Bu haftasonu beni çok etkileyen bir film izleme imkanı buldum; Hotel Rwanda. Önümüzdeki günlerde İstanbul Sinema Festivali kapsamında gösterilecek olan bu filmde Nick Nolte, Jean Reno gibi tanınmış artistler yardımcı roller üstlenmişler. Yönetmenliğini Terry George’un yaptığı film, Sabena havayollarına ait Milles Collins Oteli’nin müdürü olan Paul Rusesabagina’nın (Don Cheadle) ülkesinde yaşanan kitle katliamlarından kaçan 1200’den fazla insanı otelinde barındırak yaşamını kurtarmasını anlatıyor.
Hotel Rwanda baştan aşağı insanı sarsan görüntülerle dolu, çarpıcı bir film. Aslında burada aktarılanlar yüzyılımızın gerçekliklerinden sadece bir tanesi. Bundan yaklaşık 11 yıl önce Ruanda toprakları gerçekten kanla yıkanmış, ayaklanan Hutu’lar Tutsi’lere yönelik bir katliam başlatmış ve ülkede düzen sağlanana dek yaklaşık bir milyon insan yaşamını yitirmişti. Ancak her zaman olduğu gibi Ruanda’da yaşananlar çoktan hepimizin hafızalarından silinmiş bulunuyor. Oysa her dakika dünyanın başka bir yerinde, Ruanda benzeri başka katliamlar tezgahlanıyor, masum insanlar katlediliyor.
Bu denli unutkan olmasak aslında….
Geçtiğimiz günlerde ülkemizde Mersin’de iki çocuğun Türk bayrağını yerde sürüklemesiyle ateşlenen bir olaylar zinciri başlatıldı. İki çocuğun- ki aslında burada çocuk kelimesinin altının defalarca çizilmesi gerekiyor- bu hareketi, bir anda toplumsal bir infial yaratılmasına malzeme edilmeye başlandı.
Sağduyunun devredışı bırakıldığı bu ortamda, başta medya olmak üzere bir çok kesim bu ateşi körüklemekten geri durmadı. Hatta Mersin’de ki bu olaya tepki olarak bir kilometrelik bayrak yaptırtıklarını belirten İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da, bence talihsiz bir biçimde olaya dahil olmuş oldu. Evet, bir ülkenin bayrağı en önemli sembolerinden biridir ve çok değerlidir, ancak çağımızda dünyanın dört bir yanında gerçekleşen siyasal eylemlerden, protesto gösterilerinden hemen hemen her ülkenin bayrağı nasibini almaktadır. İnsanlar tepkilerini dile getirmenin en kolay ifade biçimini bayrağa yönelerek bulmaktadır. Her halde bu dünyada en çok saldırılan, yakılan ülke bayraklarının başında ABD ve İsrail bayraklarının geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Demokratik ülkelerde siyasal ifade özgürlüğü bir haktır ve kısıtlanamaz. İnsanlar siyasal görüş ve tepkilerini istedikleri biçimde dile getirirler. Yerel yönetimler, ticari organizasyonlar, medya, emniyet güçleri ve ordu mensupları bu tür olaylarda taraf olamaz ve olmazlar. Çünkü bilirler ki olayları tırmandıracak hareketler ancak demokrasiye zarar verir. Ancak Ruanda, Türkiye gibi demokrasi deneyimi az olan ülkelerde ne yazık ki durum biraz farklıdır. Buralarda hep “bazı eller düğmeye basmaya hazırdır” ve düğmeye bir kez basıldımı da cahil kitleler bir anda kötü sahnelenmiş bir müsamerenin oyuncuları olarak sahneye fırlarlar.
Bu yüzden içimizdeki Hutu’lar bizim Tutsi’lerimizi katletmeye başlamadan önce hepimiz bir düşünsek ve hatırlasak, bence Türkiye için çok daha iyi olacaktır.