Siyaset ve satranç

Her alanda “yönetim” sözcüğü “idare” sözcüğünden farklı olmakla beraber, bu farklılık siyasette had safhadadır. İdare kısa dönemli kararlarla işi götürmeyi hatırlatırken, yönetim daha uzun dönemi akla getirir. Farklılığın çok önemli sebebi, devlet yönetiminin diğer organizmalara göre çok daha uzun ömürlü olması nedeniyle, farklı zamanlardaki politikalar arasında uyum sağlama gerekliliğidir. Giderek robotlaşan devrimizde artık salt zekâ da yetmemekte, bilgisayarlar karşısında matematik, psikoloji ve oyun teorisi kuralları ile birçok senaryolar üzerinde çalışılmakta ve birkaç senaryoyu hazır bekletip, duruma göre sahaya sürmekteler. Böylesi ileri bilim ve teknoloji döneminde artık şark kurnazlığı sadece gülünç kalmaktadır. Bu durum açık da, ben bugün niçin bunlarla haşır neşir oluyorum? Çünkü içine düştüğümüz durum içimi yakıyor. Bu duruma salt siyasetçi düşmedi, tüm halkımız, aydın yaftalılar ve öyle zannediyorum ki, bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları dahi maalesef meseleyi akıl gücü ile götürme gafletine düştü. Hangi mesele derseniz, ünlü Kürt açılımı ve Kuzey Irak referandumu karşısındaki durumumuz.

Doğal olarak hiçbir istihbarati bilgiye sahip değilim, olamam da. Bu durumda salt gözlemle içimi yakan durum, ülkemiz siyasetinin bu denli yalpalaması ve verdiği kararlar ve yaptığı beyanat ve icraatla her gün değişikliğe gitmek zorunda kalması ya da bırakılmasıdır. Örneğin, tüm işler olup bittikten sonra, sürecin akıbetini İsrail politikasına bağlayarak, bununla bir yere gidilmeyeceği ifadesi tam bir isabetsizliktir. İsrail’in vadedilmiş topraklarda yalnız olmadığı, amacının da belli olduğu ve arakasında (arkasında değil, yanında) kimin olduğu malum değil mi! Eğer bu durum zaten biliniyor da, ağaya karşı malum üslubu kullanmaktan imtina etmek adına şimdilik sessiz kalınacak idi ise, bu oyunun bir başlangıcı olduğu niçin düşülmeden, pervasızca hareket edildi?

Oyunun başlangıcı olarak Özal ve Bush döneminde Birleşmiş Milletler kararından önce, rica(!) karşılığında petrol boru hattının kesilmesi olayını sorgulamadan, gelelim bugüne.  Tartışmaya şu soru ile başlayalım. Kuzey Irak bölgesinde bir Kürt devleti kuruluyor ise, biz bundan niçin gocunuyoruz? Endişemiz bizde de Kürt vatandaşlar olduğu için mi acaba? Bu soruyu tamamlayabilecek ikinci soru ise, diyelim ki Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayan Kürt vatandaşlar Güney Kürdistan’a sempatik bakar, peki ülkemizin diğer bölgelerindeki, özellikle de Batı bölgelerindeki Kürt vatandaşların eğilimi acaba ne olur? Devlet başkanının kalkıp da kabinedeki Kürt milletvekillerini örnek göstermesi Kürt vatandaşlara bir şey ifade etmediği gibi, Türk milletvekilleri dahi birçok Türk vatandaşa, örneğin yoksula, işsize ya da genel siyasi muhalife bir şey ifade etmemektedir. Kısacası bir ülkede yaşayan insanların ülkesine ve siyasi yönetime, muhalif dahi olsa, asıl aidiyet duygusudur. Vatandaşların aidiyet duygusunun zayıfladığı, yer yer çöktüğü durumlarda resmi ulusal kimlik dokusu taban kaybeder ve bu durumdan ülke kaybeder. Çünkü toplumu dış güçlere karşı koruyan ordu bireyleri kadar, içte huzur ve sükûnun sağlanması da vatandaşların güçlü aidiyet duygusu taşıma kapasitesine bağlıdır. O nedenledir ki, ülke dirliği ve selameti vatandaş birliği ve güçlü aidiyet duygusuna dayanır.

