Sabah sabah Beyoğlu…

Burnumun direğini sızlattı akşamdan kalma bir meyhane kokusu.. Tuhaf bir susuzluk hissiyle aktım ara sokaklardan caddeye doğru.. Burası İstanbul Beyoğlu.

Bilseniz İstanbul nasıl da İstanbul bu saatler… Dükkanlar henüz açılıyor… Herkeste bir günü kurtarma telaşı. Çolak koluyla gazete kağıdını harmanlıyor simitçi, torbaya koyarsa hamurlaşırmış çıtırı, peki deyip uzatıyorum cebimdeki demir lirayı. Köşedeki büfeden kocaman bir bardak nar suyu… mevsimin belki de son nar’ı.. ayaküstü çıtır simitli bir kahvaltı. Tepemde martılar havalanıyor, ağır aksak geçiyorum Pera’yı…Yıllarla yarışıyorum her adımda, aşıncaya kadar ıssız otoparkın küf kokan asfaltını.. ve başımı kaldıramıyorum başkaları farkeder diye gözlerimdeki uykusuzluğu… Bir korna sesi bölüyor mahmurluğumu, çantamda gezdirir dururum artık dün geceden kalma sarhoşluğumu…

Kulağımın zarını yırtarcasına yankılanıyor çinko damlarda yürüyen martıların ayak sesleri… Hemen hepsini tanımam.. Hemen hepsi herkestir niye tanıyayım… Bir tanesi dışında… Karşılar beni yokuşun başında, uyuyunca yanımda uyanınca yanımda… Bu sır sadece onunla benim aramda…yoksa şaşırıyor insanlar bir martıyla arkadaşlığıma… Mutluluk içimde bir dükkandır sanki de kepenklerini açacak anahtarı bekler durur… Ve içimde kilitli kalmış nice martı kendi şarkısıyla avunur… Ortak bir intiharı legal hale getirmenin hürriyetidir bu İstanbulla aramda yaşanan. Aya gönderilmiş bir mekik, dünyaya fırlatılmış bir meteor, sokakta herhangi bir insan… döne döne geçiyor bir Beyoğlu sabahından..

Boğaz Köprüsü’nün tam ortasına geldim ki… boşalttım içimi bir hırsla… aktı gitti hayat suyum iki kıt’a arasından Marmara’ya … Artık ne yabani ne huysuz ne uykusuz bir insanım… O saatte kısacık bir günaydınım… Sağda Ortaköy, solda Kuruçeşme, şehirhatları vapuru gibi köpükleniyorum köprü üstünde… Yer gök gıpgri, sağım solum araba… Radyoda haberler okunuyor her kanalda… Yüzüm gözüm düzgün mü diye bakmıyorum bile aynaya… İstanbul uyanıyor Avrupa’dan Asya’ya …

Öyle bir an… kendimsiz bir kendim. Sorsam kendime ‘nasılsın’ diye, korkacağım sesimden…

Öyle bir gülmek geldi üstüme birden… Ne de olsa dün geceden kalmadır aklımı karıştıran şeyler… o an anladım ki insan sevdi mi…insan severse.. insan ekmek gibi sevmeli… iki gönül bir dolanmalı ay daki en çıplak taşa… Beşiktaş’tan Üsküdar’a, Kız Kulesi’nden Galata’ya, İstanbul’dan bana uzanan bu karar anı… Acaba ‘aklım yerinde mi’ diye sorsam durdurup yoldan birini, kimbilir onu bile tedirgin eder miyim ve kim ne için ve nasıl uyandırıp aklımı, kurtarıp bu garip tufandan bahtımı, anlar mı bir Beyoğlu sabahının bir insana yaşattıklarını?

Bembeyaz bir gökyüzü, serin nasıl serin… Bir resmin içinde binlerce resim… Neyle örtsem örtünmüyor, neyle soysam soyulmuyor… iyi ki diyorum bu saatte herkesler uykuda… O müthiş yalnızlık anları değil yaşanan, kimse yalnız değil zaten bu şehirde, herkes sıcak yatağında sakin bir limana sığınmışlığın rehavetinde…

Ellerim sığmıyor ceplerime… Kalbim de girsin istiyorum içine.. Isınmak istiyorum. Ben ve ellerim, İstanbul’u tam ortadan ikiye kesip, bir Beyoğlu sabahının içinden geçiyoruz… Saat 8…

[email protected]

1604180cookie-checkSabah sabah Beyoğlu…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.