Siyasette yüz değişikliği

Siyasetteki son çalkantılar ileriki dönemde önemli değişikliklerin habercisi gibi gözüküyor. CHP’nin başına Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmesi ve hemen tüm kadronun yeni kanlarla yenilenerek değiştirilmesi önemli vitrin değişikliğinin işaretidir. Önder Sav’ın yerini koruyor olması kafalarda bazı sorunlara yol açıyor olsa da, kadrodaki değişiklik bazı beklentielere neden olmaktadır. Önümüzdeki hafta sonunda da DSP Genel Kurul toplantısını yapacak. DSP’ni başındaki Sayın Masum Türker de önemli atılımlara yönelecek gibi gözükmektedir.

Siyasî kadro ve yüzlerdeki değişimler uygulanacak ekonomi politikalarında çok önemli değişimleri devreye sokmuyor ya da sokamıyor olabilir. Zira, son on yılda yapılmış olan özelleştirmeler ve uygulanmış olan devletin küçültülmesi ve ekonomik işlerin kurullar marifetiyle yürütülmek üzere siyaset sahasından uzaklaştırılması, iktidara gelecek kadroların manevra alanını ciddî olarak sınırlamaktadır. Öte yandan, küreselleşme yolunda epey mesafe kat edildikten sonra, içte ekonomi politikaların hareket alanı daralmış olmaktadır. İçteki burjuvazinin bu konudaki tavrı yanında, sermaye dışı kesimlerin, özellikle de emekçilerin konumu ve gücü de ortadadır. 26 Mayıs bir günlük genel grevi dahî yapamamış olan emekçi kadrolardan ateşli çıkışlara destek vermesi pek beklenemez. Ekonomik ve toplumsal alt-yapıda köklü değişim izleri görülmezken, dünya konjonktürü de ters yönde eserken yeni oluşumun iktisat politikalarından söz etmek değişmeyen alt-yapı üzerindeki siyasetin olanaksızlıkları üzerinde yorum yapmaktan öteye geçmez. Bu nedenle bu yazıda olası siyasal değişimlerin ekonomi politikaları hakkında yorum yapmak niyetinde değilim. Zaten henüz tam olarak programlarda ne tür “revizyonun” yapılacağı da belli olmuş değil. Bugünkü yazımda siyasî şahsiyetler ve siyasî söylemler üzerine birkaç noktaya değinmek istityorum.

Bir defa devlet adamlığı ile basit siyasetçi kavramları üzerinde durmak gerekmektedir. Ne acı bir tecellidir ki, Türkiye, özellikle son dönemde uyguladığı ekonomi politikası ve çevresindekilerin bazı faaliyetlerine göz yumma gafleti dışında, salt davranış nezaketi ve tavırları ile devlet adamı niteliğindeki son siyasetçiyi Ecevit ile yitirmiş ve ondan sonra da devlet adamlığı ile uzaktan yakından ilgisi olmayan “siyasetçi”(!)lerle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Adam kayırmadan tutalım da, siyasî söylemlerdeki nezaketsiz ifadelerin havada uçuştuğu bir dönemden geçmiş bulunuyoruz. Umalım ki, yeni siyasî çehreler, gürültüden kulakları tırmalanmış olan topluma huzurlu ve sükûnet içinde bir ortam sunarlar. Umalım ki, yeni dönemde karşıt siyasetçiyi daima aşağılama ve söylemlerini dikkate almama dönemi biter de, iktidara gelen her siyasetçi, enkaz edebiyetina bir son verir de, kendinden önceki kadroya, dil ucuyla da olsa, teşekkür etme nezaketinde bulunur. Toplumun giderek haşinleştiği ve sertleştiği bir ortamda siyasîlerin böylesi bir misyonunun olduğunu düşünüyorum.

Siyasetçi de bizler gibi birer varlık olduğundan, olağan görevleri arasında kendi çıkarlarını da düşünmelerini anlamak durumundayız. Ancak, özellikle sınırsız olanaklara kavuşan siyasilerin bu hırslarında bir sınırın olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Medyadan edinilen bilgilerle, siyasîlerin aile çevrelerinin davranış ve edinimleri, şeklen hangi yasa hükmüne uydurulmuş olursa olsun, siyasî etik açaısında onay almadığı gibi, toplumsal vicdanda da mahkûm edilmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu konuya fevkalade hassas yaklaşması çok olumlu ve dürüst siyasetçiye yakışan bir tavırdır. Sayın Masum Türker’in de bu konuda aynı hassasiyet ve dürüstlüğe sahip olduğu ortadadır. Bu meziyetler fevkalade önemlidir. İngiltere’nin ünlü haftalık The Economist dergisinin Sayın Kılıçdaroğlu’nun en büyük avantajının mazisinin temiz olduğunu yazmış olması, tersinden okunursa, diğer siyasîler açısından yüz kızartıcı bir ifade olarak yorumlanabilir. Zira, bir siyasînin mazisinin temiz olması gibi, aslında herkeste olması gereken olağan bir olgunun bir meziyetmiş gibi ifade edilmesini siyasîlerin çok iyi okuması ve davranışlarını ona göre ayarlaması gerekmektedir.

Halka yalan söylemeyen, dini siyasete alet etmeyen, partiye çiftlik yönetir gibi despotça hakim olmayıp parti içi demokrasinin işletilmesini sağlayan bir politikacı uzun yıllar özlemini çektiğimiz bir tiptir. Umuyorum, yeni dönemde çağdaş, içeride ve dışarıda Türkiye’nin gururunu rencide etmeyecek, kişisel ve ailesel tutumuyla Türkiye’yi dünyaya yanlış tanıtmayacak, Türkiye’yi eyalet valisi gibi yönetmeyecek yeni yüzler ve kadrolar siyaset alanımıza hakim olarak, içine düştüğümüz kâbustan bizleri kurtaracaktır.

Başbakan, Sayın Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçtikten sonra, basını ikiye ayırarak, “candaş ve yoldaş” medya tanımlaması yaptı. Bu ifadede iki aldatmaca var. AKP yanlısı medya “candaş” değil, “yandaş” medyadır, Sayın Kılıçdaroğlunu lanse eden medya ise”yoldaş” medya değildir, keşke öyle olsa! Başbakan’ın niçin “yandaş” yerine, bir harfi değiştirerek “candaş” dediğini ve niçin kasıtlı olarak “yoldaş” ifadesini kullandığını çok iyi irdelememiz gerekmektedir. Bunlar basit yanlışlar olarak görülemez. Bu tür basit saptırmalar bir başbakana yakışmamaktadır!

Dünya emperyalizminin ve ABD’nin oyununda sistematik olarak bir hedef güdülmekte olduğu görülmektedir. Şöyle ki; hangi grup ABD politikasına ters politika önlemi geliştirmişse, o önlemin aynı grup atarfından geri çektirilmesi hedeflenmektedir. Kıbrıs konusunda bu proje, Ecevit’in son rahatsızlığı ve vefatı ile akamete uğradı. Bu düşüncenin ışığı altında kafamı çelen soru şudur: Yeni yüzü ve kadrosuyla CHP, birinci Cumhuriyet projesininin koruyucusu mu, yoksa dönüştürülmesinin aleti mi olacaktır!

1595410cookie-checkSiyasette yüz değişikliği

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.