Son nefese doğru yolculuk!

Ortaçağ’da Avrupa’da ‘Cadı Avı’ adı altında masum ama toplum içinde öne çıkan kadınları yok etmek amacı ile uydurulmuş bir ölüm oyunu vardır. Cadı avında kadının hiç kurtulma şansı yoktur, çünkü kadın ateşin içine atılır ve ateşten sağ kurtulursa cadıdır ve öldürülmesi gereken şeytandır. Eğer ateşin içinden çıkamazsa masumdur, Allah günahlarını affetsin diye papazlar arkalarından dua eder. Bugün Avrupa mezarları içinde kaç kadının yanmış cesedinin külleri vardır bilinmez, çünkü bu av; Avrupa içinde gelişmesi muhtemel tüm kadın hareketlerinin zamanından önce çıkmış halini yok etmiştir. İlerici, var olan toplumsal değerlere karşı baş kaldırmış, hatta bilmeden var olan değerleri sorgulamış tüm kadınları cadı ilen edilerek yok edilmişlerdir.

Bu cadı avının yaratmış olduğu kültür ne yazık ki bugün dahi varlığını korumakta ve gerek görüldüğünde erkek kadın ayrımı yapılmadan tüm insanlar üzerinde uygulanmaktadır. çünkü cadı avında savunma hakkı yoktur, verilmiş olan karara uyulması zorunludur, kısaca son nefesi hangi koşul altında olursa olsun vermek ile yükümlüdür, av için hedef olan kişi.

Cadı avı için öncelikle koşullar oluşturulur ve hazırlanır. Hedefteki kişi üzerine bazı suçlar atılabilmesi için ortam hazırlanır, moda değim ile kumpas kurulur ve o kumpasın masum hedefinde ki kişi artık bilmeden oluşturulan girdabın içine sokulur. O girdap içinde olan kişi, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, ne kadar haklı olduğunu haykırırsa haykırsın artık oluşturulan atmosfer içinde bir süre sonra ‘suçlu’ olduğunu kendisi bile kabul edip, kaderine razı olur. Cadı avı öyle bir şeydir ki, ‘kurban’ kendisini gerçekten kurban olarak gördüğü an başarıya ulaşmıştır, son nefes kaçınılmazdır.

Yakın tarihimiz içinde cadı avına benzer bir çok operasyon sol üzerine, sol içinde bireylere yönelik olarak hem devlet hem de örgütler eli ile uygulanmıştır. Hem savaşan, hem de savaştığı gücün tüm kültürünü üzerinde taşıyan yapıların içi yapısı içinde cadı avı kaçınılmazdır, çünkü iktidar (erk sahibi) olan gücünü ancak cadı avı ile kendisini korumakta ve yönetmek ile yükümlü olduğu kendi toplum önünde gücünü göstermek için bir fırsattır. Cadı avı aynı zamanda erkin gücünü gösterdiği ve kanıtladığı bir seremonidir.

En son yapılması gereken eylemler, kültürümüzde en önce yapılan eylemler olması bir tesadüfi değildir, çünkü en son yapılması gereken eylem insanın kendisini (vücudunu) silah olarak kullanması ve son nefese giden yolculukta ‘ölüm’ bir mücadele aracı olur. Artık kendisi yok olurken, arkasında gelenlerin yaşaması için son çığlıktır. “Artık yeter!” demenin, başka çıkış kapısı olmayanların son mücadele yöntemidir. Ölüm oruçlarında son nefesini veren her birey onurumuzdur, çünkü onların çığlığı insan hakları konusunda ileri bir adımı, zulüm karşısında direnişi gösterir. Çünkü hiç bir ölüm orucu boşuna değildir, var olan tüm zulme karşı isyandır.

İsyan aynı zamanda bir cadı avının parçası olabilir, çünkü son nefese giden yolda bazı kurumsal yapılar, bireyi test etme aracı olarak, var olan baskıları ‘protesto’ etmek amaçlı olan eylemlerde, seçme hakkını elinden alarak bireye ‘zorunlu’ görev vererek de olabilir. Yetişmiş olan tüm üyelerin bir çırpıda ateşin içine atıp, onların son çığlıkları üzerinden politika yapmak her ne kadar kabul edilemez gibi gözükmüş olsa da, insanlık tarihi içinde hiç de azımsanamayacak kadar çok görülen bir yöntem olarak durmaktadır. İçimize sızmış olan ajanları temizledik, içimizdeki düşmana karşı taviz vermedik, onların iftiraları sonucu birçok arkadaşımız acı gördü, öldü diyerek yapılan tüm suçlamalar bir cadı avının parçası olabilir.

