Romancı üzerine birkaç söz

Sanatkar birçok oluş, kendi kendini yaradış kademeleri geçirir. Böylece her kademede bulunan sanatkarın ayrı bir tanımı yapılabilir. Yoksa genel bir sanatkar portresi çizmek imkansızdır. Örneğin sanatkarın portresini çizen, onu anlatan, tarif eden onlarca cümleyi arka arkaya sıralıyabilirim size. Ama bunların hiçbirinde sanatkarın tam bir tarifi olduğunu söyleyemem.

Ben şimdi oluş kademelerinin en yükseğine kadar çıkmış olan, o en olgun, en gerçek sanatkardan, romancıdan söz etmek istiyorum size.

Romancı gerçek sanatkardır. Flaubert, Zola, Hugo, Tolstoy, Halid Ziya, Peyami Safa ve birçokları gibi. Çünkü oluş kademelerinin en yükseğine kadar çıkan, ellerinde adeta tanrısal bir güç tutanlardır onlar. Bunun için onların eserlerinden herhangi birini eline alan insan büyük bir sarsıntı geçirebilir. Zira onlar şaşıran, arayan, kendini ve yeryüzünü adeta yeniden yaratan, dünyayı neredeyse Tanrı katından seyreden insanlardır. Onlar şaşırır, arar ve yazarlar. En büyük sırları buradadır.

Ama hepimiz biliriz ki; yazarlık başka bir şey romancılık başka bir şeydir. Herkes her şeyi yazabilir. Hayatta yazılacak o kadar çeşitli konu vardır ki, biraz dikkatli bir bakış durumun karmaşıklığı içinde şaşırıverir. Evet, herkes her şeyi yazabilir dedim; ama şunu da ilave etmeliyim ki, her yazan romancı değildir.

Öyleyse romancı nesiyle romancıdır? Büyük romancı nesiyle bu isme hak kazanır? Onu, o en gerçek sanatkar yapan nedir? Elbette romancı anlattığı ile romancıdır ve bu anlattığını anlatış tarzıyla romancıdır. Ayrı ayrı söz konusu edilmelerine rağmen bence bu ikisi aynı şeydir. Anlatılan konu ile anlatış tarzı. Kendini samimiyetle bu işlere vermiş her kişi şunu hissedecektir ki; üslubu mana yaratır. Bir Zola, bir Hugo herhangi bir konuyu o konunun gerektirdiği şekillerde bize sunmuşlardır. Demek oluyor ki; üslupla mana ayrı ayrı şeyler değil, ikiside aynı şeydir. Birbirine bağlıdır. Daha açık bir ifadeyle şekil mananın yani konunun peşindedir.

Anlaşılıyor ki; mana yani konu, anlatılan şey bir roman için her şeydir. Peki romancı neyi anlatabilir? Herşeyi. Ancak şunu hemen belirtmeli ki, romancı kendini anlatmak ihtiyacını en çok hisseden kişidir. Kendini anlatabilir bunu kabul etmek gerekir. Ancak romancıyı büyük yapan şey anlattıklarıyla, kendini anlatsa dahi kendi beninin üstüne çıkıp herkesi anlatabilmesi, herkese dokunabilmesi, herkesi düşündürebilmesidir. Romanı değerli yapan, romancıyı büyük kişi yapan bir başka sır da budur.

Bence roman okurken yapılacak bir tek ciddi iş vardır ki, bunu her gerçek sanatsever ve roman okumasını bilen yapar. O da şudur: Okuyucu, romanın her sayfasında, her satırında, hatta her cümlesinde ‘ Bu romancı bana ne anlatmak, ne duyurmak istiyor?’ diye kendi kendine sormalıdır. Roman okumak budur. Zaten ancak böyle okunursa o roman sıkılmadan okunur, zevk alınır ve hakkıyla değerlendirilir.

Şu halde, o en olgun, en gerçek sanatkar, şaşıran, arayan, yaratan, kendi beninin üzerine çıkıp herkese dokunabilen, mana ve üslubu bir eden romancıdır. Aynı zamanda insana bir tarifle sınırlandırılması çok güç olan o anlatılmaz, o olağanüstü sanat zevkini verebilen de odur.

Gelelim bu zevki vermeyen, veremeyen eserlere. Eserin son kelimesinden gözü ayrılır ayrılmaz okuyucu kitabı kapamalı bence. Sonrada onu kitaplığının en kullanışsız, hiç erişip uzanamadığı bir yerinde bırakmalı ve sonrada evet sonrada onu unutmalı. Tıpkı hiç okunmamış gibi. Sahibini dertleriyle baş başa bırakmalı. Zira kanaatimce sanat zevkinden yoksun bir eser bunu fazlasıyla haketmiş olacaktır.

,

761310cookie-checkRomancı üzerine birkaç söz

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.