Ruşen Çakır’dan gündem analizi

Şüphesiz son bir kaç gündür Türkiye’nin gündemini meşgul eden en sıcak konu başlıklarının arasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın çözüm süreci minvalinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı alenen eleştirmesi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Arınç’ı paralelcilikle suçlayarak istenmeyen adam ilan etmesi, ardından Bülent Arınç’ın Gökçek’e eşine pek rastlanmayan sertlikte yanıt vermesi ve Melih Gökçek’in aynı sert tonda Arınç’a çıkışması var.

AKP’nin 13 yıllık iktidarı sürecinde iç sorunlarını basın üzerinden kamuoyuna yansıtmayan bir parti olması ve tartışmaların genellikle “Kol kırılır yen içinde kalır” tavrıyla çözen özelliği düşünüldüğünde, Erdoğan- Arınç ve Arınç-Gökçek arasında yaşanan polemikler bir ilk olma özelliği taşıyor. AKP iktidarına yakın gazetecilerin “AKP’nin büyüsü bozuluyor, alarm veriyor” şeklinde söylemleri bile tek başına durumun olağan olmadığını gösteriyor.

Başbakan Davutoğlu’nun kısa bir sessizlikten sonra parti içi disipline işaret ederek duruma el koyması, Arınç ve Gökçek’in söylemlerini eleştirmesi, tarafların bir şekilde seçime kadar geri adım atmış görüntüsü vermeleri krizde şimdilik bir orta yolun bulunduğu izlemini yaratıyor. Ancak, bazı soruların yanıtı hala kamuoyu tarafından net olarak bulunabilmiş değil. Örneğin;

-Tayyip Erdoğan, çözüm sürecinin en kritik dönemecinde neden hükümetle farklı bir perspektifi benimsedi?

-Tayyip Erdoğan’ın çözüm süreciyle ilgili hükümet tarafından yeterince bilgilendirilmediği iddiası gerçeği yansıtıyor mu?

-Hükümet ile Saray arasında bir kriz mi var?

-Tayyip Erdoğan’ın AKP üzerindeki mutlak otoritesi sarsılıyor mu?

-Melih Gökçek, Saray’dan aldığı işaretle mi Bülent Arınç’a çıkıştı?

-Çözüm sürecinde Kürt Siyasi Hareketi hangi odağı muhatap almalı, hükümeti mi yoksa Erdoğan’ı mı?

-Abdullah Öcalan’ın Nevroz’da okunan mektubu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışından sonra değiştirildi mi?

Bu minvalde daha pek çok soru akılları meşgul ediyor. Gazeteci Ruşen Çakır, “Siyasal iktidarda ciddi bir tıkanıklık ve devlet krizi var” diyor ve şu tespitleri yapıyor:

“Yaşanan bu devlet krizine herkes farklı bir şey söylüyor. Şuan sanki orta yol bulunmuş gibi ama bu orta yol, seçime çok az bir süre kalmışken AKP’nin umduğu oyu almasında yeterli olmayabilir. Bütün bu kavga ve dövüş AKP’nin oylarını olumsuz olarak etkileyebilir. Eğer seçimde başarısız bir sonuç alınırsa bu kavga şiddetlenebilir.”

Bülent Arınç ve Melih Gökçek’in arasında süren polemiği Ruşen Çakır şu şekilde değerlendiriyor:

“Melih Gökçek, Arınç’ın Erdoğan’a karşı çıkışıyla kendi siyasi kariyerini riske attığını düşünerek Arınç’la arasında olan şahsi hesabını görmek istedi. Gökçek, Arınç’ın ayağının takıldığını düşünerek son bir tekme atma, çelme takmaya kalktı ama Arınç’ın zor bir durumda olmadığını net bir şekilde gördük. Sonuçta, Melih Gökçek’in çok bariz bir hata yaptığını ve bu hatanın karşısında zor bir durumda kaldığını söyleyebiliriz. Melih Gökçek’in Arınç’a karşı iddialarının hiç bir tutar yanı yok ama Arınç’ın söyledikleri çok daha sert, inandırıcı ve oturaklı. Ortada Melih Gökçek’in başlattığı ve kısa sürede kaybettiği, hatta perişan olduğu bir savaş var. Melih Gökçek oportunistlik yaptı. Yani, Erdoğan’dan aldığı bir ışıkla bunu yapmış olamaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asla böyle bir şeyi tasvip edeceğini sanmıyorum.”

