Reyhanlı çorba: Bir devrin öyküsü

“Birkaç maymun türünde, her şeye yetkili kabile şefinin seçilmesi, testis renginin parklığına göre yapılır. En parlak testisi taşıyan (mavi ya da kırmızı) erkek şef seçilir. Parlak testisli şefi gören diğer erkeklerin hepsinin testisi –bu şef erkek kaldığı sürece- renklenemez. Dişilere yanaşamazlar, kendi aralarında çiftleşiyormuş gibi yalancıktan- hareketler yaparlar; güçlü erkeğin önünden geçerken dişiler gibi kırıtırlar. Bunlar korkak, ürkek, sünepe, işbirlikçi, yalaka, zayıf olduğu yerde köpekleşen, güçlü olduğu yerde canavarlaşan davranışlar sergilerler…”

Türkiye’nin sarsıcı günlerden geçtiği son bir kaç yılın analizini yapacak aydınlarımızı mumla arıyoruz. Niyazi Berkes, Doğan Avcıoğlu, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Yalçın Küçük, Alev Alatlı.. Edebiyat kulvarından topluma ayna tutanlar bir yana, solun dışındaki fikir kulvarlarında Cemil Meriç’ten, Nuri Pakdil’e, Sezai Karakoç’tan Mustafa Kara’ya kadar pek çok isim Türkiye’nin ruh kökleri ve toplumsal dokusu üzerine bugüne hatırı sayılır bir birikim emanet ettiler.

Ancak son on yılın rövanşist iktidar anlayışının yarattığı şiddetli akıntıya kapılan fikir kırıntıları ne yazık ki bu topraklar üzerine bütünlüklü bir düşünce üretilmesine olanak tanımıyor. Bir çok aydını, gazetecisi, yazarı tutuklu olan bir toplumun ışıltılı bir düşünce üretememesi bir yana giderek daha da keskinleşen bir zifiri karanlığa doğru sürüklendiği gerçeği yeterince travmatik.

Yakın geçmişte keskin dönemeçlerden geçilen benzeri zaman dilimlerinin analizi, fluluğunu yitirdikçe daha sağlıklı yapılacaktır kuşkusuz. Ancak toplamda akıl sağlığını sersemleten, ortak toplumsal hafızayı körleştiren ve nefret söylemi üreterek kendinden sonraki toplumsal dokuyu sakatlayan iktidar etme biçimini bugün çözümleyecek aydınlarımızın varlığı, gelecekte sözü edilen toplumsal sakatlık için bir çeşit “koruyucu ruh hekimliği” işlevi görecektir.

Bu girizgahın ardından sözü o aydınlardan birine bırakmak istiyorum. Prof. Dr. Ali Demirsoy*, eksikliğini hissettiğimiz ruh çözümleyicilerinden biri. Saygın bilim insanı kimliğinin yanında bıkıp usanmadan bu toprakların ruh kökleri üzerine yazdığı enfes makalelerle bir dönemin öyküsünü de kaleme alıyor.

Sözü uzatmadan Prof. Demirsoy’un “Reyhanlı Çorba- Bir Devrin Öyküsü” başlığını taşıyan ve bugünün Türkiye’sinin röntgenini çeken çarpıcı makalesine bırakalım…

REYHANLI ÇORBA: BİR DEVRİN ÖYKÜSÜ

“Bir şeyin haklı olduğunu bildiğin halde, o şeyden yana çıkmazsan, korkaksın demektir.” (Konfüçyüs)

“Erzincan Kemaliye İlçesinde, bir olasılıkla da çevresindeki il ve ilçelerde “Reyhanlı Çorba” diye bilinen çok ilginç ve ünlü bir çorba çeşidi vardır.

Bilindiği gibi çorbaların hepsi içerdiği esas malzeme ile adlandırılır, domates çorbası, bulgur çorbası, mercimek çorbası, şehriye çorbası, yoğurtlu çorba, mantar çorbası, bezelye çorbası, brokoli çorbası, kereviz çorbası vb. İçerdiği baharatla anılan belki de tek çorba reyhanlı çorbadır.

