SANATTAN… ‘Dünyalar Savaşı’

1938’de Orson Welles radyodan yaptığı, “Marslılar Dünyayı işgal etti” şakası Amerika’da panik yaratmıştı.

O zamanki paniğin nedeni, Dünya dışındaki gezegenler ve uzay hakkındaki bilgilerin sınırlı olmasından kaynaklanmış olabilir. Bir çocuğun bile böyle bir şakayı ciddiye alması düşünülemiyeceği bugünkü dünyada, insanlığın, dünya ve güneş sistemi içindeki gezegenler hakkında önemli bir bilgi birikimi olmasına rağmen gerçekle, kurgu arasında ayrım yapma yetisinin böylesine zayıf olmasıda aynı derecede anlaşilmazdır.. 

Önceki gün Amerika’da üst üste gelen, George W. Bush’un, Irak’ta yönetimin kısmi olarak Irak hükümetine verilmesinin yıl dönümünde yaptığı ve tüm TV kanallarında yayımlanan konuşması ve Spielberg’in ‘War of the World’ (WOW) adlı filminin gösterime girmesi olayları arasındaki benzerlikler beni düşündürdü.

Süregiden Irak savaşi ile, Spielberg’in kurgusal savaş filmi arasındaki paralellik kurmamın nedeni, Iraktaki savaşın gerçek olmaması ya da Marslıların dünyayı gerçekten  istila etmesinden kaynaklanmıyor. Bu paralellik, Bush yönetiminin ve Amerikan halkının bu iki olaya yaklaşımları konusundaki benzer ruh hallerinden doğmaktadır. Yani gerçek ve sanalın sık sık karıştığı ABD politikalarıdır.

Welles’in Amerikan halkını sarsan şakasından beri, başka gezegenlerde yaşayanlar ve uzaylıların Dünyayı işgal etmesiyle ilgili onlarca film yapıldı. George Pal‘ın 1953‘de yaptığı ilk ‘War of the Worlds‘ filminden sonra, ‘Mars Attacks’, ‘Men in Black’, ‘Independence Day’ akla ilk gelenler. Şimdi bu listeye Steven Spielberg’in gösterime giren “War of the Worlds” (Dünyalar Savaşi) adlı filmi de katıldı. H.G. Wells’in 1898 yılında yazdığı aynı adlı romandan uyarlanan filmin konusu kısaca, uzayda bulunan, “onlar” ve Dünyadaki “biz”dir.

Bu filmlerin ortak paydası, dünya dışından yaratıkların gelip, gerçekten dünyayı işgal etmesinden çok, uzaylı yaratığın dünyadaki, içimizdeki ‘yabancı’yı, ’öteki’ni sembolize etmesidir. “İşgal” alegorisi ise, bu ‘yabancı’dan duyulan korkunun, ondan nefretin bir metaforudur. Bu nefretin kaynağı genellikle bilgisizliktir. Yani, “yabancı”yı, “öteki”ni tanımamaktır.

Bu bilgisizlik 1938’de paniğe yol açmıştı. Bugünkü paranoyanın kaynağı ise, sürekli canlı tutulan içimizdeki ’görülmez’ düşmanlardır. Kapitalizmin dışta yayılmacı, içte de baskıcı politikalarını haklı göstermek için sürekli ihtiyaç duyduğu ‘tehdit’ ya da ‘düşman’  unsuru, 1989’da sosyalist sistemin çökmesiyle yokolmuştu. Doğan boşluk, İkiz Kuleler’e saldırıdan sonra,  “terörizme karşı savaş” doktriniyle dolduruldu. Belli bir yeri, kimliği ve hedefleri olmayan bu  yeni “tehdit”, eski bilinen ‘hayalet’ten daha görünmez bir yapıya sahiptir. Bu yanıyla da sunduğu olanaklar daha geniştir.

Bu bağlamda, Spielberg’in ‘WOW’ filminin gösterime girmesinden bir gün önce ABD Başkanı George Bush’un, yaptığı konuşma, Amerikan halkının bugün içinde bulunduğu ruh hali ve Bush yönetiminin yaratmak istediği ’tehdit’ unsuruna çarpıcı bir örnektir.

11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıdan sonra ilan edilen ’terörizme karşi savaş’ doktrini belirsizliğiyle ‘uzay’ filmlerindeki senaryolara benzer.  Bu politikada, soyut bir düşmana karşı, insanlığın en genel anlamdaki ortak ülküsü olan, soyut bir ‘özgürlük’ savunulur. Böylesine evrenselleştirilmiş bir çerçevede ABD orduları, her yerde hazır ve nazır  olan  ‘tehlike’ye karşı, sadece kendi halkını değil tüm insanlığı korumaktadır.

