Seçimlerin sarsıcı etkileri ve hükümet senaryoları

7 Haziran akşamı Türkiye’nin iç politik denklemini değiştirecek bir süreç başladı. Sistemin iç politik krizi çok daha belirgin olarak ortaya çıktı. AKP’nin tek başına hükümet olacak bir çoğunluğu sağlamamış olması, zorunlu ve kaçınılmaz olarak koalisyon ve erken genel seçimleri tartışmasını gündemleştiriyor. Mevcut partilerin seçim sonuçlarından hemen sonra ortaya koydukları uzlaşmaz gibi görünen reflekslerin sistem ilişkilerinde pek belirleyici olmayacağı biliniyor. Sistemin stratejik çıkarları, partilerin gündelik ihtiyaçların çok ötesinde dikkate alınır ve hesaba katılır.

4 Haziran’da yazdığım ‘8 Haziran’da Ortaya Çıkacak Olası Politik Tablo’ makalemde bugün ortaya çıkan tabloya dikkat çekmiştim: AKP 276 milletvekilini kazanamadığı takdirde koalisyon süreci başlayacaktır. Parlamentoda ‘yeni’ ittifaklar oluşacaktır… HDP’nin bütün engellemelere rağmen barajı aşması ise politik gücü zayıflamış bir AKP’nin varlığı anlamına gelir. Böylesi bir durumun pek uzun sürmeyeceği de açıktır. Politik kriz büyük bir olasılıkla, 2016’da erken bir genel seçimi zorunlu kılabilir.”

Seçimlerde ortaya çıkan tablo, hükümetin krizinin çok kolay aşılamayacağını gösteriyor. Ancak hem TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sermaye kurumlarının, hem de uluslar arası güçlerin geniş tabanlı bir hükümetten söz etmeleri, partilerin politik tutumlarını etkileyeceği kesin. Bu bakımdan makalemde belirttiğim, ‘AKP-MHP, AKP-CHP, AKP-HDP hatta imkânsız gibi görünen CHP-MHP-HDP koalisyon olasılıklarından birinin gerçekleşmesi ihtimali olmasına rağmen erken genel seçimin kaçınılmaz olduğuna dair önemli veriler bulunuyor.

Ortaya çıkan mevcut politik tablo, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlara ilişkin bir kısım politikalarda değişikliğin yapılmasının artık zorunlu hale geldiğini gösteriyor.

Türkiye ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıyadır. Üretime dayanmayan, bütünüyle sıcak para akışı üzerindeki büyümenin hızla gerilemesi ekonomik krizi derinleşmesine yol açtığı gibi toplumsal çelişkilerin derinleşmesine yol açacaktır. Dolardaki önlenemez yükseliş kaçınılmaz olarak enflasyona ve devalüasyona yol açacaktır. HSBC ve City Bank gibi küresel yatarım bankalarının Türkiye’den çekilme kararı almış olmaları, aynı zamanda küresel sermayenin Türkiye’ye yönelik politikalarına dair bize önemli ipuçları veriyor. Örneğin 100 milyarlık iş hacmi büyüklüğüne ulaşan Shell, BP, Total, OMV Petrol Ofisi, Lukoil gibi şirketlerin bir kısmı enerji sektöründen çekilmeye başladılar. EP, Center, Best Buy, Electro World , Darty, Praktiker, Miroglio gibi küresel şirketler Türkiye pazarından çekildiklerini, Chevrolet, global, Inditex, Metro, Real ve Levi’s gibi şirketler ise çekileceklerini açıklamışlardı. Küresel sermaye, karın maksimal ve bölgenin de güvenilir olmasını her zaman esas alır. Finans ve ekonominin değişik sektörlerinden yer alan şirketlerin çekilme kararı almış olmaları aynı zamanda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik krizin büyüklüğü bakımından bize bir fikir veriyor. Bu bakımdan koalisyonda hangi parti yer alırsa alsın, karşılarında çökmüş bir ekonomik tablo bulacaklardır. Küresel sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veren bir koalisyonun kurulması da, ekonomide geçici nispi bir rahatlamayı sağlayabilir…

