Sana da benim gibi içiren mi var!

Evliliğinde kocaya eziyet çektiren kadın hikâyeleri niye Alman Edebiyatında, Alman romanlarında buncasına sıklıkla yer alır, hiç düşündünüz mü?
Ben düşündüm, lakin bir şey bulamadım.

Gerçi Dünya Edebiyatı baştan sona bu türden kocasına zûlmeden kadın romanlarıyla doludur, fakat Almanlara sıra geldi mi mangalda kül bırakmazlar; habire yazarlar!
Demek, Alman erkeği dediğin, evlilikte vazifesini terk eden kadından yana şikâyetçidir.

Madem kadın, çile, şikâyet, dert, ah ve of söz konusudur, o hâlde, bu seferki yazımızda arabesk müzik ve edebiyat arasında gidip geleceğiz.

Kadın karşısında kuyruğu dik tutamayıp yıkılan erkeğe ait bir roman arıyorsanız, peşin peşin, size Hans Fallada‘nın Ayyaş başlıklı romanını, bu romanı Türkçeye kazandıran Ahmet Arpad‘ın becerisine duyduğum inançla tavsiye ederim.

Arpad, Cumhuriyet gazetesinde Avusturya-Viyana yazılarıyla tanındığı kadar, Alman Edebiyatı’nın Zweig, Hesse, Böll, Simmel, Bernhard gibi önemli isimlerinden çeviriler yapmasıyla ülkemizin edebiyat tutkunlarınca bilinir. Arpad’ın son çevirileri Fallada üzerinedir.

Hans Fallada, Wilhelm Friedrich Ditzen adlı gerçek yazarın müstear adıdır; mahlasıdır. 20.yüzyıl başlarında kısa sürmüş hayatında, sağlık nedeniyle morfine, daha sonra uyuşturucuya ve bunlara ilave olarak alkole dadanmıştır. Fallada birçok kez intihara yeltenmiştir; sağlığına kavuşsun diye kapatıldığı sanatoryumlardan çıkınca akıl hastanelerine kadar düşen, inişli çıkışlı yaşamı sonlarında, karısını öldürmeye de kalkışmıştır.

Tam da o sıralar, Nazi’lerin ayranı köpürdüğü dönemidir ve faşistler hızını almış olup önüne geleni toplama kampına tıkmak alışkanlığındadır. Fallada’yı da bir Nazi Akıl Hastanesine sevk ederler. Tımarhanede bugün okuru pek çok olan Ayyaş‘ı ve Herkes Tek Başına Ölür adlı romanını şifreli olarak yazar, dışarıya salıverir.
Sonra, 1947’de, tek başına ölür.

Fallada’nın bir bunalım yazarıolduğunu evvela baştan hatırlatalım ve öylece Ayyaş adlı romanına yer verelim.
Bay Erwin’in orta ölçekli bir işadamı olup küçük burjuva zevkleriyle dolu yaşamında eşi Magda’ya ait şikâyetleriyle romana adım atıyoruz. Ayyaşımız, Bay Erwin, daha baştan itiraf edip durumunu okura açıklıyor:

¨Elbette tüm yaşamım boyunca ayyaş değildim; doğrusu içkiye merak salalı daha birkaç yıl oldu!¨ [s.1, Ayyaş]

Evliliği on dört yılı bulmuş, çocuksuz ailenin erkeği Bay Erwin, her geçen gün eşi Magda’yla arasında oluşan bir uçurumun farkına varmaktadır. Anlamsız bir çekişme aralarında peyda olur:

¨…bana öyle geliyordu ki, sanki her gün belli saatlerde aramız açılmak zorundaydı. Galiba iki insan arasındaki tartışmalar da zamanla alışılan ve onsuz yaşanılamıyan bir bağımlılık oluşturuyordu.¨ [s.7, Ayyaş]

Toptan gıda işleri yapan şirketindeki kimi ticareti Magda’dan saklamaya, aslında buna hiç zorunlu değilken, gizlemeye kalkışmakla karısına karşı bir eziklik duygusuna bulaşır, Bay Erwin…

Mesela, kötü giden bir pazarlık sonunda, bir alışverişte kaybettiği gün ¨O anda ilk düşündüğüm şey, sakın Magda duymasın, oldu.¨ diyerek okuruna ruhî durumuna dair ilk işareti verir.

Bay Erwin, nedeni aranırsa derin ruh çelişkileri içinde bulunacak biçimde bir eziklik-aşağılık kompleksine geri dönülemez biçimde girmiştir. [s.11, Ayyaş]
Erwin, birgün, Schnaps adı verilen bir sert Alman içkisiyle ayyaşlığa adım atacaktır. Her içişinde, karısı Magda’ya karşı özgüven duyduğunu anladıkça, güven tazelemek üzere içme sıklığını artırır.

Ancak Magda’dan ödü kopar ve tüm alkolikler gibi, hem kendisini haklı çıkartan bahaneler yaratırken, bir yandan bu alışkanlığını isterse şıppadanak bırakacağına inanır, hem de içki şişelerini saklamak hüneri gösterir.

