Surplus people: Artık insanlar

Günümüz kapitalizmi yepyeni kavramlar kazandırdı ekonomi literatürüne: surplus people (artık, fazlalık insanlar);
Working Poor (Çalışan Yoksullar);
Killer Capitalism (Öldüren Kapitalizm);
Job Killer (İş Öldürücü);

Konuya vakıf olmayanlar için bu kavramların özel bir anlamı olmayabilir; ama günümüz kapitalizminin gelişim süreci ile ilgili biraz literatür karıştıran herkes, bu kavramları ortaya çıkaran sürecin nasıl tüyler ürpertici bir süreç olduğunu kolayca kavrayabilirler…

Bugün artık insansız bir kapitalizmden söz ediyoruz; ‘Surplus people’ kavramı, yani ‘artık insan’, ‘fazlalık insan’ kavramı bunun en büyük kanıtı…

Ne üretimde, ne tüketimde kendisine ihtiyaç duyulmayan insanlar; yığınlar halinde, milyonlarca insan; Bir çoğu eski işini kaybetmiş, yeni bir iş umudu olmayan; yeni bir iş bulsa da artık eski koşullarda çalışma imkanı hiç olmayacak insanlar…

Ve ‘Working Poor’ kavramı, yani ‘çalışan yoksullar’ kavramı; bu da ayrı bir vehamet; iş sahibi oldukları halde geçinemeyen insanlar; Yoksulluk sınırında yaşayan, açlık sınırına yaklaşan insanlar; Bunların işleri var ama iş güvenceleri yok; bir çoğu yarı zamanlı ve sigortasız işlerde çalışıyorlar; eskiye göre aldıkları ücretin üçte ikisinden azına razı olarak çalışıyorlar; Her iş kaybettiklerinde, yeni bir işe daha düşük ücretle ve daha kötü koşullarda başlayabiliyorlar…

Ve işsizler, evsizler, tamamen aç olan insanlar… bunlar, ‘İnsan çöpleri’ vahşi kapitalist literetüre göre; Bunlar dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sine denk  geliyor neredeyse; ne üretebiliyor, ne tüketebiliyorlar ve atıl durumdalar, fazlalıklar yani; ‘surplus people’lar…

Peki bu insanları ne yapmalı; Gerçekten ‘Artık’ diye,  çöplere mi atmalı!…

Kapitalizm bindiği dalı kesiyor; insansız bir gelişmeyle daha nereye kadar gidilebilir; insanlık bu sorunun cevabını merak ediyor?

Çevreyi, yaşam alanlarımızı, dünyanın akciğerini tüketerek hayat daha ne kadar sürdürülebilir, insanlık bu soruya yanıt bekliyor…

Büyük kargaşalar, büyük sosyal patlamalar; insanlığın iflası çok  yakın gibi görünüyor…

ABD ve Japonyo gibi gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, bütün dünyada “downsizing” denilen “küçülme” stratejisi ile insanlar kitleler halinde işten çıkarılıyorlar ve bir daha eski koşullarda ve eski ücretlerle iş bulmaları mümkün olmuyor; Hatta bir çoğu hayatının geri kalanında bir daha tam gün ve sosyal güvenceli bir iş belki de hiç bulamayacaklar…

Bugün başta bankacılık ve sigortacılık sektöründe olmak üzere, şubelerden, insan eliyle verilen bir çok hizmet, hizmeti alan kişilerce evden bilgisayarla yapılabiliyor; bu da bir çok işin piyasadan silinmesine sebep oluyor; Bu yüzden bankalar ve sigorta şirketleri şubelerinin sayısını azaltıp, fazlalık olarak gördükleri insanları işten çıkartıyorlar…

Havacılık sektöründe, telekomda; posta hizmetlerinde, elektronik sanayinde, basında, bilgisayara dayalı bir çok sektörlerde durum farklı değil; her yerde ‘Job killer’ ‘İş  Öldürücü’ süreç işliyor ve bir bir meslekler yok olurken, meslek sahipleri de kitleler halinde işlerini kaybediyorlar…