Dikkat çekilmesi gereken bir başka önemli nokta da, G-7’ler zirvesinde bir konuşma yapan Obama, Radikal İslamcıları Hareketlerin destekleyen Türkiye’yi hedef tahtasına oturttu: “IŞİD, Türkiye’den Suriye’ye geçen binlerce savaşçıyla güç sağlıyor. Geçişleri engellemek için Türk otoriteler ihtiyaçları olan kapasiteyi tam olarak artırmış değiller.” Erdoğan’ın ısrarla devam ettirdiği Ortadoğu politikasındaki çöküşün faturası tahmin edilenden çok daha ağır olacaktır. Küresel güçlerin Erdoğan’a yönelik almış olduğu karar, AKP bakımından da bir yol ayrımının gündeme gelmesi yüksek bir olasılıktır. Seçimler nedeniyle Erdoğan ve Davutoğlu’nun küresel güçlerin liderleri tarafından aranmaması çok açık politik bir tutum olarak görmek gerekir. Bu bakımdan olası bir koalisyon hükümeti, öncelikli olarak Suriye ve Irak merkezli bölgesel politikalarda dikkat çekici bir değişime gidilmesi kaçınılmaz hale gelecektir.

Bu iki temel faktör, Türkiye’nin küresel güçlerle olan ilişkilerine yön verecektir. İster koalisyon, isterse azınlık hükümeti kurulsun Türkiye’nin bölgesel ve uluslar arası politikalarından bir kısım değişimlerin olmasını artık zorunlu hale getirecektir.

Koalisyon veya erken genel seçim süreci, içte ekonomik-politik dengelerin yeniden şekillenmesinde bir araç olarak işlev görecektir. Bunun ön plana çıkan birkaç alt başlığına vurgu yapmak gerekir.
Ekonomik merkezlerdeki güç ilişkileri yeniden şekillenecektir. AKP’nin özellikle 2007’den sonra İslamcı sermaye gruplarıyla çok daha yakın ilişkiler kurdu. Erdoğan çevresinde toplanan ve daha çok inşaat sektöründe yer alan şirketler, ülke ekonomisinde ön plana çıkartılmaya çalışıldı. Dahası rantın yüksek olduğu ihaleler kendilerine yakın şirketlere verildi. Seçimlerin ortaya çıkarttığı tablo dikkate alındığında küresel sermaye ile stratejik işbirliği içinde olan TÜSİAD’ın dengelerdeki etkinliği yeniden daha üst düzeyde ortaya çıkacak gibi görünüyor.

Medya-devlet, medya-politika ilişkileri yeniden şekillenecektir. AKP’den beslenen belli başlı medya grupları, politik pozisyonları bakımdan nispeten zorlanacaklardır. Özellikle Erdoğan’ın etki alanında olan medya gruplarının aşamalı olarak daha dengeli bir yayın politikasına yönelebilirler. Eskisi gibi rahat hareket etme fırsatı bulamayacak olan Erdoğan, medya ilişkilerine istediği gibi müdahale edemeyecektir. Bu durum cumhurbaşkanının propaganda ve toplumsal ilişki ağlarının önemli oranda daralması anlamına gelecektir.

Gülen cemaati rahat bir nefes alacak. Erdoğan merkezli saldırılarda belirgin bir düşüş yaşanacaktır. AKP tek başına azınlık hükümeti kursa dahi, cemaate yönelik politikaların revize edileceği hatta Erdoğan’a rağmen barışma koşullarının oluşturulması gündeme gelebilir. Gülen cemaati de, devlet ilişiklerindeki politikalarını ve gücünü gözden geçirerek, daha dikkatli bir politika izleyecektir. Cemaat daha stratejik düşünerek, AKP ile koalisyon yapacak her hangi bir partiyi karşısına almayacaktır. Bu nedenle devlet içerisindeki güçlerini pasif bir konumda tutmayı tercih edecektir.