Son yıllar içinde İslam adına bir çok insan kendi bedenini bombaya dönüştürüp bir yerlerde patlatması tesadüfi değildir, savaştan kazanç sağlayanların yaratmış olduğu ortamın bir sonucudur. Bu sayede batıda geliştiren islamofobi’nin beslenme kaynağı olarak ortada durmaktadır. Her patlayan canlı bomba batıda korku olarak yansıtılmakta ve savaşılması gereken ve içlerinde var olanların dışlanması için gerekli olan bir yeni düşman yaratılır ve o bomba olan insanların düşünce yapısında olanların artık ‘hedef’ olması kaçınılmazdır. Yaratılan ortamda; kendi toplumu için, emek ücretinin düşürülmesi,sendikal mücadelenin rafa kaldırılması, bir silah üretmek, satmak, kullanmak ve de işgal etmek için meşru bir zemin yaratılır ve o zemin üzerinden savaşlar, işgaller yapılır. Savaş kapitalist sistemin nefes alması için gerekli olan bir çıkış kapısıdır. Sistem ne zaman krize girse, savaş ile krizin çıkış kapısı aralanır. Düşmanlık, ötekileştirme, cadı bu kriz çıkışında önemli birer neden sonuç ilişkisi olabilmektedir.

Kızıldere, son nefesi verenlerin son noktasıdır. O son nokta tesadüfi değildir. Uzun, sabırlı ve sistemli olarak uygulanan bir politikanın sonucudur. O yol sistemin koruyucuları ve politikasını belirleyici olanlar tarafından batıdan bize ithal edilmiş cadı avının modern versiyonudur. 68 kuşağının devrimci liderlerini cadı olarak ilan edilmesi ve onların eylem yapacak ortamlarının hazırlanması ince ince işlenmiş bir politikanın sonucudur. 12 Mart sürecine giden yol ve o 12 Mart’ın sonucunda oluşturulan cadı avı ve devrimcilerin birer cadı gibi ateşin içine atılıp, sonra onların son nefeslerini izleyen süreç; planlı, sistemli uygulanan bir politikanın sonucudur. Kızıldere bir sonuçtur.

Kızıldere’ye giden süreç; gençliğin işçi sınıfı ile iletişime geçmesi, grevlerde yer alması ile başlar. Amerikan askerlerinin denize dökülmesi bile kuşağın kültürü olarak algılanırken, işçi sınıfının grevlerinde gençlik, işçi el ele olması ve köylerde toprak reformunun savunulması ve nerede bir felaket olsa gençliğin orada olması sistem için tehlike ‘çanların’ çalması anlamına gelmektedir ve bu çanların sesi Kızıldere için oynanan bir oyunun (kumpasın) parçasıdır. Çünkü insanların önüne öyle olanaklar yaratılır ki, insan ister istemez bu olanakların yaratılmış olan ortamda verilen rolü başarı kazanmışcasına ve zafer edası ile katılır.

Her operasyon öncesi hedef olarak görülenlere rahat hareket etmeleri için ortam hazırlanır ve o ortamda yapılan her türlü hareket hoşgörü ile karşılanıyormuş gibi yapılır ve vakti geldiğinde operasyon yapılır. Birilerinin son nefesi için ateş yakılır ve ateşin içine hedeftekilerin önemli bölümü ateşin içine sürüklenir.

Mahir Çayan ver arkadaşları için yaratılan ortam ve yaratılan ortam içinde kimlerin hangi rolü oynadığı bugün tarihe karşılaştırmalı olarak bakma imkanımız var. Çünkü o dönemde yaratılan hava gazetelere yansımıştır. Büyük puntolar ile halka sunulan haberlerin dilleri ve gidilen süreç çıplak olarak verilmiştir.