Türkiye’de kamuoyunu meşgul eden pek çok konu başlığını kıymetli gazeteci/yazar Ruşen Çakır’la konuştuk ve kendisinden çok önemli yanıtlar alma şansım oldu. Bundan sonrasını Ruşen Çakır’ın perspektifinden anlamlandırmaya çalışalım…

***

– Bülent Arınç’ın önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, daha sonra da Melih Gökçek’e yönelik beklenmedik ve sert çıkışları oldu. Bülent Arınç’ın bu konuşmaları ve Melih Gökçek’in aynı sertlikteki yanıtını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Bir kere, Arınç’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eleştirileri ile Melih Gökçek’e karşı çıkışı birbirinden ayrı olaylardır. Melih Gökçek, Arınç’ın Erdoğan’a karşı çıkıyla kendi siyasi kariyerini riske attığını düşünerek Arınç’la arasında olan şahsi hesabını görmek istedi. Gökçek, Arınç’ın ayağının takıldığını düşünerek son bir tekme atma, çelme takmaya kalktı ama Arınç’ın zor bir durumda olmadığını net bir şekilde gördük. Sonuçta, Melih Gökçek’in çok bariz bir hata yaptığını ve bu hatanın karşısında zor bir durumda kaldığını söyleyebiliriz. Melih Gökçek’in Arınç’a karşı iddialarının hiçbir iler tutar yanı yok ama Arınç’ın söyledikleri çok daha sert, inandırıcı ve oturaklı. Biri iddialarını Twitter gibi bir mecradan sıralarken, öteki tüm Türkiye’nin karşısında canlı yayında uzun bir şekilde, hiç teklemeden net bir pozisyonla anlattı. Ortada Melih Gökçek’in başlattığı ve kısa sürede kaybettiği, hatta perişan olduğu bir savaş var.

Bülent Arınç, çok iyi bir politikacıdır. Ben 30 yıldır gazeteciyim ve 30 yıldır Bülent Arınç’ı bilirim. Refah Partisi’nin ilk yıllarında genç bir avukat olarak hitabet konusunda bir efsaneydi. Tabi ki Necmettin Erbakan başta gelirdi ama Bülent Arınç da Türkiye’nin dört bir yanına konuşma yapmaya giden meşhur bir hatipti. O’nun Refah, Fazilet ve AKP içindeki serüvenini çok yakından takip ettim. Bülent Arınç, en kritik zamanda Necmettin Erbakan’a karşı tavır alabilmiş birisidir. Bu hareketin kritik aşmalarında önemli rolleri oldu. Mesela; yenilikçilerin Erbakan’dan ayrılma aşamasında, Arınç’ın hem yenilikçiler üzerinde etkisi hem de gelenekçilerle yakınlığı olduğu için arabuluculuk yapması beklendi. Arınç, bu role soyundu da, ama Erbakan’ın şartlarından vazgeçip tercihini yenilikçilerden yana kullandı. Fazilet Partisi’nin kapatılmadan önceki kongresinde Recai Kutan, Erbakan’ın adayıydı. Arınç, Kutan’a karşı önce kendi adaylığını koydu, daha sonra Abdullah Gül de aday olunca, onun lehine adaylıktan feragat etti ve kongrede açıkça Gül’den yana tavır aldı.

Daha sonra, AKP’nin kurulması aşamasındaki dört önemli isimden birisidir; yani Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener ve Bülent Arınç. Meclis Başkanı olduğu dönemde 1 Mart 2003 tezkeresinin geçmemesinde çok aktif bir rol aldı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde, Erdoğan sorun çıkmayacak ve sistemin kabul edeceği düşük profilli bir isim ararken, Bülent Arınç pozisyon alarak Erdoğan’a “Ya siz, ya Abdullah Gül, ya da ben cumhurbaşkanlığına aday olmalıyız” dedi. Tüm bunları yapabilmiş biri söz konusu ve şuan AKP hükümeti/gurubunda yaptıkları ve yaşıyla en deneyimli ve en saygın isimdir Bülent Arınç. Ama biliyoruz ki Arınç’ın Erdoğan ile Gezi dönemi ve kızlı erkekli evler tartışmasında ciddi sorunları oldu. Hatta kızlı erkekli evler meselesinde istifadan döndüğü söylenir ki galiba doğru. Bülent Arınç, hiçbir zaman Erdoğan’a tam olarak tâbi olmamıştır ve kendi deyimiyle özgül ağırlığını korumuştur. 2007 yılı sonrası Erdoğan’ın giderek güçlendiği bir ortamda, Abdullah Gül yok iken ve Abdüllatif Şener bırakmışken bunu yapabilmesi çok zordu ama Arınç bunu mümkün olduğu kadar yapmaya çalıştı.