Reyhanlı çorbanın yapımı da diğerlerine pek benzerlik göstermez. Evde ve elde bulunan ne varsa bu çorbanın içine sokulabilir. Böbürce, beyaz fasulye, yeşil fasulye, karaca, yarma (aşlık), bulgur, pirinç, nohut, barbunya, domates, soğan, et, yerine göre tavuk, bilinen diğer bakliyat çeşitlerinin hemen hepsi, elde kalmış, elde çıkarılmak istenen her şey, kendi başına bir şey yapılamayan (ya da yapamayan) ne kadar malzeme varsa bir tencereye konur kaynatılır da kaynatılır.

Birbirinden bu kadar farklı nesneye belirli bir nitelik, gelin ona kimlik diyelim, kazandırabilmek için buram buram kokan, etkisi yüksek, herkesin güzel dediği, ancak baharat olarak az kullanılan reyhan bitkisinin yaprakları ya taze olarak ya da kurutulmuş ise iyice ovalanarak çorbanın üzerine dökülür.

Reyhanlı çorbanın en dikkat çeken niteliği, yiyenlerin ya da tadanların farklı yorum yapmasıdır. Birisi der ki nohut konmamalıydı, bir diğeri der ki keşke beyaz fasulye konmasaydı, bir diğeri der ki pirinci fazla olmuş, bir diğeri der ki böbürcesi az olmuş; biri iyi der öbürsü idare eder der, bir başkası kötü olmuş der. Hiçbir zaman da bu çorbanın niteliği konusunda net bir düşünce oluşmaz.

REYHANLI ÇORBA YÖNTEMİYLE CUMHURİYETLE HESAPLAŞMA

Benim bir cumhuriyetle sorunum olsaydı, bu cumhuriyetin kuruluş ilkelerini benimsememiş olsaydım, kemikleşmiş dünya görüşüm olsaydı, 80 yıl boyunca kendimi ifade etme olanağı bulamamış olsaydım, cumhuriyeti kuran zihniyetin yoğun baskısı altında olsaydım ve bir gün siyasi olarak gücü yakalamış olsaydım, kesinlikle 80 yıl boyunca baskısını gördüğüm, dünya görüşlerini hiçbir zaman benimsemediğim bunca süre bir anlamda egemen de olan kişi ve kurumları, hiç kimsenin anlayamayacağı ve çözemeyeceği, herkesin reyhanlı çorba gibi farklı bir pencereden bakabileceği bir yöntemle etkisiz hale getirirdim. Yani böyle bir yöntemin adı niçin reyhanlı çorba olmasın (Ergenekon Davasıyla hiçbir ilintisi yoktur; yanlış anlamayın).

Rüyalarımın gerçekleşmesi için reyhanlı çorbanın yapımı gibi bir yol izlerdim. Esrar kaçakçısından, bölücüsünden, çetecisinden, zorbasından, katilinden, hiçbir toplumun benimseyemeyeceği suç gruplarından kişileri alır, dünya görüşleri ve siyasi eğilimleri bana ters olan ve etkisiz hale getirmek istediğim kişilere (bu bağlamda bazı kurumlara) haklı ya da haksız bazı suçlar isnat ederek aynı kazanın içine atarak kaynatırdım.

Prof. Dr. Ali Demirsoy: (Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi)

Ancak bu denli farklı yapılanmayı hangi adla tanımlayacaksınız? Milliyetçi desen var, komünist desen var, sosyalist desen var, liberal desen var, asker desen var, bilim adamı desen var, paşa desen var, rektör desen var, parti başkanı desen var, sendika başkanı desen var, yazar desen var, gazeteci desen var, bölücü desen var, çeteci desen var, katil desen var, cumhuriyeti kuran kişinin adını taşıyan derneğin yöneticileri desen var, cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda eğitime katkı veren derneklerin yöneticiler desen var. Reyhanlı çorbada olabilecek herkes ve her kurum temsil edilmektedir. Ancak bu çorba kusurludur; çünkü Türkiye’yi dini devlete dönüştürmek isteyenler ve dini yapılanmaların temsilcileri eklenmemiştir. Aşçının kendini çorbaya katması zaten beklenemezdi…

Böyle bir çorbanın güçlü bir baharatı olmalıydı ki içindekileri ayırt etmeden, sadece o güçlü koku ile tanıyalım. Onun da kolayı bulundu. Bu milletin en çok değer verdiği mitolojisinin adını verir, reyhan gibi güçlü bir şekilde hepsinin etkisini örtersiniz.