Devletin stratejik kurumları koalisyondan doğrudan etkilenecektir. Örneğin başta Milli İstihbarat Teşikaltı(MİT) olmak üzere Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu(BDDK),Yargıtay, HYSK, YÖK, Emniyet Genel Müdürlüğü gibi stratejik kurumsal yapılar güç ilişkilerine göre yeniden reorganize edilecektir. AKP’nin kendi politik ihtiyaçlarına göre kurduğu yönetim merkezleri aşamalı olarak değişime uğraması kaçınılmazdır.

Koalisyon ilişkilerinde en ciddi sorun Kürt politikasından yaşanacaktır. Kürt sorunu çözülmeden politik bir istikrarın ve toplumsal bir barışın sağlanamayacağı da biliniyor. AKP-MHP koalisyonu olsa dahi, Kürt sorunun çözümsüzlüğe sürüklenmesi, savaşın alternatif olarak ön plana çıkartılması, Türkiye toplumunun genelinde çok ciddi bir ayrışmayı gündemleştirir. Kürt illerinde ortaya çıkan tablo dikkatli okunduğunda saflaşmanın çok belirgin olarak ortaya çıktığını ve bunun savaş politikalarıyla daha çok derinleşeceği açıktır. HDP’nin almış olduğu oy ise tersine savaşa karşı barışın ve demokratik çözümün artık kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. AKP, erken genel seçimleri de hesaba katarak, Kürtlere yönelik savaş tırmandıracak bir politika izlemesi mümkündür.

Ayrıca dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir nokta da; seçimlerden birkaç hafta önce, Suriye ve Irak’ta savaşan 300’e yakın Kürt kökenli radikal İslamcı militanın Türkiye’ye getirtilerek özellikle Antep, Urfa, Diyarbakır ve Bingöl gibi illerde konumlandırılması bir tesadüf değildi. Kürt illerinde çok ciddi provokasyonların devam ettirileceğine dair ciddi bir kuşu ve kaygı var. Erken genel seçimin olma olasılığı dikkate alınarak katliamlar dahil olmak üzere çok yönlü saldırılar gündeme gelebilir. Özellikle HDP ile CHP’nin ortaya koyacağı politik tutum, bu tür saldırılara karşı bir önlem olarak işlev görebilir.

Koalisyonda iki önemli şart

Koalisyon görüşmelerinin politik kararları dışında başka iki temel öğesi ön plana çıkacaktır. Birincisi 17-25 Aralıkta gerçekleştirilen ‘Yolsuzluk Operasyonunun’ yeniden gündemleştirilmesidir. AKP ile koalisyon yapacak her üç partiden birisinin önemli şartlarından biri dosyaların yeniden açılması ve yargılanma sürecinin başlatılmasıdır. Erdoğan böylesi bir şartı kesin dille reddedecektir. Yargılanmaya sıcak bakan Davutoğlu’na rağmen AKP’nin iç dengeleri nasıl bir tutum alacaktır bunu şimdiden kestirmek zor.

İkincisi ise Erdoğan’ın fiilen başkan gibi davranmasıdır. Koalisyon oluşturacak parti, Erdoğan’ın geleneksel cumhurbaşkanı sınırlarına çekilmesini ve hükümet işlerine karışmaması gerektiğini belirteceklerdir. Özellikle Bakanlar Kurulunu toplamasına izin verilmeyeceği, parti lider gibi davranılmasının kabul edilmeyeceği bir şart olarak masaya konulacaktır. Bunun bir başka ifadesi Erdoğan’ın Saray içerisinde sıkıştırılmasıdır.

Bugünkü ortaya çıkan parlamento aritmetiğinde çok olasılıklı bir koalisyon mümkündür.

Bunların bir kısmının matematiksel olarak mümkün ama politik olarak olanaksız olduğunu belirtmek gerek. CHP merkezli MHP ile HDP’nin içerisinde yer bir koalisyon politik gerçeklik bakımından mümkün değildir. Toplumun farklı geniş kesimlerini kucaklamak bakımından dile hoş gelen böylesi bir üçlü koalisyonun kurulması üzerinde kafa yormak hem anlamsızdır, hem de gerçekçi değildir.

