Suriye’de Kürtlerin özerklik projesi neden ‘sırat köprüsünde’ görülüyor?

Suriye’deki isyan dalgasında, yılların örgütlülüğü sayesinde, 19 Temmuz 2012’de Kobani’den başlayarak Kürt bölgelerinde kontrolü ele alan Öcalan çizgisindeki hareket, “Kürtlerin Zamanı” denilecek bir sürecin aktörü olarak gündemini koruyor.

Kürt bölgelerinden tüm Fırat’ın doğusuna genişleyen fiili özerk bir yapılanma devam ediyor. Kürtler bu noktaya kâh fırsatları değerlendirip iktidar boşluğunu doldurarak, kâh ittifaklar kurup farklı etnik ve dini kesimleri içine alarak, kâh tehditlere karşı koyup savaşarak geldi.

Bu sürecin organizatör gücü, Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) de kapsayan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) idi. Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) bu hareketin silahlı kanadı olarak örgütlendi.

İzledikleri “Üçüncü Yol Stratejisi”, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şapkasıyla ortaya çıkan silahlı örgütlerle birlikte Suriye devletine karşı savaşmayı dışladı.

Savaş değil savunma konseptiyle Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler, Türkmenler, Çeçenler ve Çerkesleri belli düzeyde ‘demokratik özerklik’ projesine ortak etti.

Tercihleri Suriye devletinden yana olanlar, Suriye Ulusal Koalisyonu’na katılanlar ya da diğer muhalif güçleri destekleyenler TEV-DEM kadrolarıyla yol arkadaşlığını reddetti.

Kamışlı gibi yerlerde yerleşik olup Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında toplanan Kürt partiler de ret cephesinde yer aldı.

Ekim 2014’ten itibaren Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile savaş, PKK’nin uzantısı olarak görülen YPG’yi ABD’nin de ortağı yaptı.

NATO tarihinin en derin çelişkilerinden biri bu şekilde başladı ve Türk-Amerikan ilişkilerinde kırılma yarattı.

Ocak 2014’te Kobani, Afrin ve Cezire’de üç kanton olarak ilan edilen özerk yapılanma, IŞİD’in Tel Ebyad’dan çıkartılmasıyla Dicle’nin kıyısındaki Derik ile Fırat’ın kıyısındaki Kobani arasındaki coğrafi bütünlüğü tamamen sağlamış oldu.

Kürtlerin sıradaki hamlesi Afrin ile Kobani arasında bir koridor açmaktı. Bu plan, “Terör koridoru kuruluyor” diyen Türkiye’nin Fırat Kalkanı hamlesiyle kesildi.

Bu şekilde Kürtlerin Menbic’i IŞİD’den aldıktan sonra Halep’in kuzeyinden alternatif bir koridorla Afrin’e gitmesi de önlenmiş oldu.

Türkiye, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı ile de Afrin’e girip özerk idareyi fiilen dağıttı. 2016’da Türkiye’nin Rakka’ya birlikte gitme teklifine karşın Kürtlerle Rakka ve ardından Deyr el Zor’a kadar inen Amerikan yönetimi, Fırat’ın doğusunu tamamen kendi etki alanı olarak çevirmiş oldu.

Kürtlerin IŞİD’le savaşı Arap bölgelerine yayıldıkça özerklik projesi de değişimler geçirdi. Bu süreçte ‘Rojava’ olarak anılan bölgenin tanımı, Batı Kürdistan çağrışımından uzaklaşarak önce Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, ardından Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi adını aldı. Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde coğrafi temelde federatif bir yaklaşım, tüm ülke için çözüm modeli olarak kurgulandı.

Askeri alanda hem Türkiye’nin YPG ile ilgili kaygılarını gidermek hem de Arapları daha fazla içine alabilmek için IŞİD karşıtı güçler, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altında ortak bir orduya dönüştürüldü. SDG içinde, artan Arap sayısına rağmen YPG, motor gücü olmaya devam ediyor.

IŞİD’in saha hakimiyetinin bitirilmesinin ardından özerklik projesi çok boyutlu zorlukların olduğu yeni bir sürece girdi. Özerklik projesinin artık bir sırat köprüsünde olduğunu söylemek abartılı olmaz. Projeyi teste sokan iç ve dış faktörler belirginleşiyor.