Mahir Çayan ve arkadaşları cezaevlerinden kaçmaları, Karadeniz sahiline kadar ulaşmaları ve Kızıldere’de hiç bir güvenlik önlemi olmadan bir evde sıkıştırılmaları tesadüfi değildir. Çünkü lojistiği iyi kullanan o dönemde kontrgerilladır. Kontrgerilla eğitimi yıllar süren, sistemli, düzenli bir sürecin parçasıdır. Kontrgerilla eğitiminde verilen derslerin uygulamalı olarak gösterildiği bir operasyondur. Mahir Çayan ver arkadaşlarına başka bir çıkış kapısı bırakmayan bir süreçtir. Mahir Çayan ve arkadaşları aptal değildir, çok akıllı oldukları ve yaşadıkları süreci bilince çıkardıkları geride bıraktıkları yazılardan ortaya çıkmaktadır.

Deniz Gezmiş’lerin idam edileceğini bilerek yola çıkmışlardır. Bu konuda daha sonra ki yıllarda yayınlanan anılardan biliyoruz. Yurt dışına kaçma ve orada yeniden oluşacak ortam için fırsat kollamayı kabul etmemişlerdir, çünkü onlar kendilerini kavgaya çağıranların kavgasını kabul etmiş, yenileceklerini bile bile bu kavgada hedef olmuşlardır. Hiçbir hazırlığı olmayan, gerçek anlamda örgüt olamayan bireylerin yaratılmış atmosfer içinde kendilerini güçlü görmeleri, Filistin kamplarında askeri eğitim almış olmaları bir suni olarak pompalanan kahramanlık ve destanlık atmosferinin parçasıdır.

Türkiye iç dinamikleri ile değişen bir ülke değildir. Her türlü değişim dış müdahale sonucunda içte oluşturulan atmosferin ortaya çıkardığı sonuçlar ile kendi tarihini çizmiş ve o tarih içinde kendi halkına bir çok zulüm yapmış ülkedir. Kendi insanına acımasızdır. İşkenceler ile oluşturulmuş suçlamalar ile bireyler ateşin içine atılmış, ateşten çıkarlarsa cadı, çıkmaz ise dua edilmesi gereken “kader kurbanı” olmuşlardır.

Ülkemiz için biçilen rolü yerine getirilsin diye liderler yaratılmış, o liderlere kendi sonlarını hazırlayacak ortamlar bir senaryo eşliğinde sunulmuştur.

Sol ve devrimci dalga binlerce yıldır muhalif kalmasına göz yumulan azınlıklar içinde oluşması için ortam hazırlanmıştır. Alevi, Karadeniz’in kadim haklarından ve Kürtlerden devrimci çıkması ve solun o taban içinde hayat bulması siyasi bir tercih sorunudur. Ülke kurulurken, ulus devleti fikriyatı Osmanlı döneminde kabul edilirken kadim halklar içinde, devletin kademesinde rol almamış kültürler içinde taban bulması ama yöneticilerin hakim olan kültürden gelmesi tesadüfi değildir. Kontrollü bir muhalif hareket ve kısa süreli iktidar olmalarına izin verilmiş, iktidar gücünün yaratmış olduğu kültür ile barışmalarına ve onları benimsemelerine izin verilmemiştir.

Kızıldere, saf, temiz ve halkların tam bağımsız ve özgür olmalarını isteyen önderlerin yok edildiği bir sürecin sonucudur.

Cadı avı için yaratılan ortamın sonucudur.

Devrimciler son nefeslerini verirken dahi haklı olduklarını ilan ettiler. onların cesareti, bilerek çıktıkları yolları bizlere bir şeyler anlatıyor. O anlatılan şeyleri iyi algılayabilirsek, son yapılması gereken eylemleri öne almadan, bilinç ile kendi irademizi koyabilirsek, lojistik, hedefe giden yolları kendi gücümüz ile ağı örebilirsek o zaman Kızıldere bir şeyler anlatmış olur.

Kızıldere’de atılan her çığlık, her söz bizlere bir şeyler fısıldıyor, destanlaştırmadan, duygusal tepki vermeden, gerçekten anlamak için gayret edersek, ülkemiz tarihinde gerçekten bir ‘iç dinamik’ olarak bizlerin gücü ile çok şey değişebilir, özgürlük adına bir şeyler yapılabilinir. özgürlüğün yolu; cadı avında cadı olmadan, o girdaptan çıkmaktan geçiyor.

1590650cookie-checkSon nefese doğru yolculuk!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.