YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Dr. Erol Kesici’den Dünya Çevre Günü değerlendirmesi: ‘Sorunlu olan çevre değil, insan!’
Korona virüs salgını insanoğlunun dünyayı ne kadar kötü kullandığını bir kez daha gözler önüne serdi. Milyonlarca insanın evlerine kapandığı yaklaşık 3 aylık süreçte Türkiye’nin doğası da nefes aldı. Uzun yıllardan sonra hava kirliliğinin görünür şekilde azalmasıyla ilk kez İstanbul’dan Uludağ’ın görüntülenmesi, doğa üzerindeki insan baskısının hangi boyutlara ulaştığının en çarpıcı göstergelerinden biriydi. Kentlerin sokaklarına inen yaban hayvanları pek çoğumuzu şaşırtsa da aslında asıl şaşırmamız gerekenin, kentlerin yaban hayvanlarının yaşam alanına müdahale etmesi olduğu gerçeğini bir kez daha anımsadık. İnsanın evi olan yeryüzüyle kurduğumuz ilişkinin son 50 yılda bütün zamanlardan daha büyük baskı oluşturacak bir sürece girmesi, üzerinde herkesin bir talebinin olduğu yerkürenin isyan etmesine neden oldu. Uzun yıllardır Türkiye’nin çevre sorunlarına karşı yetkilileri ve kamuoyunu uyarıcı açıklamalarıyla tanınan Dr. Erol Kesici, sorunlu olanın çevre değil, insan olduğunu savunuyor.
Savaşlar, nükleer yarış ve ardından teknolojinin tüm olanaklarını sonuna kadar kendi zevki için kullanmaktan geri durmayan insanın baskısı yerküreyi adeta hasta etti. Küresel iklim krizi ve içinden geçtiğimiz korona virüsü salgını gibi hastalıkların yeryüzünün hastalığının dışa vurumu olduğunda uzmanlar hemfikir. Peki, bu kötü gidişi durdurmanın bir yolu yok mu?
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ TÜRKİYE İÇİN YAS GÜNÜ HALİNE DÖNÜŞTÜ
Bundan tam 48 yıl önce insanın doğa üzerindeki ağır baskısının ayak seslerini gören uzmanlar, 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde gerçekleşen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında 5 Haziran’ın ‘Dünya Çevre Günü’ olarak kabul edilmesini sağladılar. O günden bu yana çevre üzerindeki insan baskısı ve doğal yok oluşları azaltabilmek ve bu yönde farkındalık oluşturmak için her 5 Haziran’da Dünya Çevre Günü etkinlikleri düzenleniyor. Ancak son yıllarda çevre üzerinde artan baskılar, Türkiye’de çevre günlerini bir kutlama ya da anma olmaktan çıkarıp bir yas günü haline getirdi.
ÇED YÖNETMELİĞİNDE 27 YILDA 20’DEN FAZLA DEĞŞİKLİK YAPILDI
Doğal varlıkları birer ekonomik sermaye birikimi aracı olarak gören politikaların sonucu başlayan saldırılar, Anadolu coğrafyasını da tarihinin en büyük çevre sorunlarıyla baş başa bıraktı. Enerji-petrol, madencilik, otoyol, sanayi ve turizm gibi yatırımların çevre üzerindeki baskısını azaltmayı ve denetim altına almayı amaçlayan ve kısaca ÇED adı verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, 1993 yılında çıkarıldı. Ancak bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü’nün yetki ve sorumluluğunda olan ÇED Yönetmeliği 1993’ten bu yana yaklaşık 20 kez değiştirildi ve adeta bugün yatırımların önünü açan bir işleve büründürüldü.
YAKLAŞIK 70 BİN PROJEDEN SADECE 54 TANESİNE OLUMSUZ GÖRÜŞ
ÇED Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistikleri de bu durumu doğrulamaya yetiyor. Buna göre 1993 yılından 2020 yılına kadar kurumun denetimine sunulan ve çevre üzerindeki etkisinin denetlenmesi gereken toplam 69 bin 970 yatırımdan sadece 54 tanesine ‘olumsuz’ görüş verilirken, 63 bin 112 projeye ‘ÇED Gerekli Değildir’, 5728 projeye ‘ÇED Olumlu’, 1076 projeye ise ‘ÇED Gereklidir’ kararı verildi. Çevre üzerindeki baskıyı denetlemesi ve azaltması gereken bir bakanlığın resmi istatistiklerinde yer alan bu veriler bile Türkiye’nin doğal çevresinin nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
KAMU SPOTLARIYLA SORUMLULUK KAMUOYUNA YÜKLENİYOR
Göller, sulak alanlar, dereler, koylar, kıyılar yağmalanırken, tarım alanları birer birer imara açılıyor. İlgili bakanlıklar milyonlar harcayıp kamu spotları hazırlatarak kamuoyundan çevreyi, toprağı ve suyu korumasını isterken kendi imzaladıkları kararlarla coğrafyanın kaderini belirliyorlar. Hem çevre ve Şehircilik Bakanlığı hem de Tarım ve Orman Bakanlığı uyguladıkları politikalarla hazırladıkları kamu spotlarında kamuoyundan beklenen sorumlulukları yerine getirmiyorlar.
DR. EROL KESİCİ: ‘SORUN ÇEVREDE DEĞİL, İNSANDA’
Son yıllarda Türkiye’nin çevre sorunlarına karşı duyarlılık gösteren ve çözüm üretmek için çırpınan isimlerden biri olan Dr. Erol Kesici, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla yaptığı değerlendirmede, içinde yaşadığımız acı tabloyu “çevre sorunu” olarak görmenin yanlış olduğunu savunarak, “İnsanın çevre sorunu yok, çevrenin insan sorunu var. Sorunlu olan çevre değil, insan” diye özetliyor.