Evet ‘Killer Capitalism’, ‘öldüren kapitalizm’ denen bu süreç sadece  10 yıl içinde  milyonlarca insanı işsiz bıraktı… Binlerce iş ortadan kalktı, iş tanımları değişti, çalışma koşulları kökten değişime uğradı…

Eskiden sendikalı ve sosyal güvenceli çalışan işçilerin büyük bir bölümü ya işten atıldı, ya yarı zamanlı ve güvencesiz işlere kaydırıldı, işçi sınıfı adım adım bozguna uğratıldı ve paramparça edildi… Bu parçalanma sendikaların da üye tabanını zayıflattı, işçiler kitlesel güçlerini kaybetmeye başladılar…

Bu noktada imdat diye bağırmak isteyenlerinizi duyar gibiyim; Korkunç bir süreç gerçekten ve bu gidişe son verecek tek bir güç bile yok şimdilik…

Devlet ne yapıyor bu arada; bütün desteğini işverenlerden yana kullanan devlet, sermayenin bütün iş yasalarını çiğnemesine, işverenlerin acımasızca sendikalara saldırmalarına ve emeğin göz göre göre parçalanmasına sadece göz yummakla kalmıyor, süreci kolaylaştırmak için elinden geleni de esirgemiyor…

İşbirlikçi devlet her zamanki misyonunu başarıyla sürdürüyor anlayacağınız…

Bütün bu süreçte Sendikaların çökertilmesi en önemli olgu bana göre;
Emek hareketi büyük bir darbe alıyor son yaşanan gelişmelerde… Dirençli kapitalistler bu konuda öyle acımasız bir yöntem izliyorlar ki, dünyanın en güçlü sendikaları karşısında kazanılan galibiyetler, emek hareketini iyice zayıflatıyor, geleceğe yönelik umutları da yok ediyor…

Bu konuda Dünya sendikal hareketini büyük bir yenilgiye uğratan  ‘Buldozer Zaferi’nden söz etmeden geçemeyeceğim sizlere. Son yılların en büyük sendika bozgunuydu diyebilirim buna…

Artık ‘surplus people’, artık insanların; ‘Working Poor’ ‘Çalışan yoksulların’, ‘Job Killer’ ‘iş öldüren’ sürecin, yani kısacası ‘Killer Capitalism’, ‘öldüren kapitalizmin’ önünü kesebilecek hiçbir gücün olmadığı yeni bir sürece başlangıç yapılabilmişti böylece…

Olay 1990’ların başında, ABD’de geçiyordu. Dünyanın en büyük inşaat makineleri ve buldozer üreticisi Carterpillar’da son zamanlarda olan bitenlerden çalışanlar büyük huzursuzluk duyuyorlardı; 1991’de şirket satış rekorları kırarken, çalışanlara bu kardan pay verilmediği gibi, “ücretler yüzde 20 oranında düşürülmesi, çalışma saatlerinin 2 saat kadar uzatılması isteniyordu. İşletmenin yönetim kurulu pazarlığa bile yanaşmıyordu. Sendikalar United Auto Workers (UAW) ile birlikte harekete geçtiler. Bu yasal bir durumdu. Açıkça hak hukuk onlardan yanaydı. Niçin personel de sürekli artan kardan payını almasındı?”(Hans Peter Martin, Harald Schuman, Globalleşme Tuzağı, 1997, Ümit yayıncılık, Ankara.s.120)

“Örgütlenen Cat çalışanları  bazen işletmenin  içinde,  bazen dışında bir çok kez grev yaptılar. En sonuncusu  18 aydan uzun sürdü. Önceleri sertleşen yönetime karşı  başlatılan grev, giderek  Amerika’nın savaş sonrasındaki en uzun ve en zorlu emekçi savaşımına dönüştü ve sendikaya, üyelerine ödemek zorunda kaldığı paralarla  300 milyon dolara mal oldu; ama her şey boşunaydı”(Hans Peter Martin, Harald Schuman, 1997, a.g.e. s.120.)