Çorbadan kimse henüz tatmadı; kaynıyor da kaynıyor; dolapta, kilerde, kapta kaçakta kalmış olanlar da zaman zaman aranıp bu kazana –siyasi olarak uygun zamanlarda- ekleniyor. Kimse bu çorbanın ne zaman pişeceğini ve masaya ne zaman servis yapılacağını bilmiyor; galiba aşçısı da bilmiyor. Çünkü daha dolapta neler saklı ve bu saklı olanlar ne zaman piyasaya sürülecek; bu çorbayı planlayanlardan başkası bilmiyor gibi… Çoğumuzun korkusu bu çorbayı, planlayanların ve tezgâhlayanların evin halkından biri olmaması kuşkusu… Bu çorbanın ne zaman servis yapılacağını da bu çorbayı tezgâhlayanlardan başkası bilmiyor gibi görünüyor. Kaldı ki bu çorbanın içinden neler çıkacağını büyük bir olasılıkla ev halkı da artık bilmiyor…

Bu millet bu çorbayı yer mi yemez mi bilinmiyor. Ancak birçok çevreye göre bu çorbayı bu millet yerse, ayvayı da yer…

EZİLMİŞTEN ÇEKİNECEKSİN

Bazı maymun türlerinde ilkel kabilelerdeki yönetimin benzeri davranışlar görülür. Bu yönetim şekli hem eğlendirici hem de düşündürücüdür. Birkaç maymun türünde, her şeye yetkili kabile şefinin seçilmesi, testis renginin parklığına göre yapılır. En parlak testisi taşıyan (mavi ya da kırmızı) erkek şef seçilir.

Parlak testisli şefi gören diğer erkeklerin hepsinin testisi –bu şef erkek kaldığı sürece- renklenemez. Bu erkekler normal bir erkekten beklenen davranış tarzlarının hemen hepsinden yoksundur. Dişilere yanaşamazlar, kendi aralarında çiftleşiyormuş gibi yalancıktan- hareketler yaparlar; güçlü erkeğin önünden geçerken dişiler gibi kırıtırlar. Bunlar korkak, ürkek, sünepe, işbirlikçi, yalaka, zayıf olduğu yerde köpekleşen, güçlü olduğu yerde canavarlaşan davranışlar sergilerler.

Eğer testisi parlak erkek şu ya da bu şekilde ortadan kalkarsa ya da uzun süre gözden uzak kalırsa, en güçlü ve aynı zamanda iyi bir fırsatçı olan bir başka erkeğin testisi hızla renklenmeye başlar ve gücü eline geçirince de o sünepe tavrını yitirerek mezalime başlar.

Seksen yıldır, ilkeler, devrimler adı altında kendini bu ülkenin egemen sınıfı zanneden insanlar karşısında, 80 yıldır sinsi sinsi fırsat kollayan ve 80 yıl boyunca biraz önce anlatılan genç maymunların davranışını gösteren bir kesim, şefin (ya da şeflerin) basiretsizliğini fırsat bilerek egemenliği ele geçirince, olması gereken davranışı gösterecektir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur.

Bu yetkiyi bir defa- ele geçirmiş yeni şefin, bu konumunu kolay kolay bırakmayacağını ve elinde tutmak için her yolu deneyeceğini herkesin bilmesi gerekir.
Bir zamanların parlak simgelerini taşıyan ve dokunulmaz gibi görünen kişilerin, bu sahneye bir daha geri dönmelerine yeni yönetimin kendi rızası ile izin verileceğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Bu kesimi sahnenin dışında tutmanın ve sinsi sinsi yok etmenin en kolay yolu reyhanlı çorbanın içinde kaynatmaktır.