‘SORUN DOĞAYI BİTİP TÜKENMEZ BİR KAYNAK GÖRMEKTEN KAYNAKLI’
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) ve DOSDER’in bilim danışmanı görevlerini de yürüten Dr. Erol Kesici, uzun yıllardır Türkiye’nin iç suları ve gölleri üzerinde bilimsel araştırmalar yürütüyor. Birçok gölün yanlış politikalar uğruna yok olmasına seyirci kalınması karşısında bir bilim insanı sorumluluğu ile uyarı ve görüşlerini sıklıkla yetkililer ve kamuoyu ile de paylaşan Kesici’ye göre çevreyle ilgili sorunlar kimi insanların bitip tükenmek bilmeyen ve doğayı bitmeyecek bir kaynak olarak gören anlayıştan kaynaklanıyor.
TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ ÇEVRE SORUNU SU KİRLİLİĞİ
BM verilerine göre 20. Yüzyıldan bu yana dünyadaki orman ve sulak arazilerin 3’te ikisinin yok edildiğine işaret eden Dr. Erol Kesici, “Ülkemizde de durum aynı. Nereye neyin yapılacağı bilimsel olarak araştırılmadan ve doğru planlanmadan yapılan HES’lerin yanı sıra tarımda hala vahşi sulamanın sürmesi, ayrıca birer atık deposuna dönüştürülen su kaynaklarımızdaki kirlilik ve kayıplar ülkemizi su kısıtı çeken ülkeler arasına sokmuştur. Eğer bilimsel önlemler alınıp hızla hayata geçirilmezse yakın zaman içinde su fakiri ülkeler arasında olacağımız belirtiliyor. Oysa yaşanacak temiz ve sağlıklı bir çevre için temiz su olmazsa olmazların başında gelir. Bu nedenle suyunuz temiz ve sağlıklı ise yaşamınız da temiz ve sağlıklı olur” görüşünü dile getirdi.
‘MADDİ KAYNAK YOK’ GEREKÇESİYLE ATIK SULAR ARITILMIYOR
Türkiye’nin kirletilen su kayaklarının temizlenmediğini, bunun da ilgili bakanlıklarca maddi yetersizliklere bağlandığını dile getiren Kesici, maddi kaynak yetersizliği gerekçesiyle arıtma tesislerinin kurulmamasını eleştirdi. Türk Tabipler Birliği (TTB) açıklamasına göre atık suların yüzde 80’inin arıtılmadan doğaya bırakıldığının kaydedildiğine dikkati çeken Kesici, bunun çevre ve insan sağlığı ile gıda güvenliği açısından büyük bir kirlilik tehdidi olduğunu söylüyor.
‘SU VE TOPRAK İNSAN VE CANLILARIN ORTAK VARLIĞIDIR’
Günümüzde kuraklığın da ciddi bir sorun olduğunu vurgulayan Dr. Erol Kesici, insanlığın çevreye yönelik bakışını değiştirmesi gerektiğini savunuyor. Kesici’ye göre sorun çevrede değil, insanda. Kesici, bu konudaki düşüncelerini ise şöyle özetliyor: “Çünkü çevrede sorun yaratan odur ve onun doğaya uygun olmayan zarar veren aktiviteleri nedeniyle çevre sorunlu, yaşanamaz hale gelmiştir. Çevrenin tüm canlıların olmazsa olmaz yaşam alanları olduğunu bilerek, çevreyi tüketerek doğadan para kazanma düşüncesinden vazgeçilmeli. Çevreyi tükettikçe, doğal kaynakların azalması; hastalık, kıtlık ve yaşam kayıplarına neden olmaktadır. Geriye dönüş için harcanan para ve emek daha fazla olmaktadır. Doğaya doğal olana ‘doğru bakmak’ gerekir. İnsan her ne kadar çevrenin merkezinde ise de doğa insana değil, insanlar doğaya muhtaçtır. Hava, su ve toprak insanlığın ve canlıların ortak varlığıdır. Kişi istediği gibi kullanmamalı. Duyarsız kalınan çevre, sonumuzu hazırlar. Elbette doğadan ekonomik olarak da yararlanacağız ama yapılan tüm tasarımlar mutlaka doğanın oluşumuna- akışına- çevrimine ya zarar vermeyecek yaşayama uygun olmalı. Doğaya yapılan yanlış müdahaleler bize ve canlıların yaşamına yapılan yanlış müdahale demektir. Doğa dostu olmayan ekonomik yaptırımların izi ve adımı ekolojik izden çok ama çok daha az olmalıdır ki, doğa gelecek nesillere de kalabilsin.”
‘ÇEVRE AHLAKI SÖYLEMDE KALMAMALI’
Konuyla ilgili değerlendirmesinde, ‘çevre ahlakı’ kavramına da değinen Kesici, insanın kendi dışındaki dünya ile nasıl bir ilişki kurması gerektiğini ortay koyan kavramın sadece felsefi anlamda ve sadece söylemde kalmaması gerektiğini, somut uygulama ve çözümlere de yansımasının gerekliliğine vurgu yaparak, “Yoksa doğaya egemen olan insan doğadaki canlı yaşamını ve düzenini tehlikeye atacaktır. Doğanın düzenini bozmazsan, sürekli ve daha çok ürün elde edersin” diye konuştu.