Bülent Arınç’ın son çıkışında da bunu görmek lazım. Orada bu hükümetin en önemli çocuğu olan çözüm süreci konusunda tam da olumlu şeyler olabilecekken Cumhurbaşkanı Erdoğan net ve sert bir biçimde frene bastı. Bu da Abdullah Öcalan’ın Nevroz mesajına yansıdı. Tabi ki bu hükümet için çok büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bunun üzerine Bülent Arınç’ın yaptığı çıkışın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok rahatsız ettiği kesin. O günün akşamında Başbakan Davutoğlu’yla İstanbul’da kendi evinde görüştüğü ve bu konunun konuşulduğunu biliyoruz. Ama Hükümetin tam da Erdoğan’ın dediği ve istediği noktada olmadığını görüyoruz. Sanki şuan ortada bir yerde kriz dondurulmuş durumda. Mesela; Bülent Arınç’ın yapacağı açıklamada en azından hükümet sözcülüğünden istifa edeceği iddia edildi. Böyle bir şey olmadığı gibi, sorulan soru üzerine daha çok anlatacakları olduğunu söyledi. Önünde iki ayı kalmış ve 7 Haziran sonrası jübile yapacak biri söz konusu. Böylesi birini onurunu kıracak şekilde istifa ettirmek ya da görevden almak olmaz, olursa da kötü olur. Melih Gökçek’in en büyük hatalarından biri çok yanlış bir hesaplama yapmış olması. Bir de kraldan çok kralcı olan, çoğu İslamcılıktan gelmeyen Tayyip Erdoğan’cıların “Sen nasıl Reis’e laf edersin” çıkışlarıyla Arınç’ın defterinin kapandığını düşünenlerin de hevesleri kursaklarında kaldı.

-Bülent Arınç ve Melih Gökçek’in medya üzerinden böylesi üst tondan tartışmasını aralarındaki salt kişisel problemlere mi bağlamalı yoksa bu tartışmanın arkasındaki asıl sebep Hükümet-Saray çekişmesi mi?

– Yok, Melih Gökçek oportunistlik yaptı. Yani, Erdoğan’dan aldığı bir ışıkla bunu yapmış olamaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asla böyle bir şeyi tasvip edeceğini sanmıyorum. Melih Gökçek’in bu hareket içindeki tarihine baktığımızda, hep böylesi çıkışları olduğunu görürüz ve bu çıkışları genellikle de hatalıdır. Mesela; AKP ilk kurulduğunda Melih Gökçek başta partiye katılmadı, Demokrat Parti diye küçük bir partinin başına geçerek oradan yürümeye çalıştı. Hatta Amerika’ya giderek orada kendini pazarlamaya çalıştı. 17-25 Aralık sürecinde de uzun bir süre ağzını açmadı. Yerel seçimler olduğu için başta Cemaate karşı bir pozisyon almadı, sonradan almaya başladı. Melih Gökçek’in Bülent Arınç’ı “Paralelci” olarak suçlaması gerçek üstü bir şey. Nitekim de Arınç bu konuda Gökçek’e çok ağır şeyler söyledi. Anlaşılan Melih Gökçek’in oğlunun milletvekili adaylığında bir sorun var ve Bülent Arınç ve benzer kişilerin bunda etkili olduğunu düşünüyor. Sanırım fırsat bu fırsat deyip oradan yürümeye çalıştı. Bülent Arınç zaten 2009 ve 2014’te Gökçek’in tekrar belediye başkanlığına aday olmasına karşı çıktığını söylüyor. Belli ki oğlunun da milletvekili adayı olmasına karşı. Yani, Gökçek kişiler bir hesap peşinde.

