Şu insanın doğruları bir gariptir… İnsan haksızlık yapsa da savunma mekanizması onun doğru yaptığını fısıldar, binbir dereden ipe sapa gelmez ‘haklı’ gerekçeler bulur çıkarır… Doğru, yani objektif doğruya yaklaşmak için vicdan ve kendini karşısındakinin yerine koyma “empati” gerekir…
Anadolu’da bir kasabada hakim sanık sandalyesindekine “O adamı niye öldürdün” diye sormuş. İki eli önündeki zanlı “Tavuğu tarlama girdi hakim bey. Rahmetliyi kaç kez uyarmıştım” demiş… O adamcağızın da doğrusu o… Vicdan ve empatiye eğitimi, çağdaş uygarlığı da eklemek gerekir… Cehalet ve cahillik doğruları yanlışlarla karıştırdıkca sorunlar da kördüğüme dönüşür…
Çoğumuzun yaşamında bu tür düğümler vardır… Makro açıdan bakılınca Türkiye’nin sorunları da biraz böyledir… Kürt ve Alevilerin haklı talepleri, Kıbrıs Sorunu aslında hiç de çözülmeyecek nitelikte değildir. Bu konuda üniversitelerde bilimsel olarak düğüm çözen kürsülerin, tanınmış düşünce kuruluşlarının da olduğunu hatırlatalım… Deprasyonda birisinin psikiyatr’a gitmeyi kabul edip çözüm isteği göstermesi gibi uluslararası ilişkilerde de samimi siyasi irade gerekir…
***
Hükümetteki AKP, İmralı ile direk olmasa da MİT aracılığıyla görüşmelerle Kürt sorununu çözmeye soyundu. Sorunu çözmek için, kim elini taşın altına koyarsa desteklemek gerekir tabii… Türkiye ve İngiltere’deki ulusal basındaki yorumlara göz atılırsa AKP’nin bu atılımı lideri Tayyip Erdoğan’ın siyasi hırsı başkanlıkla da ilintili.
Ben AKP’nin bu sorunu çözebileceğine inanmayanlardanım. Erdoğan’ın siyasi hırsı için değil, AKP’nin “sınıfsal konumu ve vizyonu gereği” yani kendi doğrularıyla gerçekci bir çözüm üretebileceğini sanmam. Ayrıca “göz kırptı” diye devlete öyle hemen güvenenlerden de değilim. Çözümün karşısında Bizans mirasına oturmuş, eski imparatorluk geleneğini genlerinde sürdüren bir devlet var… Dağdaki eşyayı genel afla ovaya indirip asan, isyancı Arnavut beylerini konuşmaya çağırıp sofradaki zehirli baklavalarla öldüren bir Osmanlı geleneğinden söz ediyoruz… Üstelik bütün bunların “kendi doğrusu” yani devletin bekası için yapıldığını düşünürsek, “destur” çekmek gerekir…
***
Bugünlerde Bejan Matur’un “Dağın ardına bakmak” başlıklı kitabını okuyorum. Matur, empati yaparak Kandil’de bulunmuş Kürtlerin öykülerini ve onların geldikleri noktadaki bakış açılarını aktarmış. Kitabı çok samimi ve akıcı buldum. Kitapta yer alanların öyküleri içimi sızlattı. Böyle bir dönemde gerçek doğruya yaklaşmak, empati yapabilmek için mutlaka okunmalı derim.
Sanırım 5 yıl öncesiydi. Akşam Londra Temsilcisi olarak dağda yakınlarını yitirmiş Londra’daki sürgün Kürt ailelerle röportajlar yapmıştım… Acılı ailelerin hayata bakışı ve olgunlukları beni gerçekten duygulandırmıştı. Akşam bu yazı dizisini kullanmaktan çekindi… Kullansalardı keşke, yüreğe düşen ateşteki sorumluluklarını da öğrenirlerdi. En azından evlatlarını dağda yitiren anaların askerlere de ağladıklarını bilirlerdi…
***
Kürt sorununu bu güne taşıyan Türkler değil devlettir, soruna göz yuman ve süregitmesine çanak tutan onun kurumlarıdır, otosansür uygulayan basınıdır, Kürtleri Türk boyu göstermeye çalışan faşist partileridir… İşin garip yanı Türkiye’de halk, Kürtlerin taleplerindeki haklılığını tanımakta devletin ve kurumlarının önündedir…
“Şimdi, kaş yapayım derken göz çıkarmadan velakin sapla samanı, devletle halkı karıştırmadan sürece katılıp; ‘gerçek doğruyu’, ‘AKP’nin doğrusu’na baskın kılmalı” derim…