeniden yapılanma olmalı…
– Fotoğrafın büyücüsü: Aykan Özener
– Savaş karşıtı eylemlerin fotoğrafçısı: Hüsnü Atasoy
– Ufuk Uras: Desteği için Baykal’a teşekkür ediyorum!
– ‘AKP’yi sola karşı yaratanlar yok edecek’
– ‘Muhabirlerin telifle çalıştırılması yasalara aykırı’
– Yeşiller bağımsızları destekleyecek
– Türkiye sağlık turizminde atakta
– ‘Hayallere tanık olmak istedik’
– ‘İngiltere’de işkence yaptılar…’
– ‘Kürtler, Türkler’i ikna etmeli…’
– ‘Düşünceye militarizm de engel…’
– Boyalı bank nöbetini terkeden ‘sosyalist’ asker
– ‘Kategorizesiz bir dünya hayalim’
– ‘Toplumsal varlıklar elimizden kayıp gidiyor’
– Ermeni tarihçi: Asıl sorumlu emperyalizm
– Hrant Dink: Ruh halimin güvercin tedirginliği
– ‘Vicdansızlığın İslamcısı, solcusu olmuyor…’
– ‘İsrail bir devlet değil, bir projedir’
– Orhan Suda: Yaşasın edebiyat
– Türkiye’nin Papa’ya sormayı unuttukları!
– Sol Kendini Arıyor VII: Ömer Laçiner
– Sol Kendini Arıyor VI: Hayri Kozanoğlu
– Sol Kendini Arıyor V: Aydemir Güler
– Sol Kendini Arıyor IV: Oğuzhan Müftüoğlu
Sol Kendini Arıyor III: Aydın Çubukçu
– Sol Kendini Arıyor II: Çiğdem Çidamlı
– Sol Kendini Arıyor I: Mihri Belli:
– Hayalet yazar Hüdai Nabit
– Çitlembik ağacıyla söyleşi
– ‘Çocuğa şiddet, çok yaygın’
– İran PKK’yi neden bombalıyor?
– Serdar Denktaş: Mal mülk davaları en zor sorun
– ‘Kıbrıs’ta kısa dönemde çözüm olmaz’
– Tayvanlı yazardan ‘Sıcak bir öpücük’
– Kavakçı: Başörtü, dini bir mesele
– Perinçek: MHP tabanını dışlayarak solculuk yapılmaz!
– ‘Tek dileğim iki dengeli bir dünya…’
– ‘Beni en çok korkutan: Google’
– ‘Sorunumuz Yahudiler’le değil, siyonizmle’
– O bir ‘peynir avcısı’
– ‘Çernobil’den ders çıkarmadık’
– Bir kültür taşıyıcısı: Aydın Çukurova…
– Afşar Timuçin ile insana dair ne varsa…
– 12 Eylül iddianamesine ne oldu?
– Akın Birdal: Evren yargılanmalı!
– Hitler ile söyleşi…
– ‘Baş örtüsünü ilk kez Sumerliler taktı’
– ‘Türk solu titreyip kendine gelmeli’ 
– ‘Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim…’
– ‘Siyasi güç, her zaman kendi hukukunu yaratır’
– ABD işdünyasında çöküş
– ‘ABD Anayasası Patara’dan’
– Çocuklar öldürülmesin!
‘- ‘Bir Gün Mutlaka’
– ‘Derin devlet sorunları çözmek istemiyor’
– Kaş’taki gözyaşı
– ‘Son 15 yılda bilinçte sıçradık’
– Piref. H. Ökkeş ile ‘dörtköşe’ sohbet…
– Sorgun Ormanı’nı kurtaralım
– Devrim Bize Yakışırdı!
– G-8 protestosundan gözlemler…
– Başkaların hayalleri…
– Hurafeler gölgesinde Gelibolu…
Çokuluslu tekellere karşı ‘Adil Ticaret’
– Kuzey çikolata, Güney ekmek derdinde
– Fokları, katliamdan kurtaralım!
– Nükleer denemelerin faturası: Doğal felaketler
-Türkiye’de de nükleer silah istemiyoruz!
– İsrail dünyanın 6’ncı büyük nükleer silahına sahip!
– Faşizm neden Almanya’da kök saldı?
– Demirel davasında tekelci medya da suçludur

731170cookie-checkİranlı yazar Erad: Aşk, Türk’ü, Kürt’ü sevmektir

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.