Burada Bülent Arınç’ın temsil ettiği bir şey var; Arınç, Milli Görüş’ten buyana gelen İslami hareketin içerisindeki özgürlükçü, demokrasiye yakın, insani hassasiyeti gözeten pozisyonun son temsilcilerinden birisidir. Bunun karşısında pragmatist, kişisel menfaatleri öne çıkaran, İslamcılıkla çok alakası olmayan bir takım kişiler ve aldıkları pozisyonlar var. Bu anlamda Melih Gökçek bu çevrelere daha yakın. Gökçek, hiçbir zaman İslamcı olmamıştır, Milli Görüş’e dâhil olsa da hiçbir zaman bu hareketin gerçek bir parçası olmamıştır. Her zaman bir ayağı Milliyetçi Harekete yakındır ve üslubu da Milli Görüş hareketinden farklıdır. Zaten Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın Ankara’da Melih Gökçek’in adaylığını istememesinin arkasındaki en büyük nedenlerden biri budur. Bu olanları Tayyip Erdoğan’ın Melih Gökçek üzerinden Bülent Arınç’a saldırısı olarak görmek bence gerçekçi değil.

-Bülent Arınç, Çankaya’daki açıklamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı üslubunu bir hayli yumuşatsa da, O’nun hükümetin alanına girmesini eleştirmeyi sürdürdü. Basın üzerinden böylesi aleni bir ayrışma AKP tarihinde daha önce pek görülmedi. Bu durum size seçim öncesi AKP’nin iç dinamiklerine ve oy oranlarına nasıl yansıyacak?

– Bu, çok normal ve Bülent Arınç’ın geri adım attığı falan yok. Bu ayrışma mıdır, bilemiyorum çünkü AKP’nin kuruluşundan buyana pek çok insan gitti, pek çoğu da geldi. Örneğin; Abdüllatif Şener gideli çok oldu ve Abdullah Gül bir anlamda yok. AKP çok değişti. Bunu bir ayrışma olarak görmek pek doğru değil. Olanlar ayrışma değil; tartışma, pozisyon alma ve Tayyip Erdoğan’ın yapmak istediği bazı şeylere içeriden direnç gösterme. Tayyip Erdoğan şu an partide değil, hükümette de değil ve onun olmamasından hareketle, kurmak istediği sisteme bir direnç var. Bülent Arınç da bu direncin isimlerinden biri. Diğer bir isim de Abdullah Gül’dü ama o, kendini geri çekti. Bülent Arınç’ın bu söylemlerinin, çoğu üç dönem engeline takılanlar olmak üzere, partide ciddi bir karşılığı var.

Bir de şu var; bu iktidarın en önemli argümanı çözüm süreci. Bu süreçte tam da bir noktaya gelinmek üzereyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu ya da bu gerekçeyle böylesi frene basmasından ciddi bir şekilde rahatsız olanlar var. Çünkü seçim meydanlarına gittiklerinde ellerinde anlatacakları çok fazla bir şey kalmayacak. Dolayısıyla, Bülent Arınç’ın “Partime ve hükümetime sahip çıkıyorum” söylemini yabana atmamak gerekiyor. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın ne gerekçesi olursa olsun, bu hükümet bir takım adımlar atıyor. İzleme komitesi denilen mekanizma Erdoğan’ın başbakanlığından beri gündemde ve buraya seçilecek isimler Erdoğan’ın belirlediği Akil İnsanlar arasından seçiliyor. Hükümet, Erdoğan’ın buna neden itiraz ettiğini anlamıyor ve bunun kendilerini zor durumda bıraktığını görüyor. Bu duruma cevap verecek ve çıkışabilecek tek kişi belki de Bülent Arınç’tı ve bunu da yaptı.

Siyasi iktidarda ciddi bir tıkanıklık ve devlet krizi var. Yaşanan bu devlet krizine herkes farklı bir şey söylüyor. Şuan sanki orta yol bulunmuş gibi ama bu orta yol, seçime çok az bir süre kalmışken AKP’nin umduğu oyu almasında yeterli olmayabilir. Bütün bu kavga ve dövüş AKP’nin oylarını olumsuz olarak etkileyebilir. Eğer seçimde başarısız bir sonuç alınırsa bu kavga şiddetlenebilir. Başarılı olunması halinde ise oluşan yaraları sarmak daha kolay olur.

-Bülent Arınç’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı böylesi aleni eleştirdiği düşünüldüğünde, sizce Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Kabinesi Bülent Arınç’la aynı fikirde ve arkasındalar mı?