Bir zamanların –neredeyse dokunulmaz- bir değer olarak bilinen kurumların ve yöneticilerin bu çorbada pişmeye başladıktan sonra nasıl lapaya dönüştüğünü içimiz sızlayarak izliyoruz…

Bu çorbanın pişmesini yıllardır bekleyen başka açların da ağızlarının suyu akıyor

Tarihten gelen korkusu ve kini, farklı dini ve inancı nedeniyle her fırsatta ülkemizin altını oyan ve oymaya çalışmaktan bir an bile vazgeçmeyen “Avrupa Birliği Ülkeleri” diye bilinen, çoğumuzun, özellikle yöneticilerimizin stratejik dostlarımız olarak sundukları kesim, bu çorbanın ateş üzerine konmasından çok mutlu oldular. Her fırsatta bu çorbanın pişirilmesinin Türkiye’ye gerçek demokrasiyi getireceğini beyan etmekten ve aşçılara desteklerinin süreceğinden söz etmeleri çok manidar görünüyor. Acaba iyice yumuşatılan bu karışımı bir lokmada yutabileceklerini mi düşünüyorlar? Belli ki bugüne kadar diri duran ve ısırıldığında dişi kıran bir kesimin düdüklü tencerede un ufak edilmesi tarihsel hayallerinin gerçekleşmesi için önemli bir adım olacağını düşünüyorlar. Çoluk çocuk demeden insanları öldüren katillerin yargılandığı salonlarda, canilere destek sağlamak için boy gösteren bu dostlarımızın temsilcileri, her nedense rektörlerin, dekanların, gazetecilerin, parti başkanlarının aylarca, yıllarca mahkeme önüne çıkarılmayışına ‘sokak tabiriyle’ gıkları bile çıkmıyor. Avrupa Birliğinin tarihsel düşmanlarına uyguladığı bizim bilmediğimiz ‘aydın temizliği’ diye tanımlayabileceğimiz gizli bir ilkesi mi var acaba? Çoğu 60 yaşını geçmiş, belli ki birçok rahatsızlığı olan bu insanların aylarca tutuklu olarak alıkonması bir Avrupa normu mudur? Ya bu insanların suçsuz olduğu yargıyla onaylanırsa, bu insanların bu yıllarının hesabını kim verecek? Avrupa hukuku yandaşlara başka, karşıtlara başka mı uygulanıyor?

REYHANLI ÇORBADA ÖNCE DİŞE EN SERT GELENLER PİŞİRİLİR

Batı geçmişinden ders almamışa benziyor. Kısa vadeli çıkarları için –kestirme yol olarak bilinen- hep gericilere yatırım yaptı, Humeyni’yi ve El Kaide örgütünü yarattı, ceremesini şimdi kendileri çekiyor. Orta Doğunun gerici yönetimlerine yıllardır göz yummanın bedelini de er ya da geç ödeyeceklerdir. Devlet başkanlarını bile kabul etmede ayak sürten Amerika Birleşik Devletleri başkanının, parti başkanlarını kırmızı halı sererek Beyaz Saray’da karşılamasının hayra alamet olmadığını da anlayacağız… Zamanında anlayanlar düdüklü tencerede…

Reyhanlı çorbada ilk olarak dişe en sert gelenler pişirilmeye başlanır; çünkü onları yumuşatmak zaman alır; geriye kalanların halli çok daha kolaydır. Sadece seyredenlere ithaf olunur…

Düzenledikleri her ilerleme raporunda etnik ayırımcılığa, Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin bir anlamda ortadan kaldırılmasına, ılımlı İslam adı altında gericiliğin bu ülkeye yerleşmesinin insan hakları olarak görülmesine, Cumhuriyeti kuranların aşağılanmasına, geleceğimizin güvencesi olan ordumuzun kolunun kanadının kırılmasına atıflar yapıp, güya bizim için yol haritası düzenleyen, Türkiye’nin tarafsız bir komisyon kurulsun ve incelensin tekliflerini duymazlıktan gelerek Ermeni soykırımını bir dünya politikası haline getirmeyi isteyen, bu soykırımın olduğunu parlamentolarına onaylattıran, karşı çıkanları suçlu ilan eden bu dostlarımız (!), Ergenekon pardon Reyhanlı çorbanın kaynamasını en büyük keyifle izleyenler olması acaba neyin işaretidir?