Sendikalara karşı kazanılan bu büyük zaferin ardındaki isim 1991 yılında Catterpillar’ın yönetim kurulu başkanlığını devralan ve Amerikan iş çeverelerinin gözdesi olan Donald Fites’ti. “Fites, sendikaların gücüne karşı nasıl son verileceğini çok iyi biliyordu. Bir çok sanayi ülkesinde düşünülmesi bile olanaksız  bir şeye,  Amerikan kuruluşlarının yöneticilerince benimsenen ‘buldozer’ çareler bulabilmişti. Grevler ülke çapında kampanya ve yürüyüşlerle desteklenerek yıllarca  sürse bile, sendikaların ücret artışı elde etmeleri artık mümkün değildi.” ”(Hans Peter Martin, Harald Schuman, 1997, a.g.e. s.121.)

Peki Fites bunu nasıl başarmıştı; Bunu başarabilmek için ne kadar acımasız olabilmişti: “United Auto Workers çalışanları, yönetmeliğe uygun bir şekilde hizmet ve iş yavaşlatma greviyle üretimi içerden aksatmayı denediklerinde, Fites hiç tereddüt etmeden, bütün sendika görevlilerini kapıya koydu. Öfkeli işçiler, yeniden greve gittiler, bu kez zafere ulaşacaklarından emindiler, çünkü bu işten çıkarmalar yasalara aykırıydı. Yürürlükteki yasalara göre, Fites’in  bu grevi dışardan bazı işçilerle kırma hakkı yoktu. Fites sonunda cesurca bir adım attı. Büro elemanlarını, mühendisleri,tüm orta ve alt yönetimi, hepsinden önemlisi işletmenin sayıları neredeyse 5000’i bulan  yarım gün çalışan işçisini montaj hangarlarına gönderdi. Ülke dışındaki yan kuruluşlardan da  mümkün olduğunca çok sayıda  eleman istedi ve başarılı oldu. Grev gözcüleri fabrika kapılarında aylarca ısrarla beklerken, işletme hem üretimi hem satışları arttırdı. Grevciler sonunda yenilgiyi kabul ettiklerinde, Fites onları yıllardır söz konusu olmayan çalışma koşullarına zorladı. O günden beri Caterpillar’da gerektiğinde 12 saat, hafta sonunda da ek bir ücret almaksızın çalışmak zorundalar. Fites büyük bir zafer sevinciyle grev sırasındaki yeniden yapılanmanın, muazzam bir üretim kapasitesini açığa çıkardığını açıkladı; Böylece 2000 kişiyi daha işten çıkarabileceklerdi.” (Hans Peter Martin, Harald Schuman, 1997, a.g.e. s.122.)

Bu sermayenin emek karşısında kazandığı zafere sadece bir örnekti; Dünya gözlerini para hırsı bürümüş, insanı yok sayan, paylaşıma asla  yanaşmayan Fites gibi canavarlarla kaynıyor ne yazı ki…

Peki bu Fites gibi canavarlar, ‘surplus people’ları, yani ‘artık insanlar’ı işten attıkları gibi başlarından savmak için çöpe de atabilecekler midir gerçekten; Bunun sorumluluğunu insanlığa karşı üstlenebilecek kadar ileri gidebilecekler midir; bu kadar gözleri kararmış mıdır?…

Dünya emekçileri yaşam koşullarının ve hayat sahalarının tamamen yok edildiği bu süreç de hiç mi bir şey yapamayacaklardır…

Bekleyeceğiz ve göreceğiz…

_______________

* İÜ’de Öğretim Üyesi

 


 

1079990cookie-checkSurplus people: Artık insanlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.