Sana ne lazım?

Gazeteler, gazete ekleri, dergiler; küçük araştırmalardan köşe yazılarına, satırlarını “aldatma” ya ayırmada belli ki sözleşmişler…

Ne iştah uyandıran konu bu böyle! Kadınlarla erkekler söz konusu olduğunda, onların çevresinde dönen her şey iştah uyandırıcı oluyor aslında… Onun için kadın erkek ilişkisine dair ne varsa, ısıt ısıt, ortaya koy. Yenilip yutulması, garanti… Ne güzel!

Defalarca ısıtılmış yemeğin besin değeri taşımadığını biliyoruz. Ama yine de, aldatma konulu yazıları göz ucuyla bile olsa, okudum başlarda ben de alışkanlıkla. Sonra hevesim; haberlerin, yazıların, dizilerin, yazı dizilerinin art arda patlayıp ortalığı toza dumana boğmasından sonra bayağı bir sıkıntıya dönüştü. Kadın dergilerinde çalışırken benim de ısıtıp, pişirip ortaya koyduğum bu yemek midemi bulandırdı desem?

Burada beni asıl kızdıran şey algılarımızın ayarının her geçen gün daha fazla tüketmeye kaydırılması … Bir ilişki türü olarak aldatmak eylemi sözüm ona bir yaraya parmak basar gibi ortaya sürülürken oyun, tüketimin yüceltilmesiyle sonlanmış oluyor. Daha çok kadın tüketmek, daha çok erkek kafası kopartmak… Bunun için piyasaya yeni adamların, yeni kadınların sürülmesini beklemek… Sonra o kadınlardan (da), o adamlardan (da) sıkılmak…

Biz “sevgi emek ister” cümlesini sevmiş insanlarız. Al yazmasını bağlayanından, sedefli ojesine son kat parlatıcıyı çekenine kadar herkes sevgiye harcadığı emeğe saygı duyar gibi yapmamış mıydı? Başkalarını, en çok da kendini aldatma konusunda ne yetenekliymişiz meğerse. Aldatmak eyleminden beslenen mevcut ekonomiyi tavana vurduruyoruz.

Mutsuzluğumuzun nedenini anlamaya çalışmak yerine, onu mallarla kapamayı öğrendik. Parçalanmış, kevgire dönmüş hayatlarımızın irtifa kaybettiren noktalarını, kabaca, tıkamaya çalışmakla aldığımız yolun götüreceği yer cehennem gibi. Orada en kırılgan yerlerimiz cesetten tıkaçlarla dolu! Nereden mi biliyorum? Aslında şimdi hep birlikte oradayız da ondan…

Uzunca bir zamandır, biricikliğimiz, seçimlerimizle “çok özel olduğumuz” üzerinden vahşice bir oyun oynanıyor. Eh, bayılıyoruz bu oyuna; yalan mı? Peki, oyunun vahşiliği bir yana, bize biçilen ahmaklığı hiç sorgulamadan üzerimize geçirmedeki çalışkanlığımızı daha ne kadar sürdüreceğiz? Soru sormuyor, olduğu gibi kabul ediyorsak, aslında o zaman çok değersiz değil mi hayatlarımız? Kendi hayatına bu değeri biçen “bir biricik”, “bir özel insanın” başka hayatlara biçeceği değerin de üfürükten tayyare kadar olacağını bilmiyor muyuz?

Başkalarına değer vermek için önce kendimize değer vermemiz gerektiği teranesi üflenirken kulaklarımıza, “değerli olmak” çok utanmazca tanımlanmıyor mu? “Kendimizi şımarttığımız(!) kahveler”, “bize ilişkimizin sonsuzluğunu hatırlatan(!) pırlantalar”, “aşkı hissettiren(!) yüzükler” “hayatın gerçek tadını(!) duyuran içecekler”.

O yüzük olmazsa aşkı hissedemezmişiz. O içecekten tatmazsak, hayatın gerçek tadını ıskalamış olurmuşuz. Hayatımız tüketmekle değerini buluyor. Onun için sevdiğimiz, seviştiğimiz adamlar/kadınlar da yetmez oluyor artık. Koynumuz, kucağımız doluyken “bi tane daha” istememiz bundan. İsteğimizi de istemediğimizi de araya mal sokmadan anlatamıyoruz. Örneğin erkekler “öteki”ne onu, gerçekten istediğini anlatmak için alıyor “sonsuza kadar… yüzüğünden”; istemediğine de onu istemediğini örtmek için alıyor aynısından.

İstediğime araya mal koymadan ulaşamıyorum, istemediğimden araya mal koymadan çıkamıyorum. Bunun için kokmuş mallarını bana satmak isteyen dünya(!)nın, seçimlerini özgürce yapan(!) biricik ben’e oynamasını şaşırtıcı bulmuyorum… Daha biçecek ne çok adam, ne çok kadın… Aldatacak ne çok insan var! Diyorum ya aşkı da aldatmaya tedavül ettiğinde, satışlar patlıyor piyasada. Aldattıkça akıllı, aldattıkça zenginsin!

Gelsin o zaman elbiseler, ayakkabılar, taşlar, tüyler, sevgililer, fetişler, in’ler, out’lar, jartiyerler, büyütücüler, küçültücüler, eldivenler, örtücüler, açıcılar, kapatıcılar, pudralar, arabalar, jeller, jetler, siteler, vestiyerler falan…

Sevmediğimiz, saygı duymadığımız adamlarla sevişebilmek için…
Bizi aslında neyimiz için istediğini çok iyi bildiğimiz kadınlarla yatarken, bildiğimiz acı gerçeği unutabilmek için…
Çok iyiydi yaa! diye gerinebilmek için…
Hayattan çok zevk alıyormuş gibi yapabilmek için…
Çırılçıplak sevişmeyi unuttuğumuz için…
Daha çok unutmak ve unuttuklarımızın verdiği acı boşluktan daha hızlı kaçabilmek ümidini geri getirme ümidini taşıyabilmek için…

Gelsin o zaman elbiseler, ayakkabılar, taşlar, tüyler, sevgililer, fetişler, in’ler, out’lar, jartiyerler, büyütücüler, küçültücüler, eldivenler, örtücüler, açıcılar, kapatıcılar, pudralar, arabalar, jeller, jetler, siteler, vestiyerler falan… Lazım!

1631070cookie-checkSana ne lazım?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.