Doğrusunu isterseniz çok önemli iddialarla böyle bir davanın uluslar arası gündeme taşınmış olması bile Türkiye Cumhuriyetini rencide edecek unsurları taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyetleri değildir. Tarihten gelen –en azından askeri bakımdan- çok güçlü gelenekleri bulunmaktadır. Emekli birkaç subayın, bir parti başkanının, bilmem ne dairesinde çalışmış bir memurun, birkaç profesörün, arsalara atılmış yarısı çalışır yarısı demode olmuş birkaç silah ile imparatorluk kurmuş böyle bir cumhuriyeti iskambil kâğıdı gibi yıkacağı düşünülüyorsa, bu en başta kendimize hakarettir.

Çorbanın dışında duruyor gibi görünmesine karşın haşlananlar

“Büyük bir ordu için en asil ve güvenli şey, tek bir ruh hali içinde hareket ediyor gözükmesidir.” (Sparta -Ispartalı- Archidamus)

Bu çorba öyle kaynıyor ki, tarifini öğrenebilme, hazırlayanların haricinde hiç kimsenin harcı değil. En güvenilir kurum olan ordunun bile kafası belli ki karmakarışık.
Ordunun içinde hazırlandığı ileri sürülen “İrtica Eylem Planı” diye bilinen bir plan bir gazetede birden bire ortaya çıktı. Kıyamet koptu ve sonunda Genel Kurmay Başkanımız 26 Haziran 2009 bu bir önemsiz kâğıt parçasıdır diye bir açıklamada bulundu. Böyle bir belgenin varlığını ya da yokluğunu tartışmak –hatta içeriğini tartışmak- bu yazıya yazanın haddi değil. Ayrıca birilerine kurulmuş komplo niteliği taşıdığı söylenen bu belgenin, demokratik mi değimli ahlaki mi değimli tartışmasını yapmanın ve içeriğini tartışmanın da işin özüne girdiğimizde anlam taşımadığını görürüz. Bu açıdan bakıldığında Genel Kurmay’ın önemli bir stratejik hata yaptığı anlaşılır.
Güvenlikle ilgili ya da risk taşıyan tüm birimler A’dan Z’ye kadar (ahlaki olup olmamasına, demokratik olup olmamasına, insan haklarına saygılı olup olmamasına hatta yasalara uyup uymamasına, o andaki ortamı uygun olup olmamasına bakmaksızın) planlar hazırlamak zorundadırlar. Kaldı ki iç tüzüğünün 35 maddesi gereği ve Milli Güvenlik Kurulu’nun Siyaset Belgesinde Orduya irtica ile mücadele görevi verilmiş durumda. Genel Kurmay ya da benzer kuruluşlar acil bir durumda “hele duru da ben bir plan hazırlayayım diyemez”. Ciddi bir kuruluşun ilk olarak yasalara ve yönetmeliklere uygun olanlardan başlamak üzere her durumda uygulayabileceği planları üretmek zorundadır. Bu planlar muhakkak uygulanacak anlamına da gelmez. Hatta ordunun bir kesiminin diğeriyle çatışması durumunda, halk ayaklanması olması durumunda, bir ülkenin yönetimi yabancı bir ülkenin güdümüne girmesi durumunda, ülke tümüyle işgal edilmesi durumunda ne yapılması gerekecektir şeklindeki planların bile Genel Kurmay’ın kasasında hazır olması ve gün be gün bu planların güncellenmesi gerekir. Kurmay Dairelerinin birimleri bu planları hazırlamak durumundadır. Bunu hazırlamayanlar suçlu duruma düşerler.

“Savaş tanrısı tereddüt edenden nefret eder.” (Euripides)

Hiçbir belgeye dayanmadan bir senaryo yazalım. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri bir ülkedeki yöneticileri şu ya da bu şekilde ele geçirmiş olsun (ya da geçmişteki bazı kanıtlardan onları ajanları olarak yetiştirmiş olduğu bilinsin), o ülkenin rejimini değiştirmek için birçok girişimi olsun ya da beyanlarda bulunsun, örneğin bu ülke ılımlı İslam ülkesi olmalıdır desin. Uzun süre eğitim kurumlarına sızmış ve birçok yerden destek alarak bu yönde önemli bir kadro yetiştirmiş ve adamlarını subaşlarına yerleştirmiş, işbirlikçi elebaşını da ülkesinde elinin altında tutsun. Stratejik kurumlar böyle bir sürüklenmeyi gördüklerinde uysun ya da uymasın değişik koşullarda uygulanabilecek çeşitli planlar geliştirmek durumundadırlar. Bunun suç olduğunu söylemek ya da benimsemek işin özünü anlamamak anlamına gelir.