Spielberg’in son filmi de, ABD’nin tarih içinde değişen düşmanlarının karakterleri gibi,  uzaylıların dünyaya saldırıları konusunda çekilen daha önceki filmlerinden, bu anlamda değişim göstermiştir.

‘WOW’ filmi kırsal bir yer ya da küçük bir kasabada değil  New Jersey’de, Manhattan’da, yani İkiz Kulelerin yıkılmazdan önce bulunduğu yerde geçer. Böylelikle, “dışardan” gelenlere karşı direniş, arka plandaki büyük şehir görüntüsüyle bir tür medeniyetler çatışmasına dönüşür. (Bush, terörizme karşı savaşı sık sık medeniyetler çatışmasına benzetmiştir)

Bu filmde uzaylılar, uzaydan gelmez, “onlar” buradadır. Uzaylıların araçları dünyada gömülüdür. Anlaşıldığına göre binlerce yıl önce dünyaya gömülmüşlerdir. Uzaydan gelen bir enerji fırtınası bu araçları harekete geçirir. Bu yönüyle ‘WOW’ filmi, Bush hükümetinin, teröristlerin (düşmanın) her zaman, her yerde bulunduğu ve bunlara karşı her yerde sürekli olarak, onları altedene kadar savaşmak gerektiği görüşüne güzel bir metefor oluşturur. Yarı fanatik, fundamentalist Bush yönetiminin, şer ve iyi ikileminde açıkladıkları ideolojileri temelinde tanrının, insanlığı sınamak amacıyla kıyamet gününün gelmesini beklemesini hatırlatır bu senaryo.   

Ayrıca yer, gökten çok daha yakın, elle tutulur ve gerçektir. Gökyüzünden gelecek bir aracı görmek belirlemek daha kolaydır, ama ayaklar altındaki topraktan her an çikacak bir tehlike daha ürkütücüdür. Yerden gelen tehlike, dışarıya değil içeriye işaret eder, bu yanıyla da daha gerçek ve yakındır.

[“Bu ulus kendisine saldırılmasını artık beklemeyecektir. Özgürlügümüzü savunacağız. Savaşı onların olduğu yere götüreceğiz. Dünyada şu anda verilen savaşin en son alanı Irak’tır“. Bush‘un dünkü kanuşmasından]

WOW’ filminde, diğerlerinin aksine, film kahramanları arasında asker, polis ya da bilim adamı yoktur. Otoriteyi temsil eden bu karakterlerin ortada görülmemesi, her şeyin kontroldan çıktığına delalettir. Bu da halkın bilincinde, tehlikeyi daha da yakınlaştırır, müdehalelerin acilliğini vurgular. Sokaktaki sıradan insanın tehlikede olduğu ve ancak, herkesin bir şeyler yapmasıyla ya da yapılanları onaylamasıyla bu “dış düşman”ın hakkından gelinebileceği ileri sürülür.

Otoritenin yokluğuyla, zorunlu kalmadıkça askeri çözümlerin savunulmadığı da anlatılmak istenir. Ayrıca, Irak savaşında ölen ABD askerlerinin sayısının iki binlere doğru seyretmesiyle, Amerikalıların filmde bile olsa, askerlerin ölmesini görmeleri tasvip edilecek bir şey değildir elbette.

Bush kliği,  çesitli yollarla iktidarı almasından sonra, dine karşı olduğu gerekçesiyle biyoloji derslerinden evrim teorilerini kaldırmağa çalışmış, askeri harcamaları artırabilmek için tıb ve bilim dalındaki araştırmaların ödeneklerini kesmişdi.

Hükümet, bilim gibi toplumsal kurumlar  Bush yönetimini olduğu gibi Spielberg’i de pek ilgilendirmez. Filmin kahramanı Ray Ferrier (Tom Cruise) eşinden boşanmış,  çocuklarını ancak hafta sonu  görebilen bir liman işçisidir. Aile kurmasına rağmen sorumluluklarını bilmeyen, serseri bir kişiliği vardır Ray‘in. Uzaylıların saldırısıyla, binalar yanmaya insanlar buhar olmaya başlayınca ailesini korumaya çalışır. Herkes sorumluluğunu bilmelidir; tehlike kapıyı çalmadan, dışarıya gidip orada “onları” ezmek gerekir.