– Bülent Arınç’ın hala Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü olarak duruyor olması hükümetin kendisine sahip çıktığını gösterir. Aksi taktirde farklı şeyler olabilirdi. Ama bu durum Bülent Arınç’ın her söylediği ve yaptığını hükümetin onayladığı anlamına gelmez. Bülent Arınç, zaten iki ay sonra bu işleri bırakacak birisi olarak hiçbir şeyden çekinmeden ve bir beklentisi olmadan bu tür çıkışlar yapabilir ama herkesin bu şekilde çıkış yapmasını beklemek mümkün değil. Bülent Arınç, çıkıştığı konuları Başbakan Davutuoğlu’yla konuşmadan, kendisi dile getirdiğini söylüyor ve buna inanmak durumundayız. Dolayısıyla, bu çıkışları Bülent Arınç’ın özgül ağırlığıyla açıklamak gerekiyor.

-Cumhurbaşkanlığı koltuğuna başbakanlıktan gelen liderlerin partilerinin zamanla dağılma yoluna gitmesi Türkiye’nin siyasal hayatının aşina olduğu bir durum. Son günlerde oluşan tabloya bakıldığında, Tayyip Erdoğan’ın AKP üzerindeki mutlak otoritesinin sarsıldığı söylenebilir mi?

-Hiçbir siyasetçi seçime kısa bir süre kalmışken kriz yaratmak istemez. Tayyip Erdoğan, ortada olan bir krizi bu yaptıklarıyla çözdüğünü düşünüyor. Bu kriz nedir? AKP’nin seçimlerde zorlanma ihtimalidir. Bir yandan HDP’nin diğer yandan MHP’nin AKP’den oy alma ihtimali var. İki tarafın birden oy alması durumunda, hem bu iki kanat güçlenir hem de AKP zayıflar. Bu durum Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan’ı güçsüz kılar çünkü Erdoğan’ın gücü AKP’den geliyor. AKP ne kadar zayıflarsa Erdoğan da o kadar zayıflar. HDP, güçlü bir siyasi aktör olarak sahnede, MHP de yeniden sahneye giriyor, CHP ise biraz olayın dışında kalıyor olabilir. Artık AKP’nin tek başına siyaseti kurguladığı günler geride kaldı ve şuan bunun krizi yaşanıyor.

Tayyip Erdoğan’ın AKP içindeki otoritesinin sarsıldığından çok emin değilim çünkü Erdoğan çok güçlü. AKP içinde Erdoğan’ın gücüyle yarışabilecek biri yok, kolektif bir irade oluşturulsa bile yine yok. Sonuç olarak, eğer AKP yöneticileri, bakanları, başbakanı ve diğerleri Erdoğan’ı karşılarına alırlarsa kaybederler. Ama Erdoğan’ın yanlarında olabilme şartlarını yine sürekli olarak Erdoğan empoze ediyor. Bu anlamda da, kendilerine az da olsa özerklik elde etmek istedikleri için sorunlar çıkıyor. Şunu tahmin ediyorum; sanki Erdoğan, başbakan olarak Davutoğlu seçiminden pek de memnun değil. Merkez Bankası olayı, Hakan Fidan meselesi ve şimdi de bu olaylar bunu gösteriyor. AKP’den herhangi birinin Erdoğan’a müdahale etmesi mümkün değil ama Erdoğan’ın AKP’ye müdahalesi mümkün. Seçim sonrasındaki sonuca göre, Erdoğan’ın müdahalesiyle partide ve hükümette bazı değişiklikler olabilir.

-Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır Nevroz’unda okunan mektubunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hükümetin beklentilerini yeterince karşılayan bir mesaj yoktu. Öcalan, silahların bırakılması için kongrenin toplanmasına yönelik PKK’ya şartlı bir çağrıda bulundu. Bülent Arınç’ın son söylemlerini de referans alırsak, sizce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt sorunu ve İzleme Heyetine yönelik açıklamalarının Abdullah Öcalan’ın mektubunu değiştirmiş olma ihtimali nedir?