Güney Kürdistan ifadesi uluslararası jargonda, maalesef, malum haritaya göre Kuzey Kürdistan olarak Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerini kapsamaktadır. O nedenledir ki, çok da haklı olarak Türkiye son referandumdan endişe duymaktadır. Fakat referandum yapıldı ve uluslararası düzlemde çok önceden yapılmış plan doğrultusunda da önemli bir adım atılmış oldu. Şimdi gelelim içeriye, acaba Kuzey Irakta çekiç operasyonundan beri Türkiye’de de bir şeyler planlanıyor mu idi? Özal dönemini yine irdelemeden gelelim bugünlere. Acaba nasıl oldu da AKP ilk dönemlerde Kürt vatandaşlardan gereğinden fazla oy aldı ve bir açılım türküsü dillendirdi, hatta bu senaryoyu Dolmabahçe’de yeni anayasa taleplerini de içeren ültimatom alırcasına sürdürmede bir beis görmedi. Süreç, yöre halkının çıkardığı ve Türkiye partisi yaptığı partinin ikinci muhalefet olarak parlamentoya girmesi düzeyine yükseldi. Bu partinin parlamentoda muhatabı AKP ve lideri idi. Tabii yanıt verilemezdi. Olaylar (çıkarıldı) ve seçime gidildi. Dağ ile kim, hangi arada derede işbirliği yaptı belli olmadan, bu zokayı yutan Batı’nın aklı evvel seçmenleri de partiye desteklerini devam ettirerek dağın ve AKP siyasetinin oyununu bozacağına, tam ters davrandı ve Türkiye’yi açmaza soktu. Fakat bu açmazın Türkiye’nin başına ne denli çorap olduğunu Güney Kürdistan’ın bizi korkutmasından anlıyoruz. İki seçim arası olayların, yöre valisinin gözleri önünde kazılan hendeklerin ve akabinde devletin ordusu ile duruma müdahalesinin nasıl bir senaryo olduğunu görebildik mi? Acaba bu önce müsaade sonra baskın politikası, birilerinin yöre halkının aidiyet duygusunun zayıflatılmasının sağlanması yolunun açılmasına hizmet edebileceği düşüncesiyle mi planlandı ve tezgâhlandı? Duruma böyle bakınca acaba dağ kimin ekmeğine yağ sürüyor ve senaryonun sahibi acaba hangi aracı ile hangi uygulamacıyı tetikliyor? İşte satranç burada devreye giriyor. Bir ülkenin tüm vatandaşları ya da bir bölümü hukuksuz politika ve uygulamalarla aidiyet duygusunu kaybederse, o vatanın ya da yörenin savunulması güçleşir. Vatanın her yöresi eşit ekonomik koşullar ve özgür yönetimlerle bir arada tutulabilir.

Kapitalizmin tetiklediği davranış bozukluklarının şişirdiği aşırı milliyetçilik, korumacılık ve ayırımcılık ülke vatandaşlarını birbirine düşürür ve ülkeyi yönetilemez hale sürükler. Her ülke askeri güçle işgal edilmez. Askeri güç maliyetlidir ve görünür olduğundan şiddetli karşılık görebilir. Aşırı milliyetçilik ya da aşırı ayırımcılık da bir ülkeyi parçalar ve dış güçlerce yönetilmesini kolaylaştırır. Bir ülke vatandaşları din, dil, ırk vb kimlik ve özelliklerle hiçbir şekilde ayırımcılığa tabi tutulmadan, dışlanmamalı ve ötelenmemelidir. Dışlama veya öteleme yapılmadığı siyasilerin ifadeleri ile kanıtlanamaz, çünkü siyasiler yapmadıklarını ifade ederler, yaptıklarını ise gizlerler. O nedenle siyasiler sık sık adalet, huzur ve ekonominin olumluluğundan söz ederler, ama işsizlikten, hukuksuzluktan ya da yargısız infazdan söz etmezler. Resmen kurulmuş ve halkından meşru oy almış partinin dışlanması o halkın aidiyet duygusunun silinmesi ve kaybedilmesi demektir. Dışlamak ve yasaklamak üzerine kurulan siyaset akıldan yoksundur, zorba olmaya mahkûmdur. Yöre aşireti ile tutunduğunu zanneden AKP, gelecekte aşireti alt edecek özgür halkı karşısında bulacaktır. Siyaset durumu idare etme değil, akılcı ve insancıl yönetim sanatıdır.

 

2127950cookie-checkSiyaset ve satranç

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.