[“Biz bugün savaşiyoruz çünkü, teröristler ülkemize saldırmak ve yurttaşlarımızı öldürmek isitiyor, ve Irak’ta mevzileniyorlar. Biz de onlarla orada savaşacağız, onlarla bütün dünyada savaşacağız ve bu kavgayı kazanıncaya kadar savaşacağız.”  BUSH‘un dünkü konuşmasından]

Film gerçekte uzaylıların dünyayı işgali ilgili değil, savaş, şiddet ve kan dökülmesiyle ilgilidir. Şiddetin görsel tanımlamasının bir ustası olan Spielberg, ‘Private Ryan’ ve ‘Schindler’s List’ filmlerinden de iyi tanınır. ‘Private Ryan’da müttefik ordularının Fransa’ya çıkartması sırasındaki çarpışmalar, en küçük ayrıntılarına kadar  “şiirsel” bir anlatımla işlenmiştir. ‘Shidler’s List’ filminde ise şiddet, neredeyse pornografik bir düzeydedir. WOW’da da, uzaylıların, insan kanını oluşturan elementlerden biri olan plazmaya ihtiyaçları vardır, yani bir tür vampirdirler. Plazma alındıktan sonra, akan kan artıkları dünyayı kızıla çevirir.

[“Birçok Amerikalı gibi ben de, şiddeti ve akan kanı görüyorum. Her imge dehşet verici ve yaşanan acılar gerçek. Bu şiddet arasında Amerikalıların; ‘bu kadar fedakarlık, yaşanılanlara değer mi?’ diye sorduklarını biliyorum. Evet, değer, bu ülkemizin gelecekteki güvenliği için de yaşamsaldır.” Bush.]

Uzaylıların yarattıkları kaos içinde bir uçağın Ray ve ailesinin evlerinin bulunduğu mahalle üzerine düşmesiyle de, ‘İkiz Kuleler’ tekrar hatırlatılmağa çalışılır. Ancak, endişelenecek bir şey yoktur, o kıyametin içinden Ray ve çocukları sağ salim çıkarlar ve artık bir yıkıntı olan New York’tan, Boston’a doğru yolculuklarına devam ederler.

Sanat eserleri içinde yaratıldıkları koşullar ve kültürden beslenir, onları yansıtır. Hollywood’un ‘Beyaz Saray’la olan yakınlıkları bu organik ilişkinin ötesinde, özellikle de 11 Eylül sonrası, yaptırımlara kadar ulaşmıştır. Elbette, Spielberg’in bu filmi, Bush yönetiminin politikalarını haklı çıkarmak ya da bu doğrultuda insanları etkilemek amacıyla çektiği söylenemez. Ancak, ABD’de yaygın olan paranoyanın bir yansıması, ‘imparatorluk’ kültürünün dışa vurması olarak görülebilir.

11 Eylül’den hemen sonraki günlerde, Bush’un askeri toplantılar yanında, Hollywood’un ileri gelenleriyle toplantı yapması Beyaz Saray’ın kitle kültürünün gücünü iyi bildiğini göstermektedir. Ki, bu dönemde, Amerikan milliyetçiliğini, askeri müdehaleleri eleştiren birçok filmin vizyona girmesi engellenmiş, basılan bazı kitapların dağıtılması durdurulmuştu.

İnsanlar karşı koyamadıkları güçteki bir ideolojik sistemin basit özneleri değildir, ama tamamen özgür iradeli olduklarıda söylenemez. Gündelik yaşam çoğu zaman kitle kültürünün pratiklerinin sızmasıyla oluşturulur. İktidara karşı koyduğu noktada bile birey, onun sunduğu kaynakları kendi yaratıcılığıyla değiştirerek direnişini sürdürür.

Bu bağlamda, üretilen kültürel ürünler önceden koşullandırılmış öğeleri içinde taşır. Toplumsal denetimin bir parçası olur. İnsanlara istediklerini vermek dürtüsüyle hareket eden kitle kültürü ürünleri, zaten hakim görüş doğrultusunda koşullanmış olan isteklerin bir yansımasıdır.

Marslılar, gerçekten geçtiğimiz gün dünyaya inselerdi, Bush’un konuşmasının Irak’la mı yoksa ‘WOW’ filmiyle mi ilgili olduğunu, Bush’un da ABD başkanı mı yoksa  filmin promosyonu yapan yönetmen mi olduğunu anlamakta zorluk çekebilirlerdi.

1631240cookie-checkSANATTAN… ‘Dünyalar Savaşı’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.