Çatıların üzerinden kıvrılarak pencereye uzanıyordu gece…
Ayın küllü gri ışığı perdenin arasından süzüldü
ve gözlerimin ferine usulca yerleşti..
ne müthiş bir irkilme …
Tam bu uyku ve uyanıklığın tuhaf aralığında
derinden fışkıran bir gitme isteğiyle doğdu gün…
Asırlar süren o bir kaç saniyelik iç çekmede…
O büyük gecede
saklanmış bir ses
tamamlanmamış bir söz
kimbilir nasıl yorulmuş bir umut
kimbilir nasıl yontulmuş bir cesaret
vardı…
Kavuşmaya sabırlı bir niyetin
tuzuyla karşılık bulmuş satırlarında
özlem yerini çok derin unutuşlara bıraktı.
Başka renklerin, başka sözlerin, başka şarkıların nefesine …
O büyük iç çekme,
buruşturulmuş bir zaman haritasında
sapsarı bir susmak tarlasıdır…
İçinde çok tuz, çok gözyaşı barındıran rüyaların
nihayet bulduğu yer işte tam da orasıdır.
Sevmek, sevmeyi bilenle anlamlıdır
bilenle girmektir dalgalı denize
bilenle içmek, bilenle ağlamak, bilenle yaşamak ..
bilenle yola çıkmak… şarkı söylemek zamanıdır..
o gece, yolunu değiştirmiş büyük bir kader sapağıdır.
İşte yeni bir gün
delirip çiçeklenen bir yaz başlangıcı…
dünün tortusu düne usulca bırakılır
ve yeniden filizlenecek bir özlemin tohumu atılır …
Şehrin bittiği yerde
taze badem kokusu döndürür başını..
Deniz kenarı yol üstü laflarız o köhne kahvede
pırıl pırıl bir gök mavisi yansımıştır yüzüne…
Yorgun kelimeler bırakılır suya
bundan sonra sevmeyi bilene söylenecektir
sözün doğrusu…
Susmak tarlasından denize doğru…
İyi niyet çekmecesinde kala kala iki dilek kalır
O da zamanla eksilir, sürülür düne.
Bir ‘beni unut’ kalır bir ‘beni özleme’ …
yeşillenip haykırır göz ucunda yollar
hiç sorulmamış sorular koyar yüreğine..
hiç gidilmemiş yerler
hiç karşılaşılmamış insanlar
bir asır gibi büyüyen o bir kaç saniyelik iç çekmede…
Sözün büyüğü sevmekle gelir,
küçüğü unutmakla..