– Cumhurbaşkanı Erdoğan, Öcalan’ın beklentilerinin önünü kesti. Basitçe anlatmak gerekirse, eğer İzleme Heyeti sembolik de olsa beş kişiyle kurulmuş olsaydı, Öcalan Kandil’e “İzleme Heyeti de kuruldu, siz de artık kongreyi toplayın” diyebilecekti. Bu istekleri bile verilmeyince böylesi bir çağrı da yapamadı. Normalde Öcalan’ın acilen kongrenin toplanmasına yönelik çağrı yapması, hatta gün vermesi bekleniyordu. Ama izleme komitesine bile Erdoğan tarafından el konulup durdurulunca, Öcalan kongrenin toplanmasını izleme heyetinin oluşması ve hakikatleri araştırma komisyonunun kurulması sonrasına attı. Bu da hükümeti zor durumda bıraktı. Şunun altını çizmek lazım; sürecin tıkanması Kürt Siyasi Hareketini çok zorlamıyor ama siyasi iktidarı zorluyor. Bence bütün hikaye burada. Bu durum yüz yıl da sürüncemede kalsa, Kürt Hareketi gücünü artırdığı sürece bu durumdan çok da şikayetçi olmayabilir ama hükümet bu şekilde daha fazla devam edemez ve bir yerde artık bu süreci noktalaması gerekiyor.

-Kürt sorunu, İzleme Heyetinin oluşması ve Dolmabahçe mutabakatını içeren 10 madde gibi bazı konularda Hükümet ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüş ayrılıkları var. Bülent Arınç’ın Çankaya’da yaptığı açıklamaları da hesaba katarsak, Saray-Hükümet ayrışmasının bundan sonra çözüm sürecine ne gibi yansımaları olabilir?

– Anladığım kadarıyla seçime kadar fazla beklenti içine girmememiz gerekiyor. Seçim sonrasındaki sonuca göre, kartların yeniden nasıl karılacağına bakmalıyız. AKP, HDP ve MHP’nin alacağı oy, Davutuğlu’nun seçimden güçlenerek çıkıp çıkmayacağı, AKP’nin nasıl yoluna devam edeceği ve Erdoğan’ın partiye müdahalesinin olup olmayacağı gibi konularla birlikte düşünmeliyiz. Şuanda üzerinde çok fazla kafa yorulacak bir durum yok çünkü konu seçime kadar bir şekilde dondurulmuş gözüküyor. Bundan sonra İzleme Heyetini kurup Öcalan’a “Kongrenin toplanması için kesin çağrı yap” denilebilir ama Erdoğan öyle bir çıkış yaptı ki Öcalan buna ikna olur mu, çok emin değilim.

-Kürt Siyasi Hareketinin kendini dışarıda tuttuğu ve çözüm süreci minvalinde son yaşananları AKP’nin iç meseleleri olarak gördüğü anlaşılıyor. Sizce, Kürt Siyasi Hareketi çözüm sürecinde kimi muhatap almalı? Siyasal sorumluluk sahibi olan Hükümeti mi, yoksa fiilen başkan gibi davranan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı mı?

– Kürt Hareketinin kimi muhatap alacağından çok, kimin Kürt Hareketini muhatap alacağı önemli. Sonrasında da seçimler önemli çünkü Kürt Siyasi Hareketinin şuan ki en önemli gündemi seçim süreci ve HDP’nin barajı aşma durumu. Baraj aşılırsa HDP çok daha güçlü olacak, Öcalan’ın eli güçlenecek ve çözüm sürecinin akışı bambaşka bir şekilde değişebilecek. Kürt Hareketinin muhatap seçmesi gibi bir şey olamaz ama eğer Erdoğan, HDP ve Selahattin Demirtaş’a saldırmaya devam eder ve aynı şekilde cevap alırsa, Erdoğan ile HDP’nin muhatap olabilmesi pek mümkün gözükmüyor. HDP ile hükümet birlikte bildiri okudular ama sonrasında Erdoğan bunun üzerine çizik attı. Çok karışık ve ilginç durumdayız ve bunun geleceğini belirleyecek olan Kürt Hareketi değil, siyasi iktidardır. Kürt Hareketinin şuan yapabileceği bir şey yok. Siyasal iktidar içindeki dengeler ve değişmelerin durulmasını ve birilerinin onlarla tekrar müzakere etmesini bekleyecekler. Yeniden çatışma ihtimali beklemiyorum ve bu kimsenin de hayrına değil. Eğer böyle bir şey olursa hep birlikte batarız. Hem Türkiye batar, hem de Kürt Hareketi bugüne kadar elde ettiği kazanımları kaybeder. Çatışmasızlık iradesinin Kürt Hareketi tarafından bozulacağını düşünmüyorum. Böylesi bir deliliği kimsenin yapacağını sanmıyorum ve bir vatandaş olarak da ummuyorum.

737350cookie-checkRuşen Çakır’dan gündem analizi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.