Kaldı ki sözü edilen belge, bölücülüğe davetiye çıkaran bazı partilerin yurtdışı bağlantıları ile ortaya çıkabilecek tehlikelerden de söz ediyormuş. Sözü edilen tehlikeleri yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz. Bu partilerin önleri kesildi mi? Hayır. Demek ki bu planlar öncelikle durum tespitiyle ilgili ve sadece bir eylemi (yani gericileri yıkmaya yönelik eylemi) gerçekleştirmek için kaleme alınmış değil. Hem Cumhuriyetin korunma ve devamını bir kuruma görev olarak vereceksiniz hem de bu kurumun olası tehlikelere karşı yapacağı stratejik planları ihanet olarak değerlendireceksiniz. Unutmamak gerekir ki tek bir planı olan –yani seçenekleri göz önüne almayan- kurumlar ve eylemler er ya da geç bir yerde başarısızlıkla sonlanır. Seçenekli hazırlanmış planların ahlaklısı, ahlaksızı, demokratik, anti demokratik, insan haklarına saygılı ya da saygısız olması diye bir şey bekleyemezsiniz. Olsa olsa aykırı fikirleri ve eylemleri taşıyan –çoğu kişinin onaylaması beklenilmeyen- planlar sıralamada en son sıralara konur.

İşte Genel Kurmay Başkanımızın yaptığı stratejik hata burada yatmaktadır. Siz planlarınızı nasıl tartışmaya açarsınız? Şu beyanı vermeniz yeterli olurdu: Orduda her türlü plan hazırlanır; hem de benim emrimle hazırlar; bu demek değildir ki uygulanacak. Siz zannediyor musunuz ki Pentagonun buna benzer planları yok. Genel Kurmay Başkanımızın –böyle bir plan olsun ya da olmasın, varsa haberi olsun ya da olmasın- ordunun planlarını kamu önünde tartışmak gibi bir lüksü olamaz. Taşların başına tünemiş, didiklemek için fırsat kollayan sinsi akbabalara gün doğuyor.

TRUVA ATI BU TOPKLARDA YAŞANTI, DERS ALINMALI

“Düşmanlarımızın planlarından çok, kendi yapacağımız hatalardan korkuyorum.” (Pericles)

Ancak vahamet bu olsa iyi; şu ya da bu şekilde üstesinden gelinebilir. Ancak perdeyi araladığımızda arkadaki karanlık çok daha ürkütücü görünüyor. Ordunun en mahrem yeri olan “Kurmay Plan Dairesinden birileri bu planları hem de ıslak imzalı olarak (yani asıllarını) yanına alarak savcılığa (önce savcılığa taşıyıp taşımadığı da tartışmalı; çünkü savcılığın ülkeyi sarsacağı bilinen böyle bir planı Cumhuriyetle sorunu olan bir gazeteye el altından iletmesi inanılmaz bir riski birlikte getireceğini tahmin etmesi gerekir) ya da daha önce malum gazeteye taşıyor. Genel Kurmayı yıpratacak esas husus budur. Genel Kurmaya ya da adama sorarlar: “Planlarını koruyamayan bir kolluk gücü beni nasıl koruyacak?” Truva şehrinde yaşananlar başka bir ülkede yaşanmadı, bu topraklarda yaşandı; en azından Truva atından ders alınmalı.