Özerkliğin kaderini etkileyen dış faktörler

Tampon gerilimi, varoluşsal tehdit

Özerk yapıyı zorlayan dış faktörlerin başında Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda 30-35 km derinliğinde güvenli bölge oluşturma niyeti geliyor. Özerkliğin aktörleri için bu bir “imha hamlesi”.

ABD, uluslararası koalisyonun gözetiminde 5 kilometrelik bir güvenli bölgeyle Türkiye’nin tek taraflı müdahalesini önlemeye çalışıyor.

Kürtlerin alternatif planı ise 5 kilometrelik alanın güvenli bölge ilan edilmesi, YPG’nin buradan çekilip yerine yerel askeri meclisin geçmesi, burada Türkiye’nin değil uluslararası koalisyonun devriye gezmesi ve ağır silahların Türkiye sınırından, menzilleri kadar uzaklaştırılmasını öngörüyor.

Türkiye’nin uluslararası koalisyonda olması da Afrin’e sokulan milis güçlerin çekilmesi, evlerini terk eden Afrinlilerin geri dönmesi, gasp edilen mal ve mülklerin iade edilmesi şartına bağlanıyor.

Özerk yönetim, Amerikan varlığını caydırıcı etken olarak görse de Afrin’deki gibi olası bir müdahaleye göz yumulması ihtimalinden hareketle tüneller kazarak şehir savaşına hazırlık yapıyor.

Amerikan varlığı ne tür bir bariyer?

Fırat’ın doğusundaki konuşlanmasını, İran başta olmak üzere bölgesel politikalarıyla ilişkili hale getiren Amerikan ordusunun varlığı, aynı zamanda Suriye devletine karşı bir kalkan işlevi görse de, Kürtlerin hem Şam hem Moskova ile ilişkilerinde bozucu bir etkene dönüşmüş durumda.

Şam, Amerikan varlığını çözümün önünde en temel engel olarak görüyor. Bu konuyu uzunca tartıştığımız SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani ve özerk yönetiminin başbakanı konumundaki Yürütme Meclisi Eş Başkanı Fevza Yusuf aksini düşünüyor.

Kobani, Rusya ve Suriye’nin çözüme yönelik bir planının olmadığını belirtip “Şam çözüme hazır değil. Şam ile bir anlaşma oluncaya kadar mevcut güçlerin kalmasında fayda var” derken, Yusuf şunu söylüyor: “Biz Şam’la görüşmemizin içine Amerika’yı katmıyoruz, izin almıyoruz ama karşı taraf da adım atmıyor.”

Yusuf, müzakerelerde Rusya’ya önem atfettiklerini ama Moskova’nın tutumumun 2016’dan bu yana Türkiye’den yana değiştiğini ve artık çözüm inisiyatifi geliştirmediğini vurguluyor.

ABD ile ortaklığın derinleşmesiyle “Üçüncü Yol Stratejisi”nden sapıldığı tespitini de reddeden Yusuf, “Kobani’de elimizde bir semt kalmıştı. Ölüm-kalım meselesiydi. Çin bile gelse kabulümüzdü. Rejim yardımcı olsaydı Amerika gelmezdi. Herkes seyretti.” diyor. Rusların “Rakka’ya birlikte gidelim” teklifini de hem Kürtlerin bu konuda daha önce ABD ile anlaşmış olması hem de işin içine Türkiye’yi sokma niyetleri nedeniyle kabul etmediklerini söylüyor.

Demokratik özerklikte vaziyet

Modelin cazibesi

Kürtlerin ateş çemberinde bütün kırılganlıklarına rağmen bir düzen oturturken işlerini kolaylaştıran birkaç temel nokta vardı: Birincisi savaşı kentlerden uzak tutmayı esas alan yaklaşım ve bunun için gerekli olan savunma kapasitesi; ikincisi sivil örgütlenme yeteneği; üçüncüsü ise ortaya koydukları yönetim modeli.

Komün, yerel meclis, genel meclis ve yürütme meclisi şeklinde örgütlenen özerk yönetim farklı etnik ve dini kesimleri nüfusları oranınca ortak etmek için uğraş verdi. Hatta katılım göstermeyenler için ayrılan kotalar muhafaza edildi.

Bölgedeki halkların anadillerinin resmi dil olarak tanınması ve uygulamadaki sorunlara rağmen anadilde eğitim, bu sistemin iddialı taraflarından biriydi.