Ayrıca Azınlık formülüne dayanan bir hükümetin ciddi bir etki gücü olmayacağı açıktır. Bu nedenle böylesi bir yönteme başvurulsa da ömrünün çok kısa olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

İstanbul sermayesinin görmek istediği daha çok AKP-CHP eksenli geniş tabanlı bir koalisyonunun kurulmasıdır. Hem politik ve ekonomik dengeler, hem de uluslar arası ilişkiler bakımından AKP-CHP Koalisyonu tercih ediliyor. Bu hem siyaseten, hem de toplumsal dengeler bakımından olanaklıdır. CHP’nin Erdoğan merkezli ileri süreceği şartlara AKP’nin vereceği yanıt belirleyici olacaktır.

AKP-MHP Koalisyonu da iki partinin toplumsal tabanı bakımından mümkündür. MHP’nin Kürt sorununa bakış açısı bu sorunun en can alıcı yanını oluşturacaktır. Erdoğan’ın Kürt politikası ile MHP’nin bakış açısı esasen birbirini tamamlar niteliktedir. Bu bakımdan MHP ile olası bir koalisyon pazarlığında, müzakerelerin bütünüyle rafa kaldırılmasına karşılık Erdoğan’ın konumunun güvenceye alınması pazarlığı gündeme gelebilir. Bunun bir başka ifadesi AKP-MHP ittifakı, savaşın yeniden tırmandırılması ve Türkiye’nin iç politik ve bölgesel dengelerinin bütünüyle değişmesi anlamına gelir. TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sermaye grupları, uluslar arası güçler böylesi bir çılgınlığa izin verir mi?

Bir başka olasılık ise AKP-HDP Koalisyonudur. HDP’nin seçim meydanlarında ‘Erdoğan Seni Başkan yaptırmayacağız’ tezi pratik olarak yaşam buldu. Özellikle laik ve ulusalcılara yakın güçlerin ‘HDP barajı aşarsa AKP ile anlaşır başkanlık sistemini getirirler’ tezinin de bir geçerliliği kalmadığı artık netleşmiş durumda. HDP’nin barajı aşarak Erdoğan’ın politik geleceğine çok açık bir ayar çektiği artık netleşti.

HDP’nin Koalisyonlara kapalıyız gibi keskin söylemlerden kaçınması, seçim beyannamesinde ortaya koyduğu stratejik ilkiler çerçevesinde görüşmelere dahil olması daha uygun olacaktır. HDP, parlamentodaki dengeleri belirleyecek en önemli güçtür. Sürece pozitif olarak dahil olması, sorunları tıkayan değil çözen bir parti olarak toplumsal ilişkilerde etkin rol alması, olası bir erken genel seçimler bakımından da önemlidir.

HDP’nin anlık düşünen ve dar kesimsel çıkarlarını ön plana çıkartan bir parti olmadığı herkes tarafından kabul ediliyor. Bu nedenle Türkiye’nin politik, sosyal ve ekonomik sorunları ekseninde çözümler üretecek ilkeler çerçevesinde koalisyon sürecine dahil olabilir. Önemli olan ilkelerdir ve gerçekçi çözümler önermek ve üretmektir.

Hiç şüphesiz ki HDP için koalisyon mutlak bir zorunluluk değildir. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunlar çerçevesinde toplumun ezilen, sömürülen ve sisteme muhalif bütün kesimlerin çıkarlarını esasen alan çözüm ilke ve önerilerini ortaya koyarak pozitif yaklaşıldığında olası bir erken genel seçimde çok daha etkin bir güç haline gelecektir.

Bugünkü parlamento içerisinde kalıcı bir koalisyon ortamının oluşturulmasının son derece zor olduğu, kurulabilecek bir koalisyonun da uzun ömürlü olmayacağını görmek ve erken bir genel seçime hazırlıklı olmak gerektiğini de unutmamak gerek.

________________

* [email protected]

1608820cookie-checkSeçimlerin sarsıcı etkileri ve hükümet senaryoları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.