Ancak vahametin de vahameti var. Bu işi tezgâhlayanlar korkunç ve inanılmaz bir planı sahneye koyuyorlar gibi. Çünkü ıslak imzalı belge belli ki ta başından bu yana birilerinin elindeydi. Belgenin aslı olmadan kopyası çıkarılamaz. Ancak ilk olarak kopyası piyasaya sürüldü; şu ya da bu şekilde tartışmaya açıldı; çok şey söylendi. Ancak Türkiye’ye parmakları ile zafer işareti yaparak giren teröristlere kırmızı halı sererek karşılayan hükümete tepkiler çığ gibi büyüyerek, Türkiye genelinde yürüyüşler ve mitingler yapılmaya başlanır başlanmaz ıslak imzalı olduğu söylenen belge gündeme sokuldu. Varsa yoksa ıslak imza konuşulmak suretiyle gösterilen tepkiler ve birçok kesimi rencide eden bu büyük gaf unutturulmaya çalışıldı. Vahametin vahameti burada başlıyor, demek ki Orduyu tahrip etmeye yönelik bu planı hazırlayanların (kökü dışta ya da içte olabilir) ya da siyasi grupların ajanları ya da işbirlikçileri ordunun kalbine kadar sızabilmişler. Ordunun ilk olarak temizlemesi gereken planlar değil, içinde barındırdığı işbirlikçilerdir.
Bir de unvanları profesör ya da büyük gazeteci olarak sunulanlar, sürekli ekranlara çıkarak demokratikleşen ordu diye söz edip, bu belgeyi sızdıranları demokrasi aşığı gibi göstermiyorlar mı? Demokrasinin temel uygulamalarının –işi ve doğası gereği- hiç uygulanmadığı yer belli ki askeriyedir. Çünkü sorgulamaya değil, üst ast emrine dayalı bir işletim sistemi vardır. Üstlerinin düşünce ve planlarını Cumhuriyetle sorunu olan medyaya aktarmak bir askerin hiçbir zaman görevi olamaz. Demokrasi aşığı ise, yemini gereği çalışacağı son yer askeriyedir. Ordunun –Genel Kurmay Başkanının ağzından belirli belirsiz dökülen ve bu curcunada havaya karışan sözlerini kimse dikkate almasa da- bu işbirlikçinin ilk olarak tespiti, Türkiye’de kimlerin at koşturduğuna ilişkin önemli ipuçları verecektir.

Ordusuna ihanet eden –niteliği ne olursa olsun- planları dışarıya sızdıran (bugün bu planı sızdırır, yarın en kritik bir planı) böyle bir muhbirin kimliğinin politikacılar, yazarlar ve partiler tarafından korunmaya alınması, gizli tanık olarak nitelendirilmesi ve kimliğinin ortaya çıkmaması için ilettiği söylenen belgeleri bile ordunun denetiminden uzak tutma çabaları anlaşılabilir gibi değil. Bugün belki kazanırsınız, ama –Amerika ya da Batı sizi korumaya ve kendisiyle işbirliğine yanaşan kişilere yaptığı gibi Amerika’da sizi konuk olarak ağırlamaya söz vermemiş ise- er ya da geç güveneceğiniz kurumları yıpratmanın bedelini ödersiniz…

Parlamenter sistemi yıpratmaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik eylemlere karşı uygulanacak önlem ve cezalara, aklı başında olan hiç kimsenin söyleyeceği bir şeyi olamaz. Ancak yasalarda da belirtildiği gibi yapılmış bir eylem suç kategorisine alınıyormuş. Sizin bu erdemli, iyi niyetli görüş ve davranışınızı gösterebilmeniz için hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, plan düzeyinde değil eylem düzeyinde bu hareketleri gerçekleştirmiş insanları ilk olarak sığaya çekin. Çok uzakta da değil, elebaşı, Marmaris’te keyif çatıyor…
Belli ki iç dinamikleri ile kendi kendini –hiç kimsenin itiraz edemeyeceği temizlikte bu güne kadar beklenen şekilde denetleyemeyen ordu- son birkaç Genel Kurmay Başkanının da katkılarıyla sonunda söz gelimi hacı hocaya kendini denetletmek zorunda kalacaktır.

Bu çorba çok kişiyi zehirleyeceğe benziyor.

Eğer yaşananlar emperyalizme baş kaldırmış bir zihniyetin savunucularını ve gerçek bağımsızlığı savunanları bertaraf etmek ise bu çorba daha çok su kaldırır gibi görünüyor.
Bu öykü size tanıdık geliyor mu?”

1196650cookie-checkReyhanlı çorba: Bir devrin öyküsü
Önceki haberSendikaların 6 aylık (Kasım-Nisan) gündemi
Sonraki haber“Türban kararı iktidarı AB’den soğuttu”
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.