Bunların ötesinde kadınlara yüzde 40 cinsiyet kotasıyla yasama, yürütme ve yargı mekanizmaları dahil bütün birimlerde yer açıldı. Kadınlar muhafazakâr toplumsal yapıda değişim dinamiği olarak ortaya çıktı. Bütün birimlerde eş-başkanlık sistemi de farklılıkların yönetimde görünür olmasında önemli bir araçtı.

Modelin sınırları

Kürt yoğunluklu bölgelerde daha kolay çevrilen sistem, Arap bölgelerine gidince çok fazla emek ve zamanı gerektiriyor. Kürtlerle Araplar arasında IŞİD’e karşı ortak mücadele, güven ilişkisi için iyi bir tutunma noktası.

Yine de özerk yönetimin yayılmasını siyasi, askeri ve iktisadi alanlarda Kürtleşme olarak görenler var. Süryani ve Araplar arasında Suriye yönetiminden yana tercih kullananlar da alternatif savunma birimleri kurdu.

PYD’ye rakip Kürt partilerini sürece katma müzakereleri de başarısız oldu. Yani özerk yönetim, katılımda ısrarını sürdürse de olası bir sendelemede karşı ağırlıklar az değil.

Beri tarafta Kamışlı, Haseke ve Derik’te belli yerlerde Suriye devletiyle paralel yaşam sürüyor. Suriye’nin geri kalanıyla hava trafiği hala Kamışlı üzerinden sağlanıyor. Bazı temel devlet kurumları açık. Elektrik ve su gibi temel hizmetlerde devletle koordinasyon sürüyor.

Bütün bunlar karşılıklı birbirini gözetmeyi gerektiriyor. Bu durum aynı zamanda otoritenin sınırlarını tayin ediyor.

Halk ekonomisi, maya tutarsa

En çok merak uyandıran boyut ekonomi. Marksist bir geçmişten geliyor olması nedeniyle Kürt hareketinin oturtacağı model merak edilegeldi.

Özel koşullar nedeniyle işin özünde bir savaş ekonomisi yürüyor. Kamışlı’daki kuyulara ilaveten Haseke ve Deyr el Zor’daki sahaların ele geçirilmesiyle petrol en önemli gelir kalemine dönüştü. En büyük alıcı hala Suriye devleti. Petrol ürünleri, devletin kontrolündeki kentlere oranla bu bölgede 3-4 kat daha ucuz. Bu da ambargolara rağmen ekonominin yükünü hafifleten bir faktör.

Tahıl ambarı olan bölgede Suriye devleti hem buğday alıcısı hem un-ekmek üreticisi olarak tekeldi. Siloları elinde tutan özerk yönetim alternatif değirmenler ve fırınlar kurmaya başladı. Bu sene buğday alımı için de fiyat verdi. Bu yüzden Şam’la kriz yaşandı. Mevcut koşullar hala devletle koordineli çalışmayı gerektiriyor.

Yönetimin en büyük iddiası ise kendisini kooperatifçilikte gösteriyor. Kadınların da aktif katılım gösterdiği kooperatifçilik onlarca alanda geliştirildi. Devlete ait olup da özerk yönetimin kontrolüne geçen 250 bin dönümlük arazi kooperatiflere tahsis edildi.

Tahıl ve pamukla sınırlı üretimi çeşitlendirmeye dönük girişimler oldu. Seracılık, hayvancılık, konserve, süt mamulleri, temizlik ürünleri, ekmek üretimi, tavuk çiftliği ve konfeksiyon gibi farklı alanlarda onlarca kooperatif kuruldu. Eldeki verilere göre kooperatiflerin katılımcı sayısı 3’ten 270’e kadar değişiyor.

Bazı denemeler de başarısız oldu. En önemli açmaz beyin göçüne paralel olarak uzman kadrolardaki eksiklik. Bunun dışında merkezi bütçe, vergilendirme, planlamada sıkıntılar büyük. Bir ‘halk ekonomisi’ denemesi olarak kooperatifler başarılı olursa toprak ağalarına bağlı kısır iktisadi çark değişebilir.

Bununla birlikte savaş ve ambargo koşulları özerk yönetime özel girişimcilik konusunda “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” demekten başka şans bırakmıyor.

Kürtlerin ortaklarla sınavı ve birliğin durumu

Arap aşiretleriyle nereye kadar?