Ardı arkası kesilmez, Erwin’in alkolle arkadaşlığı sırasında başına gelenlerin…

İtalyan masal edebiyatının Dünyaca başyapıtı, Carlo Collodi tarafından yazılmış Pinnocchio – Pinokyo gibi, yalan üstüne kurulu bir mekânda yaşamaya başlar; ne ki yalan söyledikçe, burnu uzamaz.

Fakat Pinokyo’nun ceketini, okul çantasını sokak serserilerine kaptırdığı gibi, kendi evinden aşırdığı şeyleri kendisine içki temin eden bir hancıya, meyhanecilere, ona buna toka eder.
Sokaklarda sersefil olur, evine dönmez, dönse Magda’dan yiyeceği zılgıtın farkındadır.

İşte burada, kötü kadınla karşılaşırız: Magda, sanki ve âdeta kocasının yıkımını bekliyor ve dahi bunu hazırlamış gibi sessizliğe bürünmüştür. Ağına çekilmiş dişi örümcek gibi beklemektedir. Erwin’in içine düştüğü bunalımdan çıkarılması için yapılacak şeyleri ailenin yakın dostlarına devredip aradan çekilirken, kendisi yavaş yavaş şirketin sahibesi olur, malı mülkü üstlenir, ayrıca kentin bir genç çapkın yakışıklısıyla mercimeği fırına verir.

Sonrasını anlatmaya gerek yoktur. Erwin’in ıslah olmaz bir alkolik olup heyet kararıyla mahkemeden alınmış hacir kâğıdı neticesi akıl hastanesinde ömrünü çürüteceği sona yaklaşırız. Magda, İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra, günâhlarından arınmaya çalışan Romalı Vali Pontius Pilate gibidir; ellerini yıkamış olmaklığı yeter.

Duruma ait son değerlendirmeyi, romanın sonlarında, Doktor Stiebing yapmaktadır; bu laflar, muhakkak ki, yazarımıza aittir:

¨Dürüst konuşmak gerekirse, evlilik yaşamınızda yönetici konumunda olan, güçlü olan eşinizdi. Size destek veren, ayakta tutan oydu. Kendinizi ondan uzaklaştırdığınız anda devrilip düştünüz.¨ [s.303, Ayyaş]

Okurken, sayfaları çevirdikçe, bir ân evvel bitse ve bu kâbustan kurtulsam diye sabır göstereceğiniz, lakin bu eziyete karşılık, sözünü ettiğimiz kitap, evli tüm erkeklerin bence okuyup kendi durumunu gözden geçirmesi gereken bir başyapıttır.

I. ve II.Dünya Savaşları arasında sığışmış, üstelik Avrupa’nın siyasî bir vebaya, Nazizme-faşizme yakalandığı yılların karanlık günlerine denk düşen romanın mevzusu, bütün bu gölgeli şeylere karşılık sizi ürkütmesin.

Tersine, tüm erkekleri Ayyaş’ı okumaya davet ediyorum. Anne-erkek çocuk kompleksine/Oidipus kompleksine kadar uzanan derin ruh analizlerini hızlı ve kolay akan bir metin içinde ancak böyle okuyabilir, özümseyebiliriz.

Ayyaş, ¨Eyvah bizim başımıza da böylesi yoksa, aman Allah yazdıysa bozsun, yoksa birgün gelecek mi ?¨ diye sizi telaşeye düşürecek, terletecek bir romandır.
Romanı okuma uğraşım boyunca aklıma hep bir yakınımız geldi; içkiciliğiyle meşhur bir İstanbul beyefendisiydi. Karısının çektirdiklerinden dem vurur, bunu bahane gösterip şişeye asılırdı. Karısı da evlere şenlik, yenilir yutulur olmayan bir kadındı. Adamcağız her gece içer, ah ve of çekerdi. Fakat bir tek gün olsun bir rezaletine rast gelmiş değildik; uzun yıllar evvel rahmetli oldu. Onun alkolizmini hoş gören birçokları, mesela evli barklı olmuş kız kardeşleri, o günlerde meşhur Ümit Besen adlı arabesk taverna şarkıcısının söylediği, ¨Sana da benim gibi içiren mi var, arkadaş!¨ der, onu korkunç yenge gelinlerinin hoşgörüsüzlüğü ve nâdanlığına karşı haklı çıkarırdı.
Karaciğeri iflas etmeseydi, haklılığı devam edecekti.

¨Görüyorum ki hergün meyhanedesin,

Yaşamaya küstürüp içtiren mi var?¨

Bay Erwin Sommer, Roman Kahramanımız, karısı yüzünden yaşamaya küsen bir kocadır.
Elbette karısı Magda’yı bir vakitler, belki de hep sevmiştir.

Ancak, Orhan Gencebay‘ın Erkin Koray‘lı şarkısı buraya contalanırsa, roman tam anlamıyla mâna kazanır.

¨Ben sevdim de ne oldu?
Her günüm dertle doldu…¨

_______________________

Ayyaş
Hans Fallada
Çeviren: Ahmet Arpad
Roman, 335 sayfa,
Everest Yayınları
İstanbul, 2012, 1.Basım

1562440cookie-checkSana da benim gibi içiren mi var!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.