Demokratik özerk modele kıymet biçen kesimlerin tutumları bir kenara, aşiretler tüm aktörlerin üzerine oynadıkları bir potansiyel. Bazı aşiretler Türkiye’nin müdahalesine bel bağlarken bazıları Suriye devletiyle saf tutuyor. Özerk yapılanmaya ortak olan aşiretler de farklı seçeneklere açık olma gereği duyuyor. Kürtlerle ortaklığın sonunun ‘devletle savaş’ şeklinde bitmesini kimse istemiyor.

Rakka ve Deyr el Zor taraflarında IŞİD’e karşı savaşta mecburen ya da Amerikan etkisiyle gelen ortaklığın da ne kadar sürdürülebilir olduğu şüpheli. Mesela El Ömer petrol havzasındaki bir iki aşiret, IŞİD’den aldıkları payı özerk yönetimden de isteyerek kazan kaldırdı.

Bu hatta daha önce IŞİD’den kaçan rakip silahlı örgütler de Fırat’ın batısındaki mevzilerinden kendi bölgelerine dönmek için fırsat kolluyor. Bunlar da özerk yönetimin geleceği açısından istikrarsızlık nedeni.

Türkiye de hem Tel Ebyad hem de Deyr el Zor’dan kendisine sığınmış aşiretleri örgütlemeye çalışıyor. Suudiler ise özellikle Rakka’daki aşiretleri Amerikan planına sabitlemek için etkisini kullanıyor.

Bölgedeki Amerikan varlığı belki şimdilik bu aşiretlerin ses çıkarmamasını temin ediyor. Eğer Suriye genelinde siyasal bir çözüm daha fazla gecikirse aşiretler havuzundaki göreceli istikrardan eser kalmayabilir. Bu bölgelerde Kürtlerin süreçleri belirleyen bir rol ile kalması uzun vadede zor.

Süryanilerin tedirgin bekleyişi

Hileli yollarla gasp edilen ya da işgal edilen mülkleriyle gündeme gelen Hristiyanlar da devletle özerk yönetim arasında sıkışmış ve bölünmüş durumdalar.

En büyük Hristiyan grup olan Süryanilerin bir kanadı özerk yönetime ortak olsa da bu cenahta hiç kimse “Kürtler mi, Suriye devleti mi?” gibi bir seçenekle karşı karşıya bırakılmak istemiyor.

Askeri ortaklık tamam, ya siyasi ortaklık?

IŞİD ile savaşta PYD ve YPG, genel anlamda Kuzey Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Türkiye’nin karşı koyan çabalarına rağmen uluslararası alanda belli düzeyde meşruiyet zemini buldu. Özerk yönetimin birkaç başkentte temsilciliği açıldı. Onlarca ülkeden IŞİD’li esirler, kamplarda tutulan aileler ve uluslararası mahkeme tartışmaları da ilgili devletlerin burayla temasta kalmasını gerektiriyor.

Son olarak, SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani, Cenevre’de Birleşmiş Milletler’e konuk oldu ve çocukların korunmasıyla ilgili BM Genel Sekreter Yardımcısı ile birlikte bir anlaşmaya imza attı. Cenevre davetini “Herkese sürpriz oldu. Hayatımda ilk defa takım elbise giydim ve kravat bağladım. Bu bizim için bir ilkti. Mesela UNICEF gelip burada çalışmalar yapacak. Okullar açacak. Sonuçta siyasi bir anlaşma oldu. Türkiye’nin tepkisini göze alarak yaptılar. Birçok çevre risk aldı” diye aktaran Kobani, bunun devamının geleceğinden ümitli.

Ancak Kürtlerin IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonla ortaklığı şimdiye kadar Kürtlerin Cenevre sürecine katılımını bile sağlayamadı. Beri taraftan Ruslarla diyalogları da Soçi ve Astana’dan dışlanmalarını önleyemedi.

Bu yolların açılması hem Rusya hem ABD’nin Türkiye ile Suriye’de nasıl bir yol tutturacağına bağlı. Velhasıl Fırat’ın doğusundaki durum çok dinamik ve sürecin varacağı yer, iç ve dış faktörlerle oluşacak dengelere bağlı.

BBC Türkçe

2320860cookie-checkSuriye’de Kürtlerin özerklik projesi neden ‘sırat köprüsünde’